Hayalet müvekkiller özellikle adliye koridorlarında sıkça görülür. 2015 itibarıyla 17 milyon insanın ilkokul mezunu olduğu ülkemizde avukat tutmak zorunlu olmadığından, kendi kendini temsil etme cesaretiyle mahkemelere doluşan vatandaşlarımız, avukat -müvekkil ilişkisini koridorda buldukları avukatları avlayarak kurmaya çalışırlar. Avlayarak diyorum çünkü "avukat mısınız" diye başlayan cümle "evet" cevabının ardından bir sorguya dönüşür ve kolunuzu sıkıca tutan bu vatandaştan kurtulmanız sadece duruşma listesindeki adınızın mübaşir tarafından okunmasıyla mümkün olur.


Sadece adliyedekiler mi? Her avukatın çevresinde durmadan hukuki sorular soran akrabaları, arkadaşları vardır. Geçenlerde yakın bir akrabamla telefonda konuşurken borsada kaybettiği para da sohbette yer aldı. Bir kaç aksilik ve hatadan bahsederken onu yarı yarıya dinledim çünkü dedikleri çok teknik olduğundan pek bir şey anlamıyordum. En sonunda "onları dava etsem mi" diye sordu. Pek çok şakanın uçuştuğu bir sohbette benim "tabi aç davanı, paran onlarda kalmasın" dememin sandığımdan daha ciddi algılanacağını hesaba katmadım tabi ki. Bir kaç gün sonra beni arayarak "davayı açtın mı" diye sordu. (???). 

Hayalet müvekkillerin bir başka mekanı, hukukçulardan oluşmayan karma davetlerdir.  Kalabalık bir grup avukat-müvekkil ilişkisini anında kurar, fakat bu ilişkiden bir tek avukat haberdar değildir. Zira, avukatın o anki amacı sadece, davet edilmesinin vermiş olduğu memnuniyetle keyifli bir vakit geçirmektir. 

Bu tür sorumluluk doğuracak nitelikteki durumlardan kaçınmak ve hayalet müvekkillerle karşılaşmamak için göz ardı edilemeyecek bazı prensipler var: Bunlardan en önemlisi; sorulan her soruya "hemen" cevap vermemek. Biz avukatların özellikle ilk yıllarda düştüğümüz en büyük hatalarımızdan olan "anında" cevap/tavsiye verme davranışı, sonrasında ciddi sorumluluklar doğurabiliyor.

Yukarıda bahsettiğim bütün durumlarda, bir avukat-müvekkil ilişkisinin başlamış olup olmadığını belirtmek avukatın sorumluluğundadır. Hukukla ilgisi olmayan kişiye göre, profesyonel olarak bu işi yapan avukatların daha dikkatli olmaları beklenmekte ve potansiyel bir avukat-müvekkil ilişkisinin başladığı veya başlamadığı açıkça ve net şekilde tavsiye talep eden kişiye belirtilmelidir. 

Peki avukat-müvekkil ilişkisi ne zaman başlar ? Elbette trafik lambası gibi bir lambamız olsaydı ve yeşil ışık yanınca avukat-müvekkil ilişkisinin başladığını hem avukat hem de müvekkil anlayabilseydi, hayat çok daha kolay olurdu. Maalesef böyle bir lambamız yok. Bu yüzden, bazılarına göre avukat-müvekkil ilişkisi tarafların ücret konusunda anlaşmasıyla başlarsa da, bazıları meselenin anlatılmasını bu ilişkinin başlaması için yeterli görüyor.

Maalesef, her vakada durum değişebildiğinden ve davranışlar bazen her iki tarafta da yanlış algıya sebep olabildiğinden daha hakkaniyetli bir kurala ihtiyacımız var. Türk Hukuku'nda avukatlık sözleşmesinin (vekalet sözleşmesinden farklı olarak) yazılı olmasının geçerlilik değil, ispat şartı olduğu ortada. (Av. K. md. 163). Buna bağlı olarak, sadece sözlü anlaşma yapılarak avukat-müvekkil ilişkisinin kurulması mümkündür. Fakat burada avukatlık sözleşmesinin esaslı unsurlarından olan ücretin (ve miktarının) belirlenmesine ve hatta banka hesabına yatırılmasına gerek yoktur.

Zira, avukat zaten yaptığı işin karşılığı olarak ücrete hak kazanmakta ve eğer bu miktar belirlenmemişse asgari tarifeye göre ücretini almaktadır.(Av.K. md.164/4). Kanaatimce burada dikkat edilmesi gereken husus, her vakanın ayrı bir incelemeye tabi tutulması ve avukatın davranışlarının "avukat- müvekkil ilişkisinin kurulmasında" ne anlam ifade ettiğinin ortaya konulmasıdır. Eğer avukat bir temsil işi aldığını açıkça ifade etmemişse ve karşı tarafta bu yönde bir algıya sebep olmamışsa, bu ilişkinin kurulmadığını kabul etmek gerekir. 

Elbette bu kuralın uygulanabilmesi için avukat olarak bizlerin de dikkat etmesi gereken bazı davranışlar var; 

-Ofis dışında tavsiye değil randevu vermek,

-İlla ki tavsiye verilecekse, sadece uzmanı olduğunuz konularda vermek,

-Devam eden bir dava hakkında yorum yapmamak,

-Soru soran kişinin bir avukatı zaten varsa, avukatın izleyebileceği stratejiyi de düşünerek soruya cevap vermemeyi tercih etmek,

-Zamanaşımı konusunu belirterek en kısa zamanda bir avukata başvurmasını tavsiye etmek ve böylece işin ciddiyetini hatırlatmak.

-Mümkün olduğunca yazılı çalışmak ve karşı tarafın yazılı olmayan ifadelerinin dikkate alınmayacağını açıkça belirtmek.

-Ofiste alınan tavsiyeye ilişkin olarak bir mail/mesaj göndererek "talep etmeniz halinde "..." şartlar dahilinde yasal işlemleriniz başlatılacaktır" veya "ofisten ayrılmadan önce de belirttiğim üzere bu meselede size yardımcı olamayacağımı belirtirim" şeklinde yazılı ifadelerle yanlış algıların önüne geçmek..

Bu örnekleri çoğaltmak elbette mümkün. Her ilişkide olduğu gibi, avukat-müvekkil ilişkisinde de iletişim önemli. Eğer sohbetinizin yavaş yavaş profesyonelleşmeye başladığını hissediyorsanız, sorumluluğunuzun doğmaya başladığının da farkında olmalısınız. 

Uzun lafın kısası, adliyelerde de davetlerde de, çok konuşmamak iyidir. Böylece adliyede kendi işinizi yapmaya, davetlerde de açık büfeden daha fazla yararlanmaya vaktiniz olur.  

(Bu köşe yazısı, sayın Av. Ebru Ekşioğlu tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)