İnanılmaz gelişmeler yaşıyoruz. Zaman gazetesinin eski ekonomi yazarı Prof. Dr. İbrahim Öztürk dün peş peşe attığı tweetlerle kendisini tanıyanları şaşırttı. Tek çıkar yol Ak Parti’nin kapatılması olduğunu söylüyordu. Gerçekten üzüldüm. İbrahim Öztürk, parti kapatmak için iddianame düzenleyen burada isimlerini zikretmek bile istemediğim zevatla aynı çizgide mi anılacaktı.

Hatırlayacaksınız, dershane tartışmaları gündemde iken twitter hesabından “Peygamberin bile kıblesi şaştı oğlum !!! Kudüs’tü Kabe oldu. Bu alemde değişmeyen tek şey yalakalık, güce tapmak” diye yazmıştı.
Peygamberimize hakaret teşkil eden bu sözlerin kamuoyundan aldığı tepkiler nedeniyle, Öztürk’ün  Zaman gazetesiyle ilişiği kesilmiş, hatta Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı da, ‘Öztürk’ün söylediği laf asla kabul edilemez, özür dilemesi şart’ demişti. Ben şahsen Peygamberimize hakaret kastı olamayacağı kanaatiyle hatasını kabul edip özür dileyeceğini düşünmüştüm. Ancak İbrahim Öztürk bir zaman sonra söz konusu sözleri kendisinin yazmadığını, hesabının ele geçirildiğini açıklayarak düzeltmeye çalışmış ise de, oluşan ilk algıyı düzeltemedi.

Yaklaşık iki aydır gündemde olmayan İbrahim Öztürk dün sosyal medya üzerinden son gelişmeleri değerlendirip, “Türkiye için tek çıkış yolu var. AKP’ye derhal kapatma davası açılmalı. Artık hukuki ve toplumsal meşruiyetlerini kaybettiler” diyor. Ak Parti’nin kapatılması için çağrı yapıyor. Çağrısını tekrarlıyor; “Demokrasilerde kilitlenme olunca devreye yargı girer. Demokrasidir bu. Meşrudur. AKP kapatılmalı” sözleriyle de, demokrasi yerine jüristokraside çözüm arıyor.
Cemaat adına yazmadığını, kendi görüşlerini ifade ettiğini söyledikten sonra AKP üyesi olduğunu, görüşlerinin partiyi bağlayacağını da ilave ediyor. Öztürk’e göre, AKP’yi bağlayan görüş; AKP’nin kapatılması gerektiği !

Yukarıya alıntıladığım sözler, sosyal medyada dolaşan sıradan sözlerden biri olsa üzerinde durmaya değmez diyebiliriz. Ancak, sözlerin sahibi “AKP üyesi olduğunu”- Ak Parti değil- söyleyen bir yazar, bir akademisyen olunca önemsenmeli diye düşünüyorum. Sosyal ve siyasi krizlerden çıkış yolu, gerekirse erken seçim ile halkın hakemliğine başvurmak, egemenliğin sahibi millete gitmek, halk onaylıyorsa iktidarın yeniden yetki alması, onaylamıyorsa yeni siyasi oluşumlara yetki vermesi iken çözümü iktidar partisinin kapatılmasında aramak nasıl izah edilebilir?
Fikir ve düşünce dünyasındaki bu savruluş neyin nesidir ? Sosyologlar, siyaset bilimciler olayı nasıl tahlil ederler ? Yoksa ortada psikolojik bir sorun, patolojik bir vakıa mı vardır?

Parti kapatma davalarına Türkiye zaten yabancı değil. 1924’den bu yana kapatılan siyasi parti sayısı 60’a yakın. Genelde halkın iradesine güvenmeyenler parti kapatmayı çare olarak görmüştür. Gelişmiş demokrasilerde ise silahlı mücadeleyi, cebir ve şiddeti metot olarak benimsemeyen partilerin kapatılması söz konusu değildir. Bu nedenle beğenmediğimiz darbe anayasalarında bile siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsuru olarak zikredilmiştir.

Bizde ise, toplum mühendisliğine uymayan siyasal yapılanmalar sandık yoluyla engellenemeyince, partilerin kapatılmasıyla çare arandığı malumdur. Öyle ki, 28 Şubat Darbesi sürecinde iktidar ortağı birinci parti hakkında kapatma davası açılmış ve iktidar partisi kapatılmıştır. Böylece demokrasi, demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan bir siyasi partiden korunmuş, kurtarılmıştır!

Milletin büyük teveccühüne mazhar olarak, tek başına iktidar olma yetkisi verdiği Ak Parti hakkında da 2008 yılında kapatma davası açıldığı, bir oyla Ak Parti’nin kapatılmaktan kurtularak para cezasına çarptırıldığı hafızalarımızda.

Geçtiğimiz ağustos ayında karar verilen Ergenekon davasında, Ak Parti kapatma davasında kullanılan bazı delillerin üretildiğinin ortaya çıkması üzerine Ak Parti “yargılamanın yenilenmesi” yoluna başvurmalıdır demiştim. Ak Parti kapatılmamış olsa da, “irticai eylemlerin odağı olma” suçlamasının sabit görülmesinin her zaman Ak Parti aleyhine kullanılabileceğini ifade etmiştim. Hatta yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmak için Ergenekon davasının kesinleşmesinin beklenmeyebileceği, dosyadaki kara propaganda sitelerinde üretilen delillerin “yeni delil” olarak ileri sürülebileceğini de ileri sürmüştüm. O günlerde Sayın Başbakan’ın konunun değerlendirilmesi yönünde talimat verdiği basında yer almıştı. İşin doğrusu Ak Parti’nin kapatılması talebinin bu kadar kısa sürede gündeme getirileceğini tahmin edememiştim.
Gündem hızla değişti. Değişmeyen, temelden değiştirilemeyen asıl sorun devam ediyor. Sorun, egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu gerçeğini bazı kesimlerin hala kabullenememesinden kaynaklanıyor. Diğer bir deyimle demokrasiyi hazmedememenin sancıları devam ediyor.

Yetkiyi milletten alıp hesabını da millete verecek olan siyasal iktidara, kimseye hesap verme kaygısı ve mecburiyeti olmayanların dayatmalarda bulunması, taleplerinin bir kısmının kabul görmemesi üzerine, iktidara meşruiyet veren kendileriymiş gibi, “iktidarın hukuki ve toplumsal meşruiyetini kaybettiğini” ileri sürmeleri akıl ile, hukuk ile, demokrasiyle nasıl izah edilebilir?
Darbeci/vesayetçi anlayışın devamı bir dille Ak Parti’nin kapatılmasını istemek, sadece Ak Parti karşıtlığı, düşmanlığı değildir. Millet egemenliğine, milli iradeye, hukuk devletine karşı olmak, kumpas kurmaktır. Halkın seçtiği lidere “diktatör” deyip, kimseye hesap vermeye yanaşmayan belli bir sınıf ve zümre iktidarını savunmak  bu olsa gerek.  Neredesin sağduyu, neredesin aklı selim!