Geçtiğimiz hafta içerisinde ülke gündemine iki gazeteci Müyesser Yıldız ile İsmail Dükel’in Türk Ceza Kanunu’nun 328.maddesindeki Askeri Casusluk ile 329. Maddesinde yer alan Devletin Güvenliğine ve Siyasal Yararlarına ilişkin bilgileri açıklama suçları kapsamında göz altına alındığı iddiası oturmuştur.

Öncelikle, söz konusu suçların unsurları ile hangi hallerde bu suçların işlenebileceğini irdelemek ve akabinde bu iki suç kapsamında gözaltına alınan gazeteciler hakkında iddiaların bu suça vücut verip vermeyeceğinin incelenmesi gerekmektedir.

Türk Ceza Kanunun 328. Maddesi askeri ve siyasal casusluk başlığıyla yer almaktadır. İşbu maddede; “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin eden kimseye onbeş yıldan yirmi yıla kadar hapis cezası verilir” şeklinde suçun basit halini, ikinci fıkrası, “Fiil; a) Türkiye ile savaş hâlinde bulunan bir devletin yararına işlenmişse, b) Savaş sırasında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeye sokmuşsa, Fail, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde ağırlaştırılmış halini cezalandırmaktadır. her devletin kanunu, bu sırların muhafazası hususunda büyük bir hassasiyet göstermekte, ihlaline veya buna teşebbüs edenlere çok şiddetli cezalar öngörmektedir. Bu kapsamda, TCK 328. maddede düzenli suç, devletin birinci derecede önemli menfaatlerini ilgilendiren bilgileri korumak maksadıyla düzenlenmiştir. Bu suçun koruduğu hukuksal menfaatler, “devlet güvenliği”, “devletin iç veya dış siyasal yararları” ve “milli savunmaya” ilişkin menfaatlerdir.

Suçun maddi konusu, “devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgiler” yani, özünde devlet sırrı olan bilgiler olarak tayin edilmiştir. Menfaat sağlamak gayesiyle veya başka bir maksatla fail tarafından uydurulmuş sahte sırlar bu suça vücut vermez. Bununla beraber, rivayet, tahmin gibi hususlar bilginin sır vasfını kaldırmaya yetmez. Gizli kalması gereken bilgi artık gizliliğini kaybetmiş ise sırdan bahsedilemez. Örneğin, askerî bir sırrı temin etmiş olan bir kimse, aynı bilginin daha önce askerî dergide yayımlanmış olması neticesinde suç işlemiş olmayacaktır.

Askerî Yargıtay 2. Dairesinin 9.12.1987 gün ve 1987/762-747 E.K. sayılı kararında, herkesçe bilinen bir hususun “sır” olarak kabulü mümkün olmadığına, bu kapsamda, hudut bölgelerinde karakol adlarının ağızdan ağza yayılarak herkesçe bilinmiş olması doğal olduğundan, sanığın arkadaşı ile birlikte kaçtığı Yunan makamlarına sadece görev yaptığı karakolun adını ve kullandığı silahın cinsini söylemesinin, sırlara ilişkin olmadığına hükmetmiştir.

Ayrıca kanun metninde yer alan “temin etmek” ibaresini iyi değerlendirmek gerektiği kanaatindeyiz. Temin etmek fiilin gerçekleşmesi için; failin bu yönde fiilini yönlendirmesi ve aktif hareketinin olması gerekmektedir. Doktrinde de; fail, elde etmek bakımından herhangi bir çaba sarf etmemiş o yönde irade ortaya koymamış ama pasif hareketi sonucu, mesela tesadüfen suça konu bilgiye vakıf olmuşsa “temin etme” unsuru gerçekleşmeyeceği kabul edilmiştir.

Bununla birlikte Türk Ceza Kanunun 329. Maddesinde kasten veya taksir sonucu devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri açıklama suçunu düzenlemektedir. TCK 329. maddenin ilk fıkrası, “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri açıklayan kimseye beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir” şeklindeki düzenlemeyle kasten işlenen halini, üçüncü fıkrası, “Fiil, failin taksiri sonucu meydana gelmiş ise birinci fıkrada yazılı olan hâlde, faile altı aydan iki yıla, ikinci fıkrada yazılı hâllerden birinin varlığı hâlinde ise üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir” şeklindeki düzenlemeyle taksirle işlenen halini düzenlemektedir. Maddenin ikinci fıkrası, “Fiil, savaş zamanında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askeri hareketlerini tehlikeye koymuşsa, faile on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilir” şeklindedir ve suçun ağırlaştırılmış halini düzenlemektedir.

Söz konusu maddeye konu suçun maddi unsuru, devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri “açıklamak”tır. “Açıklamak”; “bir konuyla ilgili gerekli bilgileri vermek, izah etmek, afişe etmek; açıkça söylemek, ifşa etmek, belirtmek, göstermek, açığa vurmak” anlamlarına gelmektedir.

Bir bilginin sır niteliğinde olup olmadığının açıklamanın yapıldığı tarihe göre değerlendirilmesi gerekmektedir. Açıklamadan önceki veya sonraki zamana göre sır olup olmadığı nitelendirmesi yapılamaz. Bu değerlendirme için, “bilginin niteliğinden çıkan objektif kriter” ile “devletin açık veya örtülü iradesinden çıkan sübjektif kriter”in esas alınması gerekmektedir. Bireysel bir hareketle, bilginin sır niteliği mutlak veya nispi, tamamen veya kısmen ortadan kaldırılmamışsa açıklama suçu oluşmaz. Sırrın tamamı veya bir kısmı hakkında, doğru ve tam bilgi vermeyen, basit boşboğazlık (patavatsızlık) fiilleri, sırrın açıklanması olarak nitelendirilemez. Aynı şekilde, somut olayda gerçeğe yakın, tehlikeli veya zararlı olabilecek basit tüme varımlar veya varsayımlar da bu şekilde nitelendirilemez.

Bu açıklama ve değerlendirmeler ışığında Müyesser Yıldız ile İsmail Dükel hakkında cumhuriyet başsavcılığının yürüttüğü soruşturma kapsamı ele alındığında; astsubay Erdal Baran’ın devlete ait bilgileri dışarıya çıkarttığı iddiasıyla  TCK 329. Madde kapsamında her iki gazeteciye bilgiler verildiği ifade edilmektedir.

Yazılı ve görsel medyada gizlilik kararı bulunan bir soruşturma hakkında yayınlanan haberlere bakıldığında şüpheliler hakkında öncelikle askeri casusluk suçlamasıyla ilgili soruşturma yürütüldüğü haberler yer almıştır. Savcılık tarafından TCK 328. Madde ile ilgili olarak bir suç isnadı bulunmaması dikkate alındığında özellikle birtakım medya organlarında yer alan bu asılsız haberlerin şüphelilerin itibarının zedelenmesi ve kamuoyu gözünde küçük düşürülmek istendiği açıktır. Bizler, bu habercilik anlayışı ve anti propaganda taktiklerini yıllarca önce yine aynı kişilere düzenlenen operasyonlarla görmüştük ancak bir kez daha kamuoyuna yansımış bir operasyonla bu kişilerin kişilik haklarına saldırı düzenlenmesi vicdanları yaralamıştır. Sadece birkaç gün geçmesinin ardından bu kişiler hakkında casusluk suçlamasının bile olmadığının anlaşılması ve bu asılsız haberler ile toplum tarafından bilinirliği olan bu kişilerin toplumdaki güvenirliklerinin azaltılması aslında bir algı operasyonun da parçası olduğu kanaatini ispatlamaktadır.

Bu noktada; her iki gazetecinin tutuklanmasının talep edildiği Türk Ceza Kanunun 329. Maddesinin bu haberlerle ilgili uygulanıp uygulanmayacağını düşündüğümüzde; daha önce birkaç defa yayınlanmış, gizli bilgi ya da sır niteliği taşıyıp taşımadığı konusunda subjektif bir değerlendirme yapılması mümkün olan, ayrıca habere konu bilgilerin kimden ve ne şekilde elde edildiği de ispatlanamamış bu haberlerin 329. Maddesinde belirtilen “açıklama” eylemine uygunluk göstermediği açıktır. Gazetecilerin ve medyanın görevi, halkın haber niteliğindeki bilgileri öğrenmesine aracılık etmek olup; yapılan haberlere kısıtlama dahi getirilmemiş olması ve kamuoyunda bununla ilgili birçok haberin yapılması yazılara konu olayın sır niteliğinde olmadığını ispatlamaktadır.

Sonuç olarak, şahsen tanımış ve yapmış olduğu gazeteciliğe birebir şahit olmuş birisi olarak hem ben hem de kamuoyu Müyesser Yıldız’ın bu ülke ve ulus için ne kadar vatansever olduğunu, bu ülkeye zarar gelebilecek bir konuyu haberleştirmeyeceğini, soruşturmaya konu iki haberin de sır niteliğinde olmadığını bilmektedir. Daha önce de benzer senaryolarla tutuklanan Müyesser Yıldız hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen kanuni hakkını kullanmayarak devlet aleyhine bir tazminat davası dahi açmamıştır. Bu denli ülkesini düşünen bir gazetecinin önce casusluk sonrasında da gizli bilgileri ifşa etmek suçlamalarıyla hürriyetinden yoksun bırakılması vicdanları yaralamıştır. Bu ülkede birçok acı yaşanmıştır ancak hala bunlardan bir ders alınmadığı da maalesef ortadadır. Bu nedenle yapılması gereken; kanunun ve hukukun adaletli şekilde herkese uygulanması ve yargının hiçbir şeye aracı kılınmamasıdır.