Avukatlık mesleğinin günümüzde karşı karşıya kaldığı sorunlara karşı somut fikirler üretmek oldukça zordur. Nitekim algılarımız ve düşünce yapımız bizleri; 100 yıla yakın süredir devam eden modern hukuk tarihimizde avukatlık faaliyeti ve yargılama süreçlerine ilişkin belli başlı kalıplara sıkıştırmaktadır.

Avukatların yaşadığı ekonomik sıkıntılardan ve artan avukat sayısından şikayet ederken, ortaya konulan tek çözüm önerisi avukatlık sınavının çıkartılmasıdır. Fakat çözüm önerisi olarak ortaya atılan bu fikrin sonuçları ve uygulanabilirliği adına en ufak bir analiz mevcut değildir. Sadece popülist bir tavırla ekseriyetin görüşüne katılarak avukatlık sınavının çıkması gerektiğini söylemek, maalesef ne mevcut sorunlara çözüm olmakta ne de herhangi bir katkı sağlamaktadır.

2020 yılının Eylül ayı itibariyle ülkemizdeki toplam avukat sayısı 140.000’e dayanmıştır. Söz konusu bu sayı, 2009 yılının sonlarında 60.000’di. Sadece 10 yılda avukat sayısının yüzde 130 arttığını görmekteyiz.

2009 yılından itibaren hukuk fakültelerinin hızla her yere açılmaya başlandığı göz önüne alındığında, söz konusu sayı artışının yükselen bir ivmeyle devam edeceğini öngörmek zor değildir. Mevcut hukuk fakültelerinin toplam kontenjanının 18.000’e dayandığı belirtilmektedir.

2009 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin nüfusu 71.5 milyon iken, 2020 itibariyle nüfus toplamı 83 milyondur. Yani, nüfusta yüzde 11’lik bir artış varken, avukat sayısında yüzde 130’luk bir artış mevcuttur. 2009 yılında bir avukat başına 1191 kişi düşerken, günümüzde bir avukat başına 592 kişi düşmektedir. Bu durum, 2009 yılına göre bir avukata iş gelme şansının yüzde elli azaldığını ortaya koymaktadır. Öte yandan, artan sayı ve avukatların geçim sıkıntısı gibi faktörlerin etkisiyle, gelen işten 2009 yılındaki kazançların sağlanması ihtimali ise kanaatimce yüzde 10’un altındadır.

Bütün bu gerçeklerin ışığında, bu saatten sonra avukatlık sınavının çıkması neyi değiştirecektir? Avukatların 2009 yılındaki refah seviyelerine gelmeleri mümkün müdür? Bu tarihten itibaren 30 sene boyunca bütün hukuk fakülteleri kapatılsa ve hiç mezun vermese dahi, 2009 yılındaki gibi bir avukat başına 1191 kişinin düşeceği bir ortama kavuşulması mümkün değildir.

O halde, avukatlık sınavının çıkması, elbette bugünden daha kötü olacağı gözüken gelecek için olumlu bir adım olsa da, tek başına hiçbir şey ifade etmemektedir. Nitekim her sene mezun olacak olan 18.000 hukuk fakültesi mezununun sadece 4’te 1’i söz konusu bu sınavı geçip avukat unvanı kazansa bile, her sene mevcut sayıya 4.500 yeni avukatın ekleneceği görülmektedir. Öte yandan, sınavı geçemeyenlerin hangi sıfatla nasıl çalışacakları ve bu kişilerin toplumda yaratacağı infial düşünüldüğünde, daha uzun bir süre avukatlık sınavının çıkartılmasına cesaret edilemeyeceği veya çıkartılsa bile bir süre sonra göstermelik bir hale dönüşeceği de görülmektedir.

Bütün bu istatistiki veriler ve gerçekler ışığında, artık klasikleşen söylemlerden vazgeçilerek basit, belki ütopik ama son derece pratik yeni fikirlere ve mesleğin kurtarılmasına ihtiyaç vardır. Örneğin, zorunlu arabuluculuk kurumunun avukatlık mesleğini olumsuz etkilediğini ileri süren görüşün son derece haklılık payı bulunsa da, en azından bu mesleğin avukat unvanına sahip kişilerin tekelinde kalması gerektiğini savunmak elzemdir.

Benzer bir hata, HMK’nda mevcut olan ve hukukçu bilirkişiliği engelleyen maddenin Bilirkişilik Kanunu’yla birlikte uygulanmaya başlaması neticesinde yaşanmıştır. Birçok meslektaş, teoride haklı olarak hukukçu bilirkişi diye bir müessese olamayacağını ifade ederek bu uygulamaya karşı çıkarken, pratikte bu müessesenin kaldırılmasının avukatların bir başka kazanç kapısını da kapayacağı gerçeğini göz ardı etmişlerdir.

Eski düzende, hukukçu bilirkişilerin tespitlerinden memnun olmamak başka bir şeydir, hukukçu bilirkişiliğin belirli standartlara oturtulmasını savunmak yerine uygulamada kaldırılmasını desteklemek başka bir şeydir. Yukarıdaki istatistikler oldukça açık şekilde, avukatlık mesleğinin geleceğinde yer alan karanlığı gözler önüne sermektedir. O halde, mevcut kazanç kaynaklarının haklılık payı da olsa popülist söylemlerle (hukukçu bilirkişilik kaldırılsın, arabuluculuk kaldırılsın) kaybedilmesinin yerine bunların muhafaza edilmesi elzemdir. Nitekim her geçen gün ekonomik zorluklarla intihar eden avukatlara ilişkin haberler duyulmaktayken ve 10 senede yüzde 130’luk bir sayı artışıyla karşı karşıyayken, artık popülizmi bir kenara bırakarak pragmatik şekilde mesleğe katkı sunacak fikirlerin sunulması gerekmektedir.

Belki de daha önce hiç ileri sürülmeyen veya oldukça düşük seviyede dile getirilen aşağıdaki fikirlerin konuşulmaya başlanması, avukatlık mesleğinin kurtarılması için gerekli kamuoyunun oluşturularak, son derece basit ve somut önerilerin tartışılmaya açılması gerekmektedir.

1) VEKALET PULU VEYA HAVUZ DÜZENLEMESİ

2020 yılı henüz tamamlanmadığından, 2019 verilerine göre söz konusu bu fikir tarafımca tartışmaya açılmaktadır.

https://istatistikler.uyap.gov.tr/ adresinden teyit edilebileceği üzere, 2019 yılında Türkiye genelinde;

- 2.710.063 ceza dava dosyası,

- 2.135.768 hukuk dava dosyası,

- 587.759 idari dava dosyası,

- 4.307.731 savcılık soruşturma dosyası,

- 9.251.638 icra takibi dosyası

açılmıştır.

Buna göre, tüm Türkiye genelinde 2019 yılında adli merciler önüne taşınan toplam dosya sayısının 18.992.959 olduğu görülmektedir. Birçok yargılama faaliyetinde karşılıklı iki tarafın bulunduğunu da göz ardı etsek, üstüne mevcut dosya sayısının yarısına yakınında avukatların görev yapmadığını abartarak ileri sürsek ve 10.000.000 adet dosyada avukatların vekaletname sunarak görev yaptığını varsaysak dahi, inanılmaz bir dosya potansiyelinin mevcut olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır.

Bu bilgiler ışığında ileri sürülen fikir, avukatların bir dosyaya dahil olabilmesi için vekalet puluna benzer nitelikte bir ödemenin müvekkil tarafından baroların veya baroların işaret ettiği bankaların hesabına yatırılmasının zorunlu tutulmasıdır. Söz konusu bu ödeme, vekalet pulunun yerini alacak veya belki başka bir isimle anılacaktır. Söz konusu bu ödeme yapılmadan adli mercilerde dava açılması, suç duyurusu yapılması, cevap dilekçesi verilmesi, icra takibi açılması veya derdest bir dosyaya vekaletname sunulmasının önüne geçilecektir. Adli merciler söz konusu ödeme dekontunu görmeden işlem yapmayacaktır. Yatırılan paralar ortak bir havuzda birikecek, barolar birliği kendi payını alacak ve kalan para tüm barolarda kayıtlı avukatlara dağıtılacaktır. Bu bağlamdaki ütopik fikrime göre, örneğin söz konusu zorunlu havuz ödemesinin 220 TL olarak belirlendiğini düşünürsek, Barolar Birliği’ne söz konusu bu ödemeden makbuz başına 20 TL’lik ödeme yapılsa dahi havuza gidecek meblağ 200 TL olacaktır.

10.000.000 dosyaya yapılacak olan 200’er TL’lik havuz ödemelerinin karşılığı 2 milyar TL’dir. 2019 verilerine göre hesaplama yaptığımıza göre, 2019 yılının sonunda faal olan 128.000 avukat olduğu göz önüne alınarak, havuzda biriken paranın avukat sayısına bölünmesiyle ortaya çıkan ve avukat başına düşen havuz ödemesi tutarı 15.625 TL olacaktır. Toplam dosya sayısı 18.992.959 iken ve çoğu dosyada her iki tarafın da avukatının mevcut olduğu gerçeğini de göz ardı ederek avukatların vekaletname sunduğu dosya sayısının 10.000.000 olduğunu varsaydığımızda bile avukat başına 15.625 TL yıllık havuz ödemesi düşmektedir.

Elbette derhal popülist argümanlarla söz konusu bu fikrin karşısında duracak olan ve vatandaşın mahkemelere erişim hakkının kısıtlanacağını ileri süren hukukçular çıkacaktır. Bu itirazlara karşı üç adet argüman sunmak isterim:

Birincisi; vatandaşlara haddinden fazla masraf yüklenmesinin mahkemelere erişim hakkını kısıtladığı su götürmez bir gerçektir. Fakat 10.000 TL tutarında bir tazminat davası açarken bile, 3.000 TL keşif ve bilirkişi ücreti, en az 500 TL tutarında da harç ve gider avansını peşin olarak tahsil eden ve ayrıca avukatlık ücretinin en az 4’te 1’inin peşin ödeneceğine ilişkin yürürlükte olan yasal düzenlemeler karşısında yargılamaya erişim hakkının zaten kısıtlı durumda bulunduğunu söylemek mümkündür. Havuz ödemesi adı altında yapılacak 220 TL’lik ödemenin bu kısıtlılık seviyesini bir üst seviyeye çıkartmayacağı aşikardır.

İkincisi; günümüzde artan avukat sayısı sebebiyle avukatlar kiralarını ödeyebilmek ve günü kurtarabilmek adına çok düşük ücretlerle iş almakta ve geçinebilmek adına oldukça az ücretlerle haddinden fazla sayıda dosya almaktadır. Örneğin bir avukatın hakkıyla üstlenebileceği birim iş sayısını 20 kabul edersek, 20 birimlik iş karşılığında normalde geçinebilmesi için alması gereken ücreti alamayan avukat, bu sefer geçinebilmek için düşük ücretle 40 birim iş almaktadır. Aynı şekilde, gelen bir işi yüksek rekabet seviyesi karşısında kaçırmamak adına, sadece karşı vekalet ücretiyle ve hatta harç ve masrafları kendileri yaparak işi kabul eden avukatlar olduğu bilinmektedir.

Bu iki grup avukatın geçinebilmesi için, normalde ilgi gösterebileceği sayıdan çok daha fazla iş almak durumunda kalması, doğal olarak iş takiplerinde özensizliğe yol açmakta ve yapılan hatalar neticesinde vatandaşlarda hak kaybına yol açmaktadır. Bu durumda, avukatların her sene cebine konulacak 15.000 TL’lik bir katkının yargıya erişim hakkını kısıtlayacağı itirazının karşısında, ekonomik zorluklardan intihar edecek seviyeye gelen veya geçinebilmek için haddinden fazla iş kabul etmek zorunda kalan avukatların yarattığı hak kaybının yargıya erişim hakkından çok daha büyük bir problem yarattığını mesleğin içinde bulunan herkes takdir edecektir.

Üçüncüsü ise; her sene zam yapılan, ancak fiiliyatta hiçbir şekilde uygulanmayan danışmanlık ücretleridir. Hukuki bir sürece girerken havuz ödemesi adı altında ödenecek 220 TL yargıya erişim hakkını kısıtlıyorsa, kanun gereği alınması gerektiği emredilen ve 2020 yılı için 1 saate kadar 450 TL olarak belirlenen sözlü danışma ücretinin de aynı sonucu doğurduğu açık değil midir?

1 saate kadar sözlü danışmanın 450 TL olarak alınması gerektiği yasanın ve tarifenin emredici hükmüdür. Sözlü danışmanlık hizmeti almadan bir kişinin hukuki sürece girmek adına avukatla vekalet ilişkisi kurması mümkün değildir. O halde söz konusu itirazı ileri sürenler, pratikte uygulanmayan ancak tarifede emredilen söz konusu bu ücretin de yargıya erişim hakkını kısıtladığını ileri sürmek zorundalardır.

Ancak pratikte uygulanmayan bu hükmün kaldırılarak, sözlü danışmaya ilişkin tarife hükmünün kaldırılması ve söz konusu danışmanlık hizmetlerinin karşılığının da 450 TL yerine 220 TL olarak havuz ödemesi suretiyle gerçekleştirilmesi, bu sayede uygulanmayan bir tarife maddesinin havuz ödemesi adı altında daha düşük bir ücretle uygulanmaya başlanması şüphesiz ki çok daha mantıklıdır. Bu sayede hem sözlü danışmanın karşılığı alınmakta, hem tüm avukatların kazançları havuz sistemiyle bölüştürülmekte, en azından avukatlara kiralarını karşılayabilecekleri yıllık bir gelir kaynağı açılmaktadır.

Bu üç argüman, söz konusu itirazın yersiz olacağını açıkça ortaya koymaktadır. Sorun yargıya erişim hakkından çok daha büyük olup, ekonomik sorunlar nedeniyle intihar eden avukatların bulunması, kirasını ödeyemeyen, asgari ücretle çalışan, tarifenin çok altında ücretleri kabul etmek zorunda kalan meslektaşların yer aldığı hukuk uygulamasında vatandaşın hak kaybı riskinin yargıya erişim hakkının ihlalinden çok daha büyük bir risk yaratacağı açıkça ortadadır.

2) RAPORTÖRLÜK

Hukukçu bilirkişiliğin uygulamadan kaldırılması, yargılama süreçlerinin çok daha uzun süreç alması sonucunu doğurmaktadır. Nitekim 3-4 ay duruşmanın beklenmesinin ardından girilen duruşmada, hakimin henüz dosyanın kapağını dahi açmadığı ve dosyanın incelemeye alınmasına ilişkin karar vererek duruşmayı bir 4 ay daha ileriye attığı, toplamda 8 ayın boşu boşuna geçebildiği bir ortamda, Bilirkişilik Kanunu’ndan önce hukukçu bilirkişilerin hakimin işini kolaylaştırdığı kabul edilmelidir.

Hukuki tespitlerde bulunmanın hakimin görevi olduğuna yönelik mevzuat düzenlemeleri hiç şüphesiz haklıdır. Ancak, oldukça fazla iş yükü karşısında, hakimlerin dosyalara ayıracağı zamanı arttırmanın yollarının aranması gerektiği de açıktır.

Bu durumda, hukukçu bilirkişilik kavramının yerine, sadece avukatların tekelinde olacak raportörlük düzenlemesine ihtiyaç bulunmaktadır. Bu fikrime göre, tıpkı bir bilirkişinin aldığı ücret gibi tamamen bağımsız olan ve avukatlık mesleğini ifa eden raportör, tahkikatın son aşamasında ve sözlü yargılamaya geçilmeden evvel tüm dosyanın özetini çıkartarak hakimin önüne sunacak, asla hukuki bir değerlendirme yapmadan rapor sunacaktır. Burada raportörün yapacağı iş, bir rapor sunarak; dava dilekçesi, cevap dilekçesi, cevaba cevap dilekçesi, ikinci cevap dilekçesi, verilen beyan dilekçeleri, bilirkişi raporları ve bunlara yapılan itirazlar ile dosyadaki delilleri, konuya ilişkin mevzuat hükümlerini ve güncel Yargıtay içtihatlarını derlemek ve hakime sunmaktır.

Görüldüğü üzere, söz konusu rapor sunma faaliyetinin içerisinde, en ufak bir hukuki değerlendirme yoktur. Adeta dosyanın içeriği özetlenmekte, mevcut hukuksal durum hakimin önüne konulmaktadır.

Basit dosyalarda sadece telefonun GPS’ini kullanarak artık günümüzde herkesin yapabileceği konum bulma faaliyetini yapan fenci bilirkişilere bile 300 ile 500 TL arasında bilirkişilik ücreti ödenen hukuk düzenimizde, hakimin işini bu denli kolaylaştıracak, yargılama faaliyetini hızlandıracak bir sistemin getirilmesinin yaratacağı fayda açıktır.

Bu bağlamda, raportöre ödenecek ücretin de diğer bilirkişilere ödenecek ücretle aynı tutulması, başlangıçta davacı tarafından ödenmesi ve raportör ücretinin dava sonunda aynı bilirkişilik ücretlerinde olduğu gibi haksız çıkan tarafa yüklenmesi kafidir. Bu ücret de tıpkı bilirkişi ücreti gibi davanın taraflarına yükletilecektir. Bunun vatandaşlara fazladan masraf getireceğine ve yargıya erişim hakkının kısıtlanacağına ilişkin potansiyel itirazlara karşı, bir üst maddede sunduğum üç argümanın burada da geçerli olduğunu belirtmek isterim.

3) HAKİM YARDIMCILIĞI

Bir üst maddede anlatılan raportörlük fikrimde yer alan ve bağımsız avukatların yapabileceği rapor sunma faaliyetinin, hakim yardımcılığı müessesesi altında açılacak kadrolara atanan hukukçular vasıtasıyla yapılması ve bu suretle de yargılama faaliyetlerin hızlanması mümkündür.

Mahkemelere 3-4 hakim yardımcısı kontenjanı açılarak buralara hukukçular arasından yapılacak atamaların avukat sayısını en azından birkaç senelik süreçte dengelemesi mümkündür.

Söz konusu bu düzenleme, bir dönem yargı reformuna ilişkin söylentilerin arasında mevcuttu. Ancak, bu şekilde açılacak kadroların devlete getireceği mali yükün karşısında raportörlük düzenlemesinin çok daha makul olduğu ve haksız çıkan tarafın üzerinde bırakılacak olması ve bilirkişilik müessesesi ile aynı temele oturması karşısında çok daha mantıklı olduğu açıktır.

4) BAROLARIN ONLINE DANIŞMA HİZMETİ VERMESİ

2020 yılında Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nde 1 saate kadar sözlü danışmanın 450 TL olduğu hükmü yer almaktadır. Bu madde kapsamında yer alan fikrim, söz konusu bu ücretin 20 dakika için 150 TL, 40 dakika için 300 TL, 60 dakika için 450 TL olarak değiştirilmesi temeline dayanmaktadır.

Bu yönde yapılacak bir değişikliğin akabinde, tüm illerde yer alan barolar online sistemler kurarak internet üzerinden canlı şekilde vatandaşlarla avukatların yüz yüze konuşabilmesini ve danışmanlık hizmeti verilebilmesini sağlayacaklardır.

Örneğin, 20 dakikalık danışmanlık hizmeti almak isteyen bir vatandaş, telefonundan ya da bilgisayarından baronun web sitesine girerek gerekli ücreti yatıracak ve ardından o anda sistemde aktif olan ve sırası gelen avukata bağlanarak danışmanlık hizmetini almış olacaktır.

Bu sistemde de tıpkı CMK vekilliği veya adli yardım atamalarında olduğu gibi bir puanlama sistemi kurulması mümkündür.

Vatandaş, yolda saatler kaybetmeyecek, oturduğu yerden danışmanlık hizmeti alabilecek, avukat ise yine oturduğu yerden online danışmanlık hizmeti verebilecektir.

Danışmanlık kültürünün oturmadığı avukatlık düzenimizde, böylesine bir uygulamanın yaratacağı etki muazzamdır. Nitekim, 20 dakikalık bir danışmanlık hizmetinin 150 TL gibi cüzi bir miktara ve derhal sunuluyor olması karşısında, vatandaşların da bu hizmete bakış açısı değişecek, yol masrafı ve zaman kaybı yaşamadan derhal bilgi edinme ve profesyonel bir hizmet alma şansı doğacaktır.

Günümüzde duruşmaların bile uzaktan online erişimle yapılması konuşulmakta, günlük yaşamda da birçok faaliyet artık online olarak sunulmaktadır. Çağa ayak uydurarak böyle bir sistemin kurulmasının avukatlık mesleğine katkısının olacağı çok açıktır.

5) BİRTAKIM NOTERLİK FAALİYETLERİNİN AVUKATLARA VERİLMESİ

Dünyanın birçok ülkesinde, noterlik faaliyetleri bu yetkiye sahip avukatlar tarafından yürütülmektedir. Özellikle vekaletname tanzim edilmesi, düzenleme şeklinde yapılması zorunlu olmayan bir kısım sözleşmelerin onaylanması, muvafakatname düzenlenmesi gibi birçok iş, yetki sahibi bulunan avukatlar tarafından yapılmaktadır.

Giriş bölümünde anlatıldığı üzere, avukatlık sınavında sınava girenlerin sadece yüzde 25’inin başarılı olması halinde bile, avukat sayısı nüfusa oranla yükselmeye devam edecek, asla 10 sene önceki kişi başına düşen avukat sayısı oranına geri dönülemeyecektir. O halde, 140.000 kişiye dayanan avukat topluluğunun avukatlık sınavının yanı sıra bu ve buna benzer ek iş olanakları için kamuoyu oluşturması adeta zorunludur.

En azından; somut, basit fikirler ileri sürerek, oldukça kalabalık bir topluluğun ekonomik yararına olacak bu değişikliklerin savunulması ve gündeme getirilmesi gelecek adına belki bir umut ışığı yakabilecektir.