Hukuk dışı yasakçı uygulamaların binlerce mağduru oldu.

Özellikle hanımlar için başörtülü olmak tek başına mağduriyet sebebiydi.

Başörtülü öğrenciler üniversitelerine alınmıyordu. Eğitim özgürlükleri ihlal ediliyor, okumak için geldikleri metropollerden gözü yaşlı olarak köylerine kentlerine geri dönüyorlardı.
 
Başörtüsü ile görevlerini yapmak isteyen binlerce memur disiplin soruşturması geçiriyor, kimileri memuriyetten ihraç edilirken, kimileri geçim derdi, çoluk çocuğun tahsili ekmek kavgası deyip peruk takarak görevini sürdürme mücadelesi veriyordu.
 
Rahmetli Turgut Özal döneminde üniversitelerde kılık kıyafetin serbest olduğuna dair yasa çıkarılmasına rağmen – yasa hala yürürlükte- keyfi yasaklar zorbalıkla uygulanmaya devam ediyordu.
 
Özgürlük getiren yasanın iptali için Anayasa Mahkemesine yapılan başvuruyu AYM reddetmişti ama karar gerekçesinde yer alan cümlelerden hareketle keyfi yasak devam ettirildi.
Yasakçılar utanmadan sıkılmadan, bildikleri temel hukuk ilkelerini bilmezden gelerek, ‘yüksek mahkemenin  yasak kararı var uygulamaya mecburuz’ yalanlarının arkasına sığındılar. Eşitlik ilkesinin, din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiğini görmezden geldiler.
 
Bu keyfi uygulamalar zulme dönüştü.
 
Olayın mağdur ve mazlumlarının başvurdukları kapılar birer birer yüzlerine kapanıyordu. Haklarını teslim edenler yok değildi. Bazı idare mahkemeleri bu hukuksuz uygulamalara yürütmeyi durdurma kararlarıyla dur demişti. Ama 28 Şubat döneminin brifingli yüksek yargısı ve HSYK’sı o hakimler hakkında soruşturmalar açtı, görevlerinden aldı. Eğitim özgürlüğünün engellenemeyeceğine dair Anayasa kuralını uygulayan ve sorumlular hakkında dava açan bu satırların yazarı da Cumhuriyet Başsavcılığı görevinden alınmış tenzili rütbe ile cezalandırılmıştı.
 
Yasakçılara göre, bırakın hukukun üstünlüğünü savunmak Anayasayı, kanunları uygulamak bile suçtu. Bu manada ben de suçluydum onlara göre.
Suçlarımdan (!) biri de, ‘avukatların başörtülü olarak dava ve duruşmalara girmeleri ve avukatlık görevlerini ifa etmelerinde, Anayasa, kanunlar ve ilgili mevzuata aykırılık olmadığından buna göre işlem yapılmasına’ dair bağlı adliyelere ve barolara yazı yazmam olmuştu.
 
Şimdi acı bir hikaye gibi anlattıklarımızı, ilerde çocuklarımız ‘ne gereksiz yasaklarla uğraşılmış, insan hak ve özgürlükleri yönünden ne kadar geri kalmışız’ diyerek ve belki de gülerek hatırlayacaklar dediğimi çok iyi hatırlıyorum. ‘Haklıysanız mutlaka üstünsünüz, ümitsiz olmayınız’ ilkelerine inandığım için, yalnız kalsam da mazlumların dualarını işiten var diyerek ümitsizliğe kapılmamıştım.
 
2002 yılından bu yana seçilmiş iktidarın çabalarına, yasa koyucunun iradesine rağmen, vesayet organları hukuk dışı yasaklarını sürdürdüler. Eşi başörtülü Sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçtirilmemesi için asker-yüksek yargı dayatması, Ak Parti’nin kapatılmak istenmesi aynı yasakçı zihniyetin taarruzlarıydı.
Kabul etmek gerekir ki Ak Parti baskılara boyun eğmedi. Milletin iradesine sahip çıktı. Meclisteki yasak dahil yasaklar birer birer kaldırıldı.
 
Çoğunluğun iradesi ve yasalara rağmen yasakçı uygulamalar az da olsa yakın zamana kadar devam etti.
 
Hatırlayacaksınız. Başörtülü avukatlardan Tuğba Arslan’a, Ankara 11.Aile Mahkemesi hakimi Mustafa Karadağ, başörtülü olduğu için duruşmaya alamayacağını söylemişti.
Avukat, kanunlarda böyle bir yasak olmadığını, hakimin yargı görevi ifa eden avukatı duruşmalara almama hak ve yetkisinin olmadığını söyleyerek duruşmaya katılmakta ısrar etmesi üzerine Mahkeme hakimi, davacıya kendisine başka bir avukat tutması için süre vererek duruşmayı ertelemişti. Bunun anlamı başörtülü olarak avukatlık yaptırmamaktı.
 
Avukat Tuğba Arslan haksızlığa boyun eğmedi. Hukuk içinde mücadelesine devam etti. Haklarının ihlal edildiği iddiasıyla yaptığı bireysel başvurusunu inceleyen Anayasa Mahkemesi, avukatı haklı bularak, 11. Aile Mahkemesi hakimince Anayasa’nın 10. ve 24. Maddelerinin ihlal edildiğine karar verdi.
Geçen hafta Resmi Gazetede yayınlanan Anayasa Mahkemesinin gerekçesi, yasakçıların iddialarına evrensel hukukun cevabı niteliğinde. Gerekçeli kararın tamamını hukukçulara ve konuya ilgi duyanlara okumalarını öneriyorum.
 
Yasakçı hakimin gerekçeleri bildik söylemler.
 
“1-Bangolar Yargı Etiği İlkeleri, Avrupa Barolar ve Hukuk Birlikleri Konseyi Meslek Kuralları, AİHM'in ve Anayasa Mahkemesinin başörtüsünün laiklik karşıtı güçlü bir dini simge ve siyasal simge olduğuna ilişkin kararları uyarınca avukatların başörtülü olarak duruşmalarda görev yapamayacaklarından Bu nedenle duruşmanın 06/02/2014 günü saat 11:40 bırakılmasına,
2-Davacıya kendisini başka bir vekille temsil ettirmesi için gelecek duruşmaya kadar süre verilmesine”
 
Görüldüğü gibi yasak uygulayan hakim, “başörtüsünün laiklik karşıtı güçlü bir dini simge ve siyasal simge olması gerekçesine dayandırmaktadır.
 
AYM, gerekçelerine tamamen katıldığımız ve alkışladığımız, hukuk manifestosu mahiyetindeki son kararıyla, başörtüsünün din ve inanç özgürlüğünün yaşanmasıyla alakalı olduğunu, diğer özgürlükler gibi bu özgürlüğün sınırlanması, başkalarının özgürlük alanına müdahale halinde söz konusu olabileceğine işaret etmiştir.
 
Somut olarak böyle bir müdahale gündeme geldiği takdirde ise, yargı kararlarıyla yasak konulamayacağını, ‘temel hak ve özgürlüklerin şartları varsa ancak kanunla sınırlanabileceği’ evrensel kuralı karşısında 1989-1991 yıllarında verilen AYM kararları ile AİHM’nin Leyla Şahin/Türkiye kararının kanun gücünde bir düzenleme olarak kabul edilemeyeceği ve yasak gerekçesi olamayacağını açıkça ifade ederek tartışmalara son noktayı koymuştur.
 
AYM tüm hukuki gerekçeleriyle, başörtülü avukatın duruşmalara alınmaması olayını, kanun önünde eşitlik ile din ve vicdan hürriyetinin ihlal edilmesi olarak kabul etmiştir.
 
Herkesin anlayabileceği dille ifade edersek, başörtülü avukatı duruşmaya almayan hakimin uygulamasının haksız, avukatın haklı olduğuna karar verilmiştir.
Bundan böyle, başörtülü avukatların görevini yapmasına engel olmaya kalkanlar, insan hakkı ihlali yapmış sayılacak ve sonuçlarına katlanacaklardır.