Atilla İlhan’ın Hangi Atatürk? Adlı eserini okurken kitabın içindeki bölümlerden biri olan Atatürk Milliyetçiliği üzerine okumuş olduğum sayfalardan esinlenerek bu yazıyı kaleme almış bulunmaktayım. Özellikle içtimai kutuplaşmanın oldukça arttığı şu günlerde esas olan milliyetçilik kavramının üzerinden geçmenin önemli olduğu kanaatindeyim. Ele aldığım yazı herhangi bir siyasi fikre yahut siyasi topluluğa da özgülenebilir nitelikte olmayıp herkese keyifli okumalar dilerim.

Öncelikle milliyetçilik kavramının temelde ne anlama geldiğini belirterek bir tanım yapmamız gerekir. Milliyetçilik, temel itibariyle yurdunu ve özünü sevmektir. Milliyetçilik, bir ırk sorunu olmayıp has anlamıyla yurdun sorunlarına ilişkindir. Bu tanımın ardından bahsedilmesi gereken bir diğer tanım ise Atatürk milliyetçiliği kavramıdır. Bu tanımın yapılması da kanımca yazının bütününü anlamak ve kavrayabilmek açısından oldukça önemlidir.  Malum olduğu üzere bu kavram 1982 Anayasası’nın başlangıç kısmında da yer almaktadır. Atatürk milliyetçiliği, her şeyden evvel hümanist bir milliyetçiliktir. Bu hususta Gazi Mustafa Kemal, 1937 yılında bir konuşmasında şu hususlara değinmiştir: “ Bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu itibarla insan mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar, bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını da düşünmeli, kendi milletinin mutluluğuna ne kadar değer verirse, bütün dünya milletlerinin mutluluğuna hizmet etmeye elinden geldiği kadar değer vermelidir.” Gazi Mustafa Kemal 1920 yılında kurmuş olduğu Meclis’in niteliklerini belirtirken de aynı düşünce paralelinde hareket ederek şu cümlelere konuşmasında yer vermiştir: “ Burada maksut olan ve yüksek meclisimizi oluşturan kişiler yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir, fakat hepsinden oluşmuş Müslüman ögelerdir. Şu halde, bu yüksek heyetin temsil ettiği, hukukunu, hayatını, şeref ve şanını kurtarmak için azmettiğimiz emeller, yalnız bir İslam unsuruna ait değildir, çeşitli İslam ögelerinden teşekkül bir kütleye aittir.”

Gazi Paşa’nın cümleleri dikkate değer ve oldukça güzel saptamalar içermektedir. Bundan 100 yıl öncesinde Müdafaa-i Hukuk doktrini ile yola çıkılarak kurulan Cumhuriyet devletinin temelindeki milliyetçilik mefhumunu bu cümleleri dikkatle okuduğumuzda daha iyi anlamaktayız. Seyit Ahmet Arvasi yahut Cemil Meriç gibi değerli mütefekkirlerin eserlerinde de bu hususa yani milliyetçilik kavramının özüne dair oldukça önemli ve değerli cümlelere yer verilmiştir.

Zihinlerimizde yer edinen milliyetçilik kavramı katiyen ve asla dar anlamda bir kavmiyetçilik olmamalıdır. Milliyetçilik, bu nedenlerle temelde bir ırk sorunu değildir ve hatta olmamalıdır. Milliyetçilik kavramının temelde yurdunu ve özünü sevmek olduğu tanımından yola çıkarak hareket edecek olursak milliyetçiliğin ülkemizdeki sağ yahut sol güruha tek başına özgülenecek nitelikte bir kavram olmadığı görülecektir. Ülkemizdeki son 50 yahut 60 yılın içerisinde milliyetçilik kavramı oldukça tahrif edilmiş ve her bir siyasi grup tarafından yeniden ele alınarak kavramın içinin boşaltıldığı kanaatindeyim. Atilla İlhan, bu eserinde bu bahsettiğim hususa dikkat çekmiş ve şu cümlelere satırlarında yer vermiştir: “ Türk dediğin ülkesinin iyiliğini ister, öyle mi? Nedir bu iyilik? En azından Mustafa Kemal Paşa’nın dediği çağdaşlaşmış Türkiye! Somut hale getirecek olursak ekonomisini güçlendiren, bağımsızlaştıran, kendine yetip de artar hale gelen; ağır endüstrisini geliştirmiş olan, bu da silahlı kuvvetlerini kendi olanaklarıyla donatmasını ve ülkesinin ve çıkarlarının savunmasını başarabilmesini sağlayan güçlü bir Türkiye’nin varlığıdır. Nerede bulunuyor böyle bir ülke? Doğu Akdeniz’de stratejik bakımdan, hem Süveyş’e yani petrol yoluna hem de Ortadoğu’ya yani petrol bölgesine egemen bir yerde, üstelik de çevresinde kendi çapında başkaca bir Müslüman güç de yok. Ben diyorum ki, sağcıysanız liberal yoldan, solcuysanız sosyalist yoldan bu hedefleri gerçekleştirmek zorundasınız. Amacınız bu olunca da siz bir Türk milliyetçisiniz.” Bu cümleleri okuduğumda ise aklıma rahmetli Cemil Meriç’in Bu Ülke adlı eserindeki şu cümleler geldi: “ Bu ülkede sağcı yahut solcu yoktur; namuslular ile namussuzlar vardır. Siz namuslu kalınız.”

Görüldüğü üzere esas mesele sağ yahut sol siyasi fikirde olup yahut olmamak değil. Esas mesele yurdun ve milletin iyiliğini namuslu bir şekilde istemek ve namuslu kalmak. Son zamanlarda sosyal medyada rastlamış olduğum videolarda halka mikrofonlar tutulup sorular sorulmakta ve herkes kendi fikrince cevaplar vermektedir. Bu videoların birçoğuna gülüp geçsek de videolarda inanılmaz bir kavga kültürünün hâkim olduğunu görmekteyiz. Sadece bu örnek bile toplumdaki kutuplaşmanın ne seviyelere geldiğini göstermeye tek başına yeterlidir. Örnekleri çoğaltmak tabi ki mümkün ancak canımızı sıkmaya daha fazla gerek olmadığı kanaatindeyim. Hâlbuki o kavgaya tutuşan siyasilerin yahut halkın içindeki her bir bireyin hedefi memleketin bekası yahut iyiliğinden başka bir şey değil.  Öyle ise bu kavga bu küfürleşme niye diye insan sormadan edemiyor.

Velhasıl kelam hakiki manada milliyetçilik, dar anlamda bir kavmiyetçilik olmayıp faşizan bir tutum değildir. Yazımızda da zikrettiğimiz üzere esas olan yurdunuz ve özünü sevmek ve fakat diğer unsurları reddetmeden onlara saygı duyarak hareket etmektir. İster sağ görüşlü olsun ister sol görüşlü olsun memleketini seven her bir ferdin bu ilke ve tanımlardan yola çıkarak bir tutum belirlemesi gerekir. Bu da tabi ki sığ ve klişe sloganların peşinden koşmadan her daldan ve her fikirden değerli insanların eserlerini okuyarak yani kendimizi eğiterek mümkün olur. Yine Cemil Meriç’in birçok eserinde zikrettiği ve idraklerimize vurulan ve üzerimize deli gömlekleri gibi giydirilen ideolojik safsataları bir kenara koyarak kendi zihinlerimizi eğitmemiz gerekir. Dikkat ederseniz bu yazımda sağ ve soldan ayrı ayrı insanların fikirlerini yansıtan cümlelere yer vermeye de çalıştım. Umut ederim ki bahsettiğim okumaları yaparak kendimizi geliştirir ve bu kutuplaşmalara bir an evvel son veririz. Unutmayalım ki kutuplaşmak ayırır ve fakat birlikten kuvvet doğar.