Anayasa değişiklik paketinin TBMM`de 336 oyla kabul edilmesinden sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül referandum yolunu gösterdi. Değişikliğin halk oyuna sunulması için Resmi Gazete`de yayınlanmasına karar verdi. 12 Eylül Anayasasında köklü değişiklikler yapan teklifin 12 Eylül`ün yıldönümünde halkın onayına sunulması da kaderin cilvesi olsa gerek.

Anayasa değişikliğini öngören kanun teklifinin Resmi Gazete`de yayınlanmasından sonra Yüksek Seçim Kurulu anlaşılmaz bir şekilde referandum tarihini yürürlükten kalkan kanuna göre 120 gün sonrası olarak belirledi. Oysa 3 Mart 2010 tarihinde Meclis`te kabul edilerek 9 mart tarihinde yürürlüğe giren Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulmasına Dair Kanun`da 5955 sayılı kanunla yapılan değişiklik ile süre 120 günden 60 güne indirilmişti. Ne Türk Dil Kurumu sözlüklerinde ne de hukuk literatüründe seçim kanunu ile referandum eş anlamlı olmadığı apaçık ortada iken YSK`nun yüksek hakimleri referandumu seçim kanunu kabul ederek bu kararı aldılar. Ne diyelim bizde yargı organları hukuk kurallarını uygulamak yerine kanun koyucu rolünü üstlenmeyi tercih ediyorlar. Sonra da yasama ve yürütme yargıyı kuşatıyor diye feryat ediyorlar.

YSK`nun hukuka aykırı ama uyulması zorunlu bu kararı ile referandumun 12 Eylül tarihine rastlaması, darbelere karşı olanları, 12 Eylül mağdurlarını, 82 Anayasası ile sorunu olanları, darbe yerine hukuk ve demokrasi diyenleri `değişikliğe evet`  ortak paydasında biraraya getirmeye katkısı olacak  önemli bir unsur olacağı görülüyor. YSK kararı hiç olmazsa bu yönden hayırlı olabilir. Ancak CHP alışkanşığını sürdürerek referandumu Anayasa Mahkemesi ile engellemek için başvurmakta gecikmedi. Şimdi gözler AYM`nin vereceği karara çevrilmiş durumda.

Hatırlanacağı üzere bu sütunlarda, halkoylamasına sunulan anayasa değişikliklerinin  AYM`nce denetlenemeyeceğini yürürlükteki Anayasa ve yasalar çeçevesinde izah etmiştik. Anayasa değişikliklerini sadece şekil yönünden –nitelikli çoğunluk, ivedilikle görüşülmeme ve iki defa görüşülme yönünden – denetleme yetkisi olan AYM`nin, konuyu esastan ele almasının Anayasa ihlali olacağında kuşku yok. Şekil yönünden bakıldığında da, Meclis TV`nin canlı yayınlarıyla, ivedilikle görüşülmeden, iki defa görüşülerek, madde madde oylanarak nitelikli çoğunlukla değişiklik teklifinin Meclis`te kabul edildiğine dünya alem şahit. Anayasa`nın 148.Maddesi şekil bakımından denetlenmeyi          “... Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyuylup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır„  demek suretiyle AYM`nin denetleme yetki alanını sınırlı tutmuştur. Buna rağmen AYM`den farklı bir karar çıkar mı?  367 kararı ve Anayasanın 10 ve 42 maddelerinin değişikliğine dair kanunun iptali kararlarıyla hukuk notu sıfırın altına düştüğü düşünüldüğünde soru ortada kalıyor.

Son değişiklik teklifinin AYM`de hiç bir şekilde görüşülmeden reddedilmesi için çok önemli bir neden daha var. Bu paket Meclis`te 336 oyla kabul edildiği için Cumhurbaşkanının onaylamasıyla yürürlüğe girmiyor. Buradaki  `onay` referanduma sunulmak üzere metnin Resmi Gazete`de yayınlanmasını amaçlıyor. Diğer bir deyimle, yeniden görüşülmek üzere Meclis`e iade etmediği takdirde, Cumhurbaşkanının seçimlik bir yetkisi söz konusu değil, referandum zorunlu hale geliyor. Şimdi ortada halkın takdirine ve tasvibine sunulacak bir değişiklik metni var. Henüz bir kanun yok. Teklifin kanunlaşarak yürürlüğe girmesi için halkın referandumda yarıdan bir fazlasının evet demesi gerekiyor. (Anayasa Mad.175) Yine AYM`nin görev ve yetkilerini düzenleyen 148.maddeye baktığımızda, “...kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve TBMM  İçtüzüğünün şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler„  denilmektedir. Yani denetleme yapılabilmesi için öncelikle hukuken varlığı tartışmasız bir kanun olması gerekir. Anayasa değişikliği de bir kanunla olmaktadır. Değişikliğin AYM`nin görev ve yetkisi kapsamında denetlenebilmesi için olmazsa olmaz şart yürürlüğe girmiş bir kanun olmalıdır ki dava konusu edilebilsin.

 Anayasa Mahkemesinin önünde hukuken doğmamış, kanun haline gelmemiş bir metnin iptali için açılmış bir dava var. Tahminler yapılsa da, 12 Eylül 2010 günü son noktayı koyacak olan halkın ne karar vereceği belli değil. Bu aşamada AYM davayı konusu yönünden, yani iptali istenen hukuken sağlıklı doğmuş bir yasa olmadığı gerekçesiyle reddetmesi gerekiyor. Basına yansıyan haberlere göre raportörün görüşü de bu yönde. Şimdi Anayasa Mahkemesi hukukla imtihan halinde. Anayasa Mahkemesi üyeleri görevlerine başlarken şu yemini yapıyorlar; “ ...Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını koruyacağıma; görevimi doğruluk, tarafsızlık ve hakka saygı duygusu içinde, sadece vicdanımın emrine uyarak yapacağıma, namusum ve şerefim üzerine andiçerim."  Görüldüğü gibi Anayasa hükümlerine rağmen durumdan vazife çıkararak yetki ve görev alanlarını genişletmek yeminleriyle bağdaşmiyor. Korumaya yemin ettikleri Anayasa hükümleri AYM`ne şekil yerine esas denetimi yapma yetkisi vermediği gibi, henüz yürürlüğe girmemiş kanun tekliflerini ön denetime tabi tutma yetkisi de vermiyor. AYM üyeleri yaptıkları yemine sadık kalarak, hukuktan adaletten ayrılmadan, doğruluk ve hakka saygı duygusu içinde tarafsız olarak karar mı verecek, yoksa `ben yaptım oldu` keyfiliğinde yetki gaspında bulunarak bir karar mı verecek? Bu tarihi bir sınav. Türkiye hukuk ve demokrasinin çıtasını yükselterek yoluna devam eder ama bu sınavda sınıfta kalanlar yıllarca yaptıkları hukuksuzluğun vebaliyle anılacak ve tarihin kara sayfalarında yer alacaklardır. İbret almak isteyenler 27 Mayıs kanlı darbesine baksınlar. Darbenin üzerinden 50 yıl geçti ama hukuk cinayetiyle Başbakanının idamına karar veren hakimler vicdan mahkemelerinde mahkum olmuş lanetlenmeye devam ediliyor.

Reşat Petek