D- SUÇLARIN VE CEZALARIN SINIFLANDIRILMASI –

Suç, toplumun ve bireyin iyiliği, menfaati ve korunması için konulmuş kuralları ihlal eden ve o nedenle cezalandırılan bir eylem veya eylemsizliktir, kısaca topluma, insana ve hatta hayvanlara ve doğaya yönelik bir saldırı, bir tecavüzdür.

Ceza, kanunun suç olarak kabul ettiği eylem için, yine kanun tarafından öngörülen maddi ve cebirsel bir yaptırımdır. Eğer bir eylem veya davranış kanun tarafından suç olarak nitelendirilmiş ise, yine kanun tarafından bir cezanın öngörülmüş olması gerekir. Bu Roma Hukuku’ndan gelen “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesinin gereğidir ve Amerikan Hukuku’da bu ilkeyi benimsemiştir.

Amerikan Kanunları başlıca/temel cezaları; idam cezası, hapis cezası şeklinde tasnif etmiştir.

Genel olarak idam cezası, sadece kasten adam öldürme suçlarında ve yine adam öldürme cürümüne asli fail olarak iştirak edenlere uygulanmaktadır. Buna ek olarak federal kanun, federal suç olarak kabul ettiği vatana ihanet ve casusluk suçları için de idam cezasını öngörmektedir.

Amerikan Anayasa’sının EK VIII.maddesi acımasız ve gereksiz şekilde acı veren ve yine suça göre son derece ağır ve suçun doğasıyla çok büyük ölçüde orantısız olan cezaları yasaklamış ve fakat idam cezasını yasaklamamıştır. Amerikan toplumunun anlayışına ve Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin kararlarına göre, idam cezası per se, yani bizatihi/tek başına acımasız ve alışılmamış bir ceza değildir. Nitekim Amerikan Yüksek Mahkemesi 1947 tarihli ve Louisiana ex rel. Francis v.Resweber, 329 U.S. 459 sayılı ve yine 1879 tarih, Wilkerson v.Utah, 99 U.S.1130 sayılı kararlarında “işkence ve yavaş yavaş öldüren cezalar acımasızdır, anayasa sadece insanları acı vererek cezalandırma yöntemine karşıdır ve kişileri bu cezalandırma yöntemlerine karşı korumaktadır, buna göre anayasa acı vermeyecek bir yöntemle hayatı insancıl şekilde sona erdiren cezalandırma şeklini acımasız bir ceza olarak kabul etmemektedir” şeklindeki gerekçelerle idam cezasını Amerikan Anayasası’na aykırı görmemiştir.

Amerikan Hukuku’nun idam cezasının uygulanmayacağı kişiler olarak kabul ettikleri, akıl hastaları, diğer zihinsel engelliler ve küçüklerdir.

İdam cezası konusunda, özellikle ülkemizde yanlış bilinen husus, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki tüm eyaletlerin idam cezasını kabul ettikleri şeklindeki yaygın kabuldür. Oysa bu gerçek değildir. Şöyle ki, ABD’de 46 eyalet vardır. Bu eyaletlerden 28’i ve federal hükümet/devlet idam cezasının uygulanmasını kabul etmiştir. Virginia, Kentucky, Pennsylvania ve Massachusetts resmi olarak birer eyalet değil, Commonwealth’tir. Ancak buradaki Commonwealth, ‘İngiliz Uluslar Topluluğu’ anlamındaki Commonwealth olmayıp, bu dört bölgenin “eyalet” kelimesi yerine, “ortak rızayla oluşturulmuş siyasi topluluk” anlamında kullandıkları bir deyimdir. Bunlardan Massachusetts ve West Virginia, eyaletlerden Michigan, Wisconsin, Maine, Minnesota, Alaska, Hawaii, Vermont, Iowa, North Dakota, Rhode Island, New Jersey, New York, New Mexico, Illinois, Connecticut, Maryland olmak üzere 16 eyalet ve Columbia Bölgesi idam cezasını kabul etmemiş olmakla, bu eyaletlerde idam cezası uygulanmamaktadır.

Amerikan uygulamasında idam cezası temelinde küçük tanımı yıllara göre değişkenlik göstermiştir. Amerikan Yüksek Mahkemesi 1988 yılında verdiği bir kararında 15 ve daha küçük yaştaki çocukların idam cezasına tabi olmadıklarını içtihat etmiş, aynı yılda ve fakat biraz daha sonraki bir tarihte verdiği Thomson v.Oklahoma kararında suç tarihi itibariyle 16 veya 17 yaşında olan bir çocuğun idamına cevaz vermiştir. Yüksek Mahkeme’nin bu kararı ışığında ve idam cezasının infazı hususunda 16 yaş anayasal sınırdır.

Devlet, monopoly of coercion/cebir tekeli sahibi olmakla ve devlete tanınan bu cebir kullanma yetkisi meşru bulunmakla, polis ya da asker gibi görevlilerin, görevlerinin sınırları içinde kalmak koşuluyla kullandıkları cebir ve hatta yaptıkları şiddet, bu kapsamda bir kişiyi öldürmek ceza sorumluluğunun dışındadır. Diğer bir deyişle, devlet ve devlet görevlileri sovereign immunity, adı verilen egemenin dokunulmazlığı,bağışıklığı, muafiyeti kapsamındadır. Egemenin dokunulmazlığı ilkesinin kaynağı İngiliz Hukuku’dur. Bu ilke İngiliz özdeyişi olan “Kral yanlış yapmaz” anlayışının günümüzdeki genişletilmiş şeklidir.

Başka ülkelerde olduğu gibi Amerikan Hukuku’nda da, askeri eylemler, bu bağlamda askerlerin yurt savunması kapsamında birisini öldürmeleri veya yaralamaları cezayı gerektirmez, zira bu eylemler ceza sorumluluğunun dışındadır.

Diğer başka ülkelerde olduğu gibi Amerikan Hukuk Sistemi’nde de suçlar genel olarak; kişilere karşı işlenen suçlar, şiddet suçları, mülkiyete karşı işlenen suçlar, vatana ihanet, terör, savaş suçları, devlete karşı işlenen suçlar, sosyal suçlar şeklinde sınıflandırılabilir.

E- CEZA SORUMLULUĞUNUN ESASLARI – CEZA SORUMLULUĞUNU KALDIRAN VEYA AZALTAN NEDENLER –

Uygar her ülkenin hukukunda olduğu gibi, Amerikan Hukuk Sistemi’nde de “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesi benimsenmiştir.

Kast, Amerikan Hukuk Sistemi’nde de suçun oluşması için gerekli olan asli bir unsurdur. Bu bağlamda, suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun yasal tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.

Hukuki ehliyet veya ehliyetsizlik, failin işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönetme yeteneğinin yeterince gelişmediği durumlarda bir savunma nedeni olabilir. Bu gibi durumlar yaşa, akıl hastalığına, zihinsel yetersizliğe, sarhoşluğa, deliliğe bağlı olabilir.

Yaş küçüklüğü, suçun işlendiği tarihteki yaşa bağlı olarak cezai sorumluluğu ortadan kaldıran bir nedendir. Ortak Hukuk’tan gelen ve Amerikan Hukuku tarafından da kabul edilen standartlara bağlı olarak, yedi yaşından küçük çocukların cezai ehliyeti ve sorumluluğu yoktur. Yedi ile 14 yaş arasındaki çocukların cezai ehliyetleri ve sorumlulukları, karşı konulabilir, yani çürütülebilir bir karinedir. Diğer bir deyişle nisbidir. Bu yaşlardaki çocukların eylemlerinin anlamını ve sonuçlarını bilerek hareket ettikleri hususunun ispat yükü savcılara aittir. Eğer bu husus ispat edilmez ise, bu yaştaki çocukların cezai ehliyeti ve sorumluluğu yok kabul edilir. On dört yaşın üzerindeki çocukların eylemlerinin anlamını ve sonuçlarını bilerek hareket ettikleri  varsayılır. Bu hususlara ilişkin düzenlemeler eyaletlere göre değişiklik gösterir.

Cezai ehliyeti ve sorumluğu olduğu kabul edilen çocuklar, çocuk mahkemelerinde veya yetişkin mahkemelerinde yargılanırlar. Çocuğun yetişkin mahkemesinde yargılanmasından önce bir duruşma yapılır. Bu duruşma çocuğun cezai ehliyetinin tespiti amacına yöneliktir. Bununla birlikte, bu hususlardaki düzenlemeler eyaletlere göre değişiklik gösterir.

Sarhoşluğa bağlı cezai sorumluluk, sarhoşluğun ihtiyari ve gayri ihtiyari olmasına bağlı olarak değişmektedir. Bu yönde yapılacak bir savunma, daha çok gayri ihtiyari sarhoşluk için geçerlidir. Bu daha ziyade kişinin bilmeden sarhoş edici bir maddeyi kullanması durumu için söz konusudur. Irz düşmanlarının, sapıkların rüyası, bu suçların mağdurlarının ise kabusu olan tecavüz ilaçlarının kullanılması bunun bir örneğidir. Böyle bir savunma, hem özel, hem de genel kasta dayalı suçlarda yapılır. İhtiyari sarhoşluk asla genel kasta dayalı suçlarda kullanılamaz. Yine bu husus, adam öldürme suçları için bir mazeret olmadığı gibi, kusurlu olarak, yani taksirle veya dikkatsizlik ve tedbirsizlikle işlenen suçlarda ve yine kusursuz sorumluluk hallerinde de ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran bir neden değildir. İhtiyari sarhoşluk savunması, failin ihtiyaç duyduğu niyetini formüle etmesini önleyen durumlarda ve özel kastı gerektiren suçlarda işe yarayabilir. Eğer böyle bir savunma başarılı olursa, birinci derece adam öldürme suçunun yerine, ikinci derece adam öldürme suçu kabul edilir.

Küçük çocukların olduğu gibi akıl hastalarının, zihinsel yönden hasta veya engelli olan kişilerin de cezai yönden sorumlukları yoktur. Zira bu tür kişiler de, yaptıkları fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayabilecek veya davranışlarını yönetebilecek durumda değildirler. Bu durumda olan kişiler suç işlediklerinde, hapishaneye değil, akıl hastanesine gönderilirler ve tedavi olup iyileşinceye kadar orada kalırlar. Suç işleyen kişinin akıl hastası veya zihinsel yönden engelli olduğu hususunun kanıtlanması gerekir. Bunun için doktor, hastane raporuna ihtiyaç vardır.

Diğer başka hukuk sistemlerinde olduğu gibi Amerikan Hukuku’nda da ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan hukuka uygunluk halleri vardır. Ceza hukukunda esas olan, bir belayla karşı karşıya gelen kişinin deadly force, yani ölümcül kuvvet kullanmaması, belayı defetmek için öncelikli olarak makul, ölçülü bir kuvvet kullanmasıdır. Mesela, yolda yürüyen bir kadının, çantasını almak isteyen birisinin saldırısına uğradığında, bütün gücüyle o kişiye vurması ve o kişiyi kemeriyle elektrik direğine bağlaması durumunda, kadının bu fiili ölümcül bir kuvvet kullanımı olmamakla, hakkında bir dava açıldığı takdirde, bu yönde yapacağı savunmaya itibar edilir ve o nedenle cezai bir sorumluluğu söz konusu olmaz. Ancak bazı durumlarda bu mümkün olmaz, zira kişi belayı defetmek için ölümcül kuvvet kullanmak zorunda kalabilir. Ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran bu gibi durumlar veya nedenler: self-defense/meşru müdafaa ve state of necessity/necessity defense/zorunluluk hali/zorunluluk savunması’dır.

Türk Hukuku’nda olduğu gibi Amerikan Hukuku’nda da, kişinin kendisine veya bir başkasına ait bir hakkına yönelmiş ve gerçekleşmiş veya gerçekleşmesi ya da tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, o andaki hal ve koşullara göre ve saldırı ile orantılı şekilde defetmek zorunluluğu meşru müdafaa halidir ve bu durum ceza sorumsuzluğu kapsamındadır.

Yine bizim hukukumuzda olduğu gibi Amerikan Hukuku’nda da, kişinin kendisine veya bir başkasına yönelik olan ve kişinin bilerek neden olmadığı ve başka şekilde korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak ya da başkasını kurtarmak zorunluluğu ile karşılaşması durumunda, tehlikenin ağırlığıyla ve kullanılan araç arasında orantı bulunmak koşuluyla yaptığı fiiller zorunluluk hali niteliğindedir. Bu gibi durumlarda da cezai sorumluluk kalkar ve o nedenle kişiye bu fiillerinden dolayı ceza verilmez.

Öldürücü güç kullanılması, bu bağlamda zorunluluk hali ve meşru müdafaa durumlarında, sorun en çok kişinin başındaki beladan kurtulmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanır. Bu konuda Ortak Hukuk’tan gelen retreat rule, yani geri çekilme kuralı uygulanır. Bu kural iki husustan oluşur;

 
  • Kişi evinde veya işinde olmadığı takdirde, öldürücü güç kullanmak yerine geri çekilmelidir.
  • Pek çok eyalet tam bir emniyet sağlamadan geri çekilmek zorunluluğunun olmayacağı kuralını benimsemiştir.

Saldırıda bulunan kişiler, meşru müdafaa argümanını belli koşullar altında elde ederler. Bu hakkın yeniden kazanılması için onların kavgadan kaçmaları gerekir. Mesela şöyle bir senaryo düşünülelim: Silahlı bir adam soygun yapmak kastıyla bir dükkana girse, silahını dükkan sahibine tevcih etse ve kasadaki tüm parayı istese. dükkan sahibi de silahına davransa, her ikisi de ateş etse ve fakat birbirlerine isabet ettiremese, soyguncu silahını atarak kaçsa, kaçan soyguncuyu dükkan sahibi takip ve ateş etse. Bu durumda soyguncu meşru müdafaa hakkını elde eder ve zira bu durumda dükkan sahibi saldıran kişi konumundadır.

Benzer şekilde, ilk saldıranlar doctrine of sudden escalation/ani kışkırtılma doktrini ile korunurlar. Eğer bir kavga hayati bir tehdit yok iken, aniden hayati bir tehdit haline gelmiş ise, ilk saldıran kendisini korumak için gerekli her türlü eylemi yapabilir. Örneğin, bir genç diğeri ile bir kavgaya tutuşsa, saldırılan genç kapıldığı öfkeyle yerden bir taş alsa ve bu taşla ilk saldırıyı yapan gence vursa, ilk saldıran genç bu durumda kendisini savunmak için her türlü adımı atma hakkını elde eder. Saldırılan genç ölümcül kuvvet kullandığında, ilk saldıran da bunu bertaraf etmek için öldürücü kuvvet kullanabilir.

Ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran meşru müdafaa savunması, bir başkasını savunmak için de geçerli ve yasaldır. Bu savunmanın meşru olması için savunan kişinin, savunulan kişinin kendisini savunmasına hakkı olduğuna inanması gerekir. Savunan ve savunulan kişiler arasında özel herhangi bir ilişkinin varlığı şart değildir. Böyle bir durumda, savunulan kişinin emniyeti tam olarak sağlanmadan, savunan kişinin geri çekilmesine gerek yoktur.

Bunun için şöyle bir senaryo düşünebiliriz.  Yolda yürüyen bir adam, birisinin bir kadına saldırdığını görür. Bu adam saldırıyı durdurmak için uygun bir güç kullanabilir. Eğer saldırgan ölümcül bir kuvvete başvurursa, adam da böyle bir kuvvet kullanabilir. Ancak, adamın ilk müdahalesi saldırganı durdurmak için yeterli ise ve saldırıya uğrayan kadın emniyette ise, adamın artık  saldırganı takip etmemesi gerekir.

Kanun, bir kişiyi savunmak için ne kadar ve yine bir malı/eşyayı/mülkiyeti korumak için ne kadar kuvvet kullanılması gerektiğini belirlemiştir. Mesela, silahsız bir çanta hırsızını öldürmeye kanun izin vermez. Ama onu yakalamaya çalışmak ve polise teslim etmek yasaldır. Mala/eşyaya/mülkiyete yönelik suçlarda ölümcül kuvvet, sadece saldırganın insanlar için yakın bir tehdit ve tehlike oluşturması durumunda kullanılabilir.

Yine insan hayatını tehlikeye sokacak şekilde bir cürümün önlenmesi amacına yönelik durumlarda ölümcül kuvvet kullanılması caizdir. Daha az tehlikeli olan durumlarda ise, ölümcül olmayan kuvvet kullanılması gerekir. Mesela, evinize veya kamptaki çadırınıza girişi önlemek için bir tuzak teçhizatı kuramazsınız. Eğer kurmuş iseniz ve üçüncü bir kişi bundan dolayı bedensel yönden zarara uğramış ise, bu eylem suçtur ve cezayı gerektirir.

Bazen insan hayatını veya malını korumak için yasayı ihlal etmek gerekebilir. Mesela, bir kişi yakın tehlikede olan bir başkasını kurtarmak için bir mala/eşyaya/mülkiyete tecavüz edebilir. Böyle bir durumda, zaruret hali savunmasının işlemesi için, sanığın kendi davranışının topluma verilecek zararı önlemek için gerekli olduğuna ve yine diğer başka bir zararın eşyaya daha büyük zarar vereceğine makul bir nedenle inanması gerekir. Zaruret hali savunması mülkiyeti korumak için de yapılmış olsa ölümü asla haklılaştırmaz.Zaruret hali savunmasının kabul edilmesi için sanığın kusursuz olması gerekir.

Bazen sanıklar korkutma veya tehdit altında olabilirler ve o nedenle korkutmayı ve tehdidi savunma aracı olarak kullanırlar. Bu tür bir savunmanın kabul edilebilmesi için, sanığın suçu sağlam temelli bir ölüm veya ciddi bir cismani zarar korkusu içinde işlemiş olması gerekir. Mesela, bir banka veznedarının bir torba nakit parayı elinde silah bulunmayan bir soyguncuya vermesi yasal değildir. Buradaki farklılık veznedarın parayı tehdit altında vermesidir. Bu gibi durumlarda, sanık, failin değil de bir başka banka görevlisinin suçun kurbanı olduğunu ileri sürer. Suçu işleyen rehineler, soyguncuların kendi esirlerinin kontrolü altında iken suçu işlediklerini savunma olarak kullanabilirler.

Korkutma ve tehdit savunmasının uygulanabilmesi için aşağıdaki şartların oluşması gerekir:

 
  • Kişinin bir başkası tarafından haksız yere tehdit edilmediği takdirde yapmayacağı bir eylemi icra etmiş olması gerekir.
  • Tehdidin kişinin kendisi veya ailesi üyelerinden birisi için ciddi bir cismani zarar vermeye veya öldürmeye yönelik olması gerekir.
  • Tehdidin yakın olması, tehdit edilen kişinin saklanması veya tehdit edici eylemden sakınması için hiçbir yolunun bulunmaması gerekir.
  • Zarar verme tehdidinin suç işlemeden doğacak zarardan daha büyük olması gerekir.
  • Tehdit edilen kişinin kasten böyle bir durumun içine dahil olmaması gerekir.

Bu ve bunlara benzeyen fiiller, eğer failler bu fiilleri korkuyla hareket ederek yapmışlar ve bu korku da gerçek bir korku ise, savcılar ve polisler bu fiilleri nadiren soruştururlar. Bu fiillerin soruşturulmaması için, kişinin bu fiilleri kendisinin veya ailesinden birisinin ölüm tehdidi altında yapmış olması, tehdidin gerçek ve yakın bulunması şarttır.

Suç teşkil eden bazı durumlarda karşılaşılan savunma yollarından birisi mistake of fact/maddi hata, diğeri ise mistake of law/hukuki hata veya hukuki vasıfta hatadır. Bizim Ceza Kanunu’muzda “hata” başlığı altında ve üç fıkra halinde düzenlenen maddi hata ve hukuki nitelendirmede hata Amerikan Hukuku’nda da mevcuttur. Bunlardan maddi hata, sanığın/failin samimi ve dürüst olarak aslında gerçek olmayan bir şeyin veya şeylerin gerçek olduğuna inanmasıdır. Diğer bir ifadeyle fail, fiili işlediği sırada suçun kanuni tanımındaki unsurları bilmiyor veya bilebilecek durumda değildir. O nedenle, bu şekilde hareket eden kişi kasıtla hareket etmiş sayılmaz. Mesela, havaalanındaki bir kişinin kendi bavuluna çok benzeyen bir başkasına ait bavulu, kendi bavulu olduğuna inanarak alması hırsızlık suçunu oluşturmaz. Maddi hata savunması farklı olaylara farklı şekilde uygulanır. Mesela, genel kast gerektiren suçlarda, maddi hatanın kabulü için hatanın kabul edilebilir/makul bir nedenle yapılmış olması gerekir. Buna karşın özel kast gerektiren suçlarda, herhangi bir maddi hata savunma olarak kullanılabilir. Mesela, kurgusal bir yargılamada bir kişinin kendi erkek veya kız kardeşi ile cinsel ilişki kurması özel bir kasıt altında yapılmış olabilir. Bu bağlamda, iki ikiz kardeş doğumdan itibaren ayrılmış ve farklı evlerde yaşamış olabilir. Otuz yıl sonra karşılaşan bu iki kardeş, kardeş olduklarını bilmeden birbirlerine aşık olmuş ve cinsel ilişkiye girmiş iseler, bu fiilleri ensest ilişki suçunu oluşturmaz. Maddi hata savunması kusursuz sorumluluk hallerinde kullanılmaz ve uygulanmaz.

Hukuki hata genellikle iyiniyetli bir kişinin kanunu yorumlamada ve suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hallerinin gerçekleştiği ya da ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz şekilde hataya düşmesidir. Kanunu bilmemek mazeret olmamakla ve dolayısıyla suçu ve cezayı ortadan kaldırmamakla, kanunu bilmemek bir hukuki maddi hata olarak kabul edilmez. Mesela, vergi dairesi satın alacağınız bir eşyanın fiyatının indirime tabi olduğunu söylese ve sizde indirimli fiyatla eşyayı satın alsanız. Ancak daha sonra o eşyanın indirime tabi olmadığını öğrenseniz, bu satın alma işlemi hukuki hata kapsamında olmakla vergi kaçakçılığı suçunu oluşturmaz.

Bazı durumlarda fail kendi fiilinin mağdurun rızasına dayalı olduğunu savunabilir. Bu savunma özellikle ırza geçme suçlarında yaygındır. Eğer ırza geçmekle suçlanan kişi diğer tarafın rızası ile cinsel ilişkiye girmiş ise, bu fiil suç oluşturmaz. Ancak mağdurun rızası aşağıdaki koşulların mevcudiyeti halinde geçerli değildir:

– Mağdur küçük ise,
– Mağdur akıl hastası ise,
– Mağdur sarhoş ve dolayısıyla makul şekilde düşünme ve karar verme yeteneğine sahip değil ise,
– Rıza kuvvet kullanılarak veya tehditle elde edilmiş ise,
– Rıza hileyle veya aldatıcı araçlarla sağlanmış ise,
– Mağdur hukuken ehliyetsiz ise,
– Rıza savunması mevcut bir yasayla önlenmiş ise,

Ağır cismani zarara veya ölüme neden olma durumlarında rıza bir savunma şekli değildir. Mesela, bir kişinin mağduru kendisi istediği için öldürdüm veya mağdur istediği için onu dövdüm şeklindeki savunmasına itibar edilmez. Bu gibi fiiller mağdurun rızası olsun ya da olmasın suç teşkil eder.

Ceza sorumluluğunu azaltan bir diğer neden de, bir alt bölümde incelenecek olan ve bizim hukukumuzda tahrik olarak isimlendirilen, Amerikan Hukuku’nda ise “heat of passion” denilen “şiddetli öfke” veya “hiddet”tir.

F- KİŞİLERE KARŞI İŞLENEN SUÇLAR – ADAM ÖLDÜRMEK

Dünyanın her ülkesinde en ağır suçlardan birisi olarak kabul edilen adam öldürme suçunun ilk faili, yani ilk katil, İncil’de de hikaye edildiği üzere kardeşi Habil’i öldüren Kabil’dir. İlk çiftçi olan ve uygarlığın başlangıcı olarak kabul edilen toprağı ekmekle ve sürmekle uğraşan Kabil, kardeşini öldürdüğü için Tanrı tarafından lanetlenmiştir. Adem ile Havva’nın ilk günahın ardından cennetten kovulma cezası almaları sonrasındaki ikinci günah olan bu cinayetin cezası, Tanrı’nın Kabil’i sonsuza kadar yuvasından kovmak olmuştur. Ve bu cezası nedeniyle Kabil dünyada yalnız başına dolaşmak zorunda kalmış ve bir daha asla evine dönememiştir. Bu cezadan sonra ve uygarlığın gelişmesine bağlı olarak adam öldürme fiilinin cezası, her ülkenin kendi uygulamasına ve öldürme eyleminin koşullarına bağlı olarak idamdan müebbet hapis ve ağır hapis cezasına kadar sıralanmıştır.

İncil’deki bu hikaye bizim Kutsal Kitabı’mız olan Kur’an’da da “Adem’in iki oğlu” adıyla ve isimleri verilmeksizin anlatılır. Maide; 27-31’de anlatılan bu kıssada şöyle denir: “Onlara Adem’in iki oğlu kıssasını anlat. Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. Birisi – Seni kesinlikle öldüreceğim – derken, diğeri – Allah ancak takva sahiplerinden kabul buyurur. Sen öldürmek için bana el uzatsan da ben öldürmek için sana el uzatmayacağım. Çünkü ben Alemlerin Rabbi Allah’tan korkarım. Dilerim, hem benim, hem de kendinin günahını yüklenip cehennemi boylarsın. – dedi. Kardeşini öldürmek, kendini kaptırdığı ihtirasına hiç de zor gelmedi ve böylece kaybedenlerden oldu. Derken Allah kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermesi için yeri deşen bir karga gönderdi. Bunun üzerine – Yazıklar olsun, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömemedim” diye vicdan azabı çekti…- 

Değerli ve bilge bir ilahiyatçı olan Ali İhsan Eliaçık, bloğunda yazdığı bir yazıda Kur’an’daki bu kıssayı “Demek ki Adem’in iki oğlundan ilki (Kabil) mülk ihtirasını, ikincisi de (Habil) bundan arınmış olmayı sembolize ediyor. İlkinden nüsuk (ritüel) kabul edilmiyor, ikincisinden kabul ediliyor…” şeklinde yorumlar ve “Adem’in iki oğlu tam da günümüzü anlatmıyor mu? Biz hepimiz Adem’in iki oğlundan birisi değil miyiz?” diye sorar.

Evet! Günümüzde de pek çok Habil ve Kabil var. Kabil’ler adam öldürmeye devam ediyorlar ve bunları savcılar soruşturuyor, mahkemeler mahkum ediyor. Ama buna rağmen Kabil’lerin nesli tükenmiyor.

Dönelim konumuza. Modern zamanlarda ve hemen her ülkede suçları soruşturmakla görevli ve yetkili olan savcılar, adam öldürme suçunun işlendiğini haber alır almaz harekete geçerler, bu bağlamda suç ve suçluyla ilgili delilleri toplarlar. Zira itham etmek ve suçun işlendiğini kanıtlamak görevi savcıya aittir. Savcının bu görevi yürütmekteki ilk işi “corpus delicti” adı verilen “suçun gövdesini”, yani “mevcudiyetini” tespit etmek ve buna ilişkin delilleri toplamaktır. Zira suçun varlığını ve failini ispat etmek görevi savcıya aittir.

İngiliz Ortak Hukuku’nun uygulandığı dönemde, Amerika Birleşik Devletleri’nde adam öldürme suçunun çeşitleri arasında herhangi bir farklılık ve ayrım mevcut değildi. Ancak devrimden ve Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulmasından sonra, Amerikan parlamentosunun yürürlüğe koyduğu yasalarla adam öldürme fiili değişik şekillerde sınıflandırıldı. Buna bağlı olarak farklı durum ve koşullardaki öldürme fiilleri için farklı sorumluluklar, diğer bir deyişle farklı ceza-i yaptırımlar öngörüldü.

Bu bağlamda, Amerikan Hukuku’nda adam öldürme/cinayet suçu, birinci ve ikinci derece adam öldürme/cinayet olmak üzere ikiye ayrılır. Taammüden adam öldürme eylemi birinci derece adam öldürmedir/cinayettir ve cezası daha ağırdır. Bunun dışında kalan adam öldürme/cinayet eylemleri, ikinci derece adam öldürme/cinayet olarak kabul edilir ve cezası diğerine oranla daha azdır. İkinci derece adam öldürme/cinayet suçunun unsurları konusunda her eyaletin yasası farklılık gösterir.

Adam öldürme/cinayet fiilinin birinci derece olarak kabul edilmesindeki en önemli ölçü kasıttır. Eğer fail öldürme kastıyla/intent to kill ve tasarlayarak/malice aforethought hareket etmiş ise, bu fiil birinci derece adam öldürme/cinayet olarak kabul edilir. Tasarlamanın uzun zamandan bu yana olmasıyla, öldürme fiilinden hemen önce olması arasında herhangi bir fark yoktur.

Kast bir düşüncedir, elle tutulması, gözle görülmesi mümkün olan bir irade değildir. Bundan dolayı ve elbette biz öldürme fiilini yapan kişinin iradesini okuyamayız ve bilemeyiz. Bununla birlikte, kastın varlığını kabul konusunda Ortak Hukuk’tan gelen ve o nedenle geleneksel olan bazı doktrinler vardır.

Bunlardan birincisi öldürücü silah/deadly weapon doktrinidir. Buna göre, katil dolu bir silahı kurbanına tevcih etmiş ve tetiği çekmiş ise, öldürme kastıyla hareket etmiş sayılır. Öldürme fiili silah kullanmak şeklinde değil, elbette başka öldürücü nitelikte bir başka araç, mesela bıçak ya da ip, mendil, eşarp, taş kullanılarak gerçekleştirilmiş olabilir. Buradaki ölçü failin eylemi ile bu eylemin doğal ve olası sonuçlarını bilmesi, bilebilecek durumda olmasıdır. Yargıç ya da jüri öldürücü silahın mevcudiyetini her olay bazında ayrı ayrı belirler.

Kast, kötü niyeti ya da suç işleme kastı olmayan bir kişiye aktarılmış da olabilir. Ya da belirli bir kişiyi öldürmek için yapılan bir atış kazayla bir başka kişiye isabet etmiş olabilir. Bu gibi durumlarda, kastın aktarıldığı kişi de öldürme fillinden sorumlu olduğu gibi belirli bir kişiyi öldürmek amacıyla yapılan atış sonucu kazayla bir başka kişinin ölmesi durumunda, atışı yapan kişi bu öldürme fiilinden dolayı da sorumludur. Bu gibi durumlarda adam öldürme suçu, ikinci derece adam öldürme olarak nitelendirilir.

Yine öldürme kastının olmadığı, yaralama kastıyla hareket edildiği ve fakat eylemin ölüme neden olduğu durumlarda da, sanığın eylemi ikinci derece adam öldürme olarak kabul edilir. Bununla birlikte, bu ve benzeri olaylarda eyaletler arasında farklı kabuller ve uygulamalar mevcuttur.

Bazı durumlarda, öldürme kastı olmaksızın ve dikkatsizlik veya tedbirsizlikle de ölüme sebebiyet verilmiş olabilir. Bunun en tipik örneğin alkollü araba kullanmaktır. Bu gibi durumlarda ve somut olayın özelliğine bağlı olarak daha az derecede adam öldürme suçu vardır ve cezası da kasten ya da taammüden adam öldürmek suçuna göre daha azdır.

Kişi doğrudan doğruya bir kişiyi öldürmemiş olsa dahi, yine de bu suçtan sorumlu tutulabilir. Bu gibi durumlar, Amerikan Ceza Hukuku’nda felony murder rule/adam öldürme cürümü kuralı olarak isimlendirilir. Bu kuralın uygulanmasında öldürme fiilinin bizzat o kişi tarafından yapılmış olmasına gerek yoktur. Kişi, başka kişilerle birlikte, yani iştirak halinde bir eyleme katılmış ise, o eylemde öldürülen kişi bizzat o kişi tarafından öldürülmüş olmasa, diğer bir deyişle iştirakçilerden bir başkası tarafından öldürülmüş olsa dahi, o kişi de birinci derece adam öldürme suçundan dolayı sorumlu tutulur. Mesela, iki kişi banka soymak amacıyla hareket etse, bunlardan birisi bankayı soyma, diğeri araba kullanma görevini üstlense, bankayı soyma görevini üstlenen kişi banka görevlilerinden birisini öldürse, arabayı kullanan kişi de adam öldürme suçundan dolayı sorumlu tutulur ve mahkum olur.

Pek çok mahkeme ‘res gestae theory’ olarak isimlendirilen “yapılmış şeyler teorisi”ni, yani yapılmış eylemleri dikkate almakta, bu bağlamda adam öldürme fiili eğer cinayetin hemen öncesinde veya çok daha eski bir tarihte yapılmış bir işleme/anlaşmaya dayanıyor ise, bu işlemin/anlaşmanın bütün tarafları iştirakçi olarak adam öldürmekten/cinayetten dolayı suçlu kabul edilmektedir.

Esasen öldürme cürümü kuralı, mahkemelerce oldukça geniş şekilde uygulanmaktadır.  Buna göre eğer bir kişi adam öldürme cürümünü işlemek için başka kişilerle bir anlaşma yapmış ve cinayet bu anlaşma çerçevesinde gerçekleştirilmiş ise, o kişi cinayeti bizzat kendisi işlememiş olsa dahi cinayet suçundan dolayı sorumludur.  Zira suç işleme konusunda bir ya da birden fazla kişiyle anlaşmış olmak bizatihi suçtur. Yine anlaşma çerçevesinde suçun tamamlanmamış, diğer bir deyişle teşebbüs halinde kalmış olması durumu dahi ceza hukuku anlamında suçtur. Ayrıca tamamlanmamış suçları tahrik veya azmettirme/teşvik etmek de, ceza-i kastı içerdiği için suç olarak kabul edilmektedir. Teşebbüs aşamasında kalmış olan, yani tamamlanmamış bulunan suç niteliğindeki fiiller, tamamlanmış kabul edilir ve tamamlanmış gibi cezalandırılır. Mesela iki veya üç kişi bir bankayı silahlı olarak soymayı gerçekleştirmek için bir plan yapsalar ve fakat bu planı henüz gerçekleştirmeden bundan vazgeçseler, bu anlaşmaya taraf olanların tamamı bankayı gerçekten soymuş gibi mahkum edilirler.

Ancak öldürme cürümünün uygulanması hususunda, pek çok eyalet bazı sınırlamalar öngörmüştür. Bu sınırlamaların bir kısmı aşağıdaki gibidir:

–  Teşebbüs edilen veya işlenen cürüm insan hayatı için tehlikeli bir fiil olmalıdır.
–  Ölüm ile cürüm fiili arasında doğrudan bir illiyet bağı bulunmalıdır.
–  Ölüme neden olan fiil cürümü icra ederken gerçekleşmiş olmalıdır.
–  Eylem kusurlu ve ahlaken suç olmalıdır.
–  Fiil bir Ortak Hukuk/Common Law cürümü olmalıdır.

Amerikalıların “manslaughter” olarak isimlendirdikleri adam öldürme fiili, kasıt olmaksızın ve kazaen birisinin ölümüne neden olmaktır. Adiyen adam öldürme olarak kabul edilen bu çeşit adam öldürme suçunun cezası daha azdır. Bu tür öldürme fiili isteyerek/ihtiyari veya istemeyerek/gayri ihtiyari gerçekleşmiş olabilir. Cinayet ile bir insanı öldürmekle, kazaen veya adiyen bir insanı öldürmek arasındaki fark, bu çeşit adam öldürmede, ölen ile öldüren arasında bir niza olmasını ve bu nizaya ölenin sebebiyet vermesini gerektirir. O nedenle, bu şekilde adam öldürme fiili, diğer çeşit adam öldürme fiillerinden daha geniş kapsamlı olarak değerlendirilir. Bu bağlamda ölenin fiilleri, mesela tahriki öldüren yönünden hafifletici neden olarak kabul edilir, ceza buna göre indirime tabi tutulur, sadece ölenin tahrik niteliğindeki davranışları öldüren yönünden mazeret olarak sayılmaz ve o nedenle öldüren tamamen suçsuz kabul edilmez. Bu bağlamda, eğer mahkeme eylemin heat of passion/yani şiddetli bir öfke/hiddet sonucu işlenmiş olduğu kanaatine varırsa, cezada indirim yapar. Ancak şiddetli öfke/hiddet;

 
  • Tahrik için uygun ve yeterli olmalıdır.
  • Şiddetli öfkenin/hiddetin soğuması için bir fırsat olmamalı, yani tahrikle öfke arasında zaman geçmemiş olmalıdır.
  • Tahrikle, yani öfke, kızgınlık ve öldürücü eylemle, öldürme olgusu arasında illiyet bağı bulunmalıdır.

Tahrikin uygunluğu veya yeterliliği hususu, her somut olay temelinde ayrı ayrı değerlendirilir, ancak bu hususta bazı mutlak durumlarda vardır. Bu bağlamda, kimi sözler ve davranışlar tahrikin kabulü ve cezanın indirilmesi konusunda yeterli değildir. Genellikle öldüren kişinin fiziksel saldırıya uğraması veya ailesinin güvenliğini sağlama korkusu içinde hareket etmesi durumunda, tahrikin varlığı ve yeterliliği kabul edilmektedir. Örneğin, kişinin eşini zina yaparken yakalamış olması bir tahrik nedenidir.

Bu suçun kabulünde, tahrikle suçun işlendiği zaman arasında öldüren kişinin öfkesinin/hiddetinin geçmesine etki edecek bir süre olup olmadığı araştırılır. Eğer öldürme eylemi ile ölenin hiddet/öfke yaratan eylemi arasında, öldürenin öfkesinin/hiddetinin geçmesi için yeterli bir zaman dilimi var ise, kazaen adam öldürme yerine kasten adam öldürme suçunun mevcudiyeti kabul edilir.

Öldürme eyleminin tahrik sonucu gerçekleşmiş olması gerekir. Bu hem öldürme nedenini, hem de öldürme eyleminin zamanını kapsar. O nedenle, suçun faili savunma olarak yıllar önceki bir fiile öfke/hiddet nedeni olarak dayanamaz.

Jüriler öfkenin/hiddetin şiddetli olup olmadığını makul bir kişiyi ölçü alarak değerlendirirler. Bu konuda failin hoşgörüsü ve sabrı ölçü değildir. Eğer makul bir insan kendisini kısıtlayabilecek, durdurabilecek durumda ise, failin de kendisini frenleyebileceği kabul edilir ve o nedenle failin eylemi kazaen adam öldürme olarak nitelendirilmez.

Pek çok adam öldürme fillinde, failler meşru müdafaa olduğunu savunurlar. Jüri bunun şartlarının varlığına kanaat getirirse beraat kararı verilir.

Hiçbir kasıt olmaksızın ve gayri ihtiyari olarak işlenen adam öldürme fiili, kusurlu olarak ya da ihmal sonucu adam öldürme ve hukuka aykırı bir eylemle adam öldürme olmak üzere ikiye ayrılır. Mesela, yakılan bir kamp ateşi yakınındaki bir evin yanmasına ve bu evdeki bir insanın ölmesine neden olmuş ise, bu kusur ya da ihmal sonucu adam öldürme fiili kapsamındadır. Dikkatsizlik ve tedbirsizlik hukuka aykırı bir fiil, diğer bir deyişle taksir olarak kabul edilmekle, bir kişinin ölümüne bu şekilde neden olma hukuka aykırı bir eylemle/taksirle ölüme neden olma olarak kabul edilir. Ölümle neticelenen pek çok trafik kazası bu kategoriye girer. Pek çok eyalette bu şekilde adam öldürme fiilleri, arabayla adam öldürme adıyla özel bir suç kategorisi olarak düzenlenmiştir. Zira bu çeşit adam öldürme fiilleri taammüde bağlı olarak değil, bir veya birden fazla trafik kurallarını veya emirlerini ihlal etme sonucu meydana gelir.

Bu kapsamda söz edilmesi gereken bir diğer husus, ötenazi, yani ölümcül bir hastanın daha fazla acı çekmemesi için ilaçla veya bir başka şekilde öldürülmesidir. Bu tarz adam öldürme, diğer bir deyişle acısız veya bir lütuf olarak adam öldürme, 70’li yıllardan sonra ve giderek artan bir olgudur. Bu tarz adam öldürmeyi savunanlar, kişinin hayatına son verme hakkı olduğunu ileri sürmektedirler. Bununla birlikte, ölümcül hastalıkları olan kişiler, genellikle hayatlarına kendileri son vermemekte, bu konuda başkalarından yardım almaktadırlar. Birisinin, bir diğer kişinin intihar etmesini telkin etmesi ve ölümün bu şekilde meydana gelmiş olması durumunda, bu eylemi adam öldürme fiilinden ayırt etmek kimi zaman ve durumlarda oldukça zordur.

Ötenazi sadece bizim gibi halktan olan insanların arasında değil, tıp dünyasında ve hekimler arasında da konuşulan ve tartışılan bir husustur. Hekimler iyileşme umudu olduğu sürece, önceliklerini bu umuttan yana kullanırlar. Eğer hasta, ölümcül  hastalığının son aşamasına gelmiş ise, doktorlar mümkün olduğu kadar hastanın rahat etmesini, acı çekmemesini sağlamaya çalışırlar. Kimileri, böyle bir durumda doktordan hayatına son vermesini isteyen bir hastaya bu şansın bağışlanması gerektiğini ileri sürer. Amerika’da bazı eyaletler buna imkan veren yasaları kabul etmişlerdir. Yasaların buna imkan vermediği eyaletlerde, bu çeşit fiiller, intihara yardım suçu olarak kabul edilmekte ve cezalandırılmaktadır.

Hekimler aynı zamanda hasta olan bir kişinin çok uzun bir süreyle suni hayat desteği sistemine bağlı olmasına karşıdırlar. Bazı hastalar yaşama iradelerini doktorların kararlarına bırakmaktadır. Bu şekildeki yaşama iradelerinin, hastanın kendi sağlıklı iradesiyle ve imzasıyla noterlikçe yapılması gerekir. Ne yazık ki, normal şartlarda kendi özgür iradeleriyle böyle irade beyanında bulunmayacak olan yaşlılar, ailelerinin veya doktorların baskısıyla bu tür belgeleri imzalamaktadırlar. Ne var ki, bu tür bir baskı ve zorlama altında yapılan irade beyanları hukuken geçerli değildir.

Bir diğer öldürme fiili yeni doğan çocukların, yani beneklerin öldürülmeleridir. Her ne kadar bazı kültürler yeni doğan çocukların öldürülmelerine müsamaha etmekte veya buna zımnen izin vermekte iseler de, Anglo-Amerikan hukuk bilimi ve yargı kararları geleneksel olarak bu tür fiilleri suç olarak kabul etmektedir.

Bebeklerin öldürülmeleri kürtajdan farklıdır. Bebek öldürülmesi olayının soruşturulması ve kovuşturulması için canlı bir çocuğun öldürülmüş olduğunun kanıtlanmış olması gerekir. Pek çok bebek öldürme vakasında, bebekler açık bir alana bırakılmakta, diğer bir deyişle bu alanlarda ölüme terk edilmekte ve ölmektedirler. Bu gibi fiiller kasten adam öldürme olarak kabul edilir ve buna göre cezalandırılır. Bu şekilde ölüme terk edilen çocuklar henüz daha ölmemiş iseler, bunu yapan kişi her kimse, – ki çoğu zaman annedir – o kişi adam öldürmeye teşebbüs suçundan dolayı yargılanır ve bu suçtan mahkum olur.

G-  KİŞİLERE KARŞI İŞLENEN ŞİDDET SUÇLARI –

Hepimizin bildiği üzere, kişilere karşı işlenen bu nitelikteki suçların mağdurları daha çok kadınlar ve çocuklardır. Zira bu nitelikteki suçlar kapsamında bulunan ırza geçme, aile içi şiddet, cinsel nitelikte uygunsuz saldırılar, kaçırma, çocuk istismarı erkeklerden daha ziyade kadınlara karşı işlenir. Kadının cinsel mal olarak kabul edildiği ve kadının ve çocukların taşınır maldan öte bir değerinin olmadığı eski zamanlara ait bu kabuller ve değerler, dünyanın pek çok ülkesinde tam olarak ölmedi ise de, önemli ölçüde aşınmış durumdadır.

Kadına yönelik şiddet dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Amerika Birleşik Devletleri’nde de en önemli sorundur. Dünya genelinde hayatları boyunca şiddet gören kadınların oranının yaklaşık olarak %75 olduğu tahmin edilmektedir. Yapılan başkaca çalışmalar, 15 ile 44 yaş arasındaki kadınların şiddet mağduru olduklarını göstermektedir. Sonuç itibariyle şiddet suçları kadınları çok erken zamanda ve sıklıkla vurmaktadır.

Kadına karşı işlenen cinsel ve şiddet içeren suçların başında ırza geçme suçu gelmektedir. Irza geçme, zor kullanmak suretiyle bir kadınla cinsel ilişkiye girmektir. İngiliz Ortak Hukuku’nda ağır bir suç olarak kabul edilen ırza geçme fiili, eğer soylu bir kadına karşı yapılmış ise, çok ağır şekilde cezalandırılmaktaydı. Bu durumda, mağdurun ailesine fail tarafından, daha önce incelediğimiz wergild olarak isimlendirilen ağır bir kefalet ya da tazminat ödemesi yapılıyordu. Bunun olası nedeni, mağdur kadının erdemini yitirmiş olmasından dolayı evlilik pazarında uğradığı değer kaybıydı.

Günümüzde ABD’de her eyalet ırza geçme suçunu, hem erkeğe, hem de kadına karşı işlenebilecek bir suç olarak kabul etmiş ve kanunlarını buna uygun şekilde değiştirmiştir. Aynı şekilde ırza geçme fiilinin aile içinde de olabileceği kabul edilmekle, ABD’de Federal düzeyde yürürlüğe konulan 05 Temmuz 1993 tarihli yasa ile ve “maritial rape” adı altında buna uygun olarak yasa değişikliği yapılmış, bu suç giderek eyaletler düzeyinde de kabul görmüştür. Bu bağlamda, 33 eyalet eşlerin ırza geçme suçundan dolayı haklarında soruşturma yapılmasını kabul eden gerekli yasal değişiklikleri yapmıştır.

Yine hemen hemen bütün eyaletler, ırza geçme fiili dışında, başarısız da olsa, yani teşebbüs aşamasında da kalsa, her türlü cinsel saldırı, cinsel taciz, ensest ilişki, cinsel teşhircilik fiillerini de suç olarak kabul etmektedir.
Irza geçme fiilinin ispatı için gerekli olan üç unsur şunlardır:

 
  • Seks fiili genel olarak kadının vajinasına girmek olarak tanımlanmakta, ancak erkeğe veya kadına karşı yapılan anal duhuller ile oral seks de bu kapsamda kabul edilmektedir. Pek çok eyalet bu fiilin penis ile yapılmış olmasını aramakta, bazı eyaletler penis dışında bir başka aletin kullanılmasını da yeterli saymaktadır. Irza geçme suçunun gerçekleşmesi için boşalmanın kanıtlanması şart değildir.
  • Irza geçmenin güç kullanılarak veya tehditle yapılmış olması şartı aranmaktadır. Pek çok yeni yasa fiziki kuvvet kullanılmış olmasının ispatlanmasını öngörmemektedir. Mağdurun korkutulduğunu veya kendisine karşı fiziki güç kullanıldığını ifade etmesi yeterli sayılmaktadır.
  • Irza geçme fiilinin mağdurun rızası dışında veya geçersiz rızaya dayanılarak, mesela ilaç verilerek ya da içki içirilerek gerçekleşmiş olması veya yaş küçüklüğü ya da başkaca hukuki ehliyetsizliğe bağlı olarak özgür irade yeteneği bulunmayan mağdura karşı yapılmış bulunması gerekir.

Gerek dünyanın pek çok ülkesinde, gerekse Amerika Birleşik Devletleri’nde yaygın olan suçlardan birisi de aile içi şiddettir. Daha çok erkekler tarafından kadına karşı uygulanan bu şiddete bağlı olarak meydana gelen ölüm ve cismani zarar oranı oldukça yüksektir.

Bu suç pek çok eyalet tarafından özel bir suç olarak kabul edilmiştir. Buna göre müessir fiil/etkili eylem, her türlü saldırı, ağır saldırı, tedirgin edici, rahatsız edici, taciz edici eylemler, gizlice yaklaşmalar gibi, mağdura fiziksel ve zihinsel veya maddi veya manevi yönden zarar veren her türlü eylem, aile içi şiddet suçu kapsamında kabul edilmektedir. Son zamanlarda sadece bu türlü maddi fiiller değil, aynı zamanda eşe karşı ekonomik baskı kurma, eşi korkutma, eşe gidebilecek bir mekan bırakmama gibi psikolojik eylemler de aile içi şiddet kapsamında görülmeye ve bu şekilde kabul edilmeye başlamıştır.

Aile içi şiddet suçuna karşı mücadele amacıyla Amerikan Kongresi 1994 yılında Violance Against Women Act/Kadına Karşı Şiddet Yasası’nı kabul ederek yürürlüğe koymuş ve bu yasa ile “Amerika Birleşik Devletleri’ndeki her kişinin cinsiyet saikli şiddet suçlarından kurtulmaya hakkı olduğu hususu” deklere edilmiş, daha sonra yapılan değişiklikler ve ek düzenlemelerle bu hak ve bu hakkın korunması tahkim edilmiştir.
Son yıllarda gerek eyalet, gerekse yerel yönetimler düzeyinde yürürlüğe konulan yasaların başında hate crimes/nefret suçları ile ilgili düzenlemeler gelmektedir. Amerika Birleşik Devletleri Adalet Bakanlığı, nefret ve önyargı saikli suçları “mağdura karşı olan ırk veya dinsel temelli, cinsel yönelim, etnisitiye/etnik kökene  veya milli kökene dayalı, engelli kişilere yönelik her türlü eylem” şeklinde tanımlamaktadır.

ABD’de bugün itibariyle mevcut ve yürürlükte olan yasal düzenlemelere göre nefret suçu oldukça geniş bir alanı ve önyargıyı kapsamaktadır. Bunlar aşağıdaki gibidir:

 
  • Irk, etnisite/etnik köken ve din,
  • Cinsel yönelim,
  • Cinsiyet,
  • Yaş,
  • Siyasal eğilim,
  • Zihinsel ve fiziksel yönden engelli olmak,
  • Kurumsal vandalizm ve dini pratiklere müdahale,

Kişilere karşı işlenen suçlardan birisi de, adam veya çocuk kaçırma suçlarıdır. ABD’deki tüm eyaletler ve Federal Devlet/Hükümet, mağduru ister çocuk, isterse yetişkin olsun kaçırma eylemini suç olarak kabul etmekte ve cezalandırmaktadır.  Buna göre ebeveynlerinin velayeti veya vasisinin denetimi altındaki bir çocuğu, onların velayeti ve denetimi dışına çıkarmak suçtur.

Kaçırma fiilleri ABD’de abductionve kidnapping şeklinde bir ayrıma tabi tutulmaktadır. Abduction kişiye cismani yönden zarar vermek, mesela dövmek için ve zor/cebir kullanılarak o kişinin kaçırılması demektir. 

Kidnapping ise, çocuk kaçırma anlamı dışında, yine bir kişiyi iradesi dışında, güç kullanarak ve hileyle veya gözdağı vererek kaçırmaktır. Günümüzde her iki suçta aynı kapsamda mütalaa edilmektedir. Kaçırma fiili fidye istemeyi de kapsıyorsa daha ağır şekilde cezalandırılmaktadır.

ABD’de suç olarak kabul edilen bir diğer fiil, çocuğun kötü muameleye tabi tutulmak suretiyle istismar edilmesidir. Bu konuda ceza hukuku ile ebeveyn otoritesi, yani velayet kurumu arasında çatışma vardır. Şöyle ki, yetişkin bir kişi bir başka yetişkin kişinin fiili saldırısına uğrasa, yani bir etkili eylemle karşılaşsa, saldırıda bulunan kişi kovuşturulur ve bu eyleminden dolayı cezaya çarptırılır. Ama aynı yetişkin kişi, çocuğunu dövse, bu eylem bazı eyaletlerdeki hukuki düzenlemelerde suç olarak kabul edilmez, ebeveynin çocuğu tedip ve terbiye etme hakkı çerçevesinde değerlendirilir. Ancak çocuğun bu tarz istismarı farklıdır. Pek çok eyalet kabul edilebilir bedensel cezaları suç olarak kabul etmemektedir. Ancak ebeveynin bu hakkın sınırlarını aşması, çocuğa bedensel yönden ciddi zarar veya aşırı acı ve üzüntü vermesi, çocuğun ölümüne neden olması, çocuğu zihinsel yönden sıkıntıya sokması, çocuğu aşağılaması durumunda, bu fiiller suç olarak kabul edilmektedir.

ABD uygulamasında çocukların cinsel yönden istismar edilmelerinin tıbbi tanımı ve bunun alanı oldukça geniştir. Amerikan Pediatrik Akademisi çocukların cinsel yönden istismar edilmelerinin; “Çocukla oral, jenital, anal her türlü teması kapsadığı gibi, çocukları pornografik filmlerde veya resimlerde kullanma, voyerizm, yani röntgencilik, teşhir gibi temassız istismarları da kapsadığını” ifade etmektedir. Dolayısıyla çocuklara yönelik temaslı ve temassız her türlü istismar fiili suçtur.