Hukuk eğitiminin yetersiz olduğu,  hukuk bilincinin  yeterince gelişmediği toplumlarda, hukuk deyince genelde kanunlar ve kanunlara itaati sağlayan otorite anlaşılmaktadır. “Ne yapalım kanun böyle” sözü de bu çerçevede yetkililerce sık kullanılan bir tabirdir. Oysa hukuk kavramı çok daha farklıdır. Tanımı, kapsamı, evrensel olarak ihtiva ettiği anlam üzerinde durulması gerekir.

Hukuk-kanun ilişkisine girmezden önce, özellikle kanun denince hemen akla gelen otorite kavramına değinelim. Otorite, “yaptırma, yasak etme, emretme, itaat ettirme hakkı veya gücü”  anlamlarına gelir. Devlet otoritesi  denildiği zaman da “ siyasi veya idari güç” anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi  siyasi otorite bazen tek kişide, bazen bir ailede, bazen de bir meclis üzerinde  bulunmaktadır. Siyasi otorite, kendisine itaat ettirmeyi ise kanunlarla sağlamaktadır. Çoğu kez kanunları vaz eden güç ile yürütme gücü aynı otoritede birleşmektedir.( yasama ve yürütme ).  Bu durumda kanunlar siyasi otoritenin gücünü sağlamlaştıran,  muhalefet edenleri cezalandıran  nitelikler taşıyabilmektedir. İdari gücün kanunları uygulamasında, toplumun bütün fertlerine ayırım yapmadan eşit ve hakkaniyetle uygulaması   adalet anlayışı ile ilgilidir. Bu konuda çıkan sorunlar  ise  yargı kurumlarının (yargı erki) oluşturulmasını zorunlu kılmıştır.  

HUKUK - KANUN İLİŞKİSİ

Bu noktada hukuk ile kanunun aynı olmadığını vurgulamamız gerekir. Hukuk Arapça bir terim olup, hak kelimesinin çoğuludur. “Hukukumdan vazgeçmem” diyen bir insan sahip olduğum haklardan vazgeçmem demektedir. Hukuk kavramı günlük hayatta da sıksık kullanılmaktadır.  Komşu hukuku, arkadaş hukuku gibi. Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütününe de hukuk denilmektedir. Kamu hukuku, ceza hukuku, medeni hukuk, ticaret hukuku vs.

Hukuk ve kanun  ilişkisini ya da ayrımını belirleyen en önemli kriter, hukukun üstünlüğü ilkesidir. Hukuk, insanların doğuştan – yaratılışla- sahip olduğu  haklar bütününü içermektedir. Bu hakların her zaman ve ortamda korunması, eşitlik ve adalet prensipleri içinde uygulanması asıldır. Hukukun üstünlüğü anlayışı evrensel nitelikte temel insan hak ve hürriyetlerinin belirlenmesini ve korunmasını gündeme getirmiştir. İnsan hak ve hürriyetleri hem bireylere karşı hem de siyasi otoriteye karşı korunması gereken değerler olarak, tüm insanlığın öncelikli konusu haline gelmiştir.

Kanunlar, toplum hayatını düzenleyen kurallar olarak kimi zaman hukuka aykırı düzenlemeler de içermektedir. Kanunların zaman içinde değiştirilmesi, bazen yeni ihtiyaçlardan, bazen de kanunların hukuka aykırı olmasından kaynaklanmaktadır. Devlet otoritesini korumaya yönelik nice kanunlar vardır ki, her bir maddesi temel insan hak ve özgürlüklerini ihlal eder niteliktedir. Bu nedenledir ki, günümüz hukukçuları kanun hakimiyetinden çok, hukukun üstünlüğü” ilkesini ve bu ilkeyi benimsemiş, özümsemiş hukuk devleti ni  savunmaktadırlar. Bu yaklaşımı,  kanunların hukuka uygunluğunu sağlama gayreti ve mücadelesi  olarak değerlendirmek gerekir.

Konunun daha iyi anlaşılması için örneklendirecek olursak; Günümüzde olduğu gibi, 12 yaşından küçük çocuklara Kur’an öğretimini yasaklayan bir kanun çıkarabilirsiniz. Veya reşit olmayan başörtülü kızları velisinden zorla alarak devletin korumasına (!) alabilirsiniz. Bu kanunlara aykırı hareket edenleri de cezalandırırsınız. Yapılan işlem kanuna uygun olabilir ama hukuka asla uygun değildir. Bu noktada kanunlar zorbalığı hukuk kılıfı ile gizlemeye çalışan bir mekanizmaya dönüşür.

İnsanların en doğal haklarından biri olan yaşama hakkı gibi, çocuklarına istediği dini öğretme/öğretmeme hakkı da tabii haklarındandır/hukukundandır. Evrensel hukuk anlayışındaki olumlu gelişmeler, insanın yaratılıştan sahip olduğu haklar içinde çocuklarına reşit oluncaya kadar istediği eğitimi verdirme hakkını da kabul etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ek protokollerine de bu husus yazılı metin olarak girmiştir.

Bu ve benzeri kanunlar, hukuk devleti  olma yolunda ilerlediğimiz ölçüde toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenlenecektir. Özetle kanunların hukuka uygunluğu sağlanmış olacaktır.
 

OTORİTE ADALETLE SAĞLANMALI

Siyasi otorite bir süre için, hukuka uygun olan veya olmayan kanunlarla sağlanabilir. Ancak hukuka uygun olmayan kanunların uygulandığı yerde adalet tesis edilemez. Çünkü adalet, “hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk”  demektir.  Adaletin sağlanamadığı yerde zulüm vardır. Zulüm ile otoritenin ilelebet sağlanması ise asla mümkün değildir.  İnsanlık tarihi bunun örnekleri ile doludur.

Siyasi  otorite  “ itaat ettirme” gücünü, adil uygulamalarla, adaleti ayakta tutarak da sağlayabilir. Korkuya değil sevgiye ve saygıya dayalı bir otorite tesisi. Bu takdirde millet mutlu olacak, devletine severek itaat edecektir. Halkın mutluluğu devletin de gücü demektir. Bu nedenle `güçlü devlet/ordu güçlü Türkiye` söylemleri, hukuk ve adaletin olmadığı otoriter, vesayetçi yönetim anlayışını çağrıştıran bir slogan olarak kalmak zorundadır.

Bu izahlarımızın doğruluğu, insanlık tarihi boyunca pratikte de görülmesine ve insanlığın temel hak ve hürriyetler noktasında ciddi aşamalar kaydetmesine rağmen, tarihten ders almayanlar zulüm ile otoritelerini sürdürmeye çalışmaktadırlar.

ABD’nin yüz binlerce insanı  katlettiği Irak’ta  sergilediği tavır en son örnek olarak önümüzdedir.

Bu noktada, insanların hukuk ve adalet anlayışlarına  yön veren dünya görüşlerinin sorgulanması gerekmektedir. İnsanları ırk, renk, dil veya dinlerine göre ayıran ve farklı statülerde değerlendiren dünya görüşlerine sahip insanlar ve onların yönettiği ülkeler, bize göre zulüm olan davranışlardan hayvani bir zevk alabilmektedir.  Ebu Gurayb Cezaevinden dünyaya yansıyan zulüm görüntülerinde, çırılçıplak edilmiş insanları üst üste yığıp yanlarında sırıtarak poz veren ABD askeri manzarasının başkaca izahı olmasa gerek.

Hukuk ve adaleti hep önceleyen ve önemseyen İslam Dininin bu konudaki görüşleri, insanlığın barış ve mutluluğuna en iyi katkıyı sağlayacak esaslar olarak yeniden ve daha dikkatle değerlendirilmelidir. Bu konuda İlahi emirlerden birkaç örneği birlikte okuyalım:

“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor”  (Nahl Suresi.90 )

“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder”  (Nisa Suresi. 58 )

“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”  ( Nisa Suresi. 135 )

Adaleti titizlikle ayakta tutmayı öğütleyen, kendisi, ana-babası aleyhinde olsa bile Allah için doğru şahitlik yapmayı öğütleyen, insanları din, dil,etnik köken ayrımı yapmadan eşit tutan bir anlayış, insanlığın barış içinde yaşaması için gözardı edilemeyecek önemde olduğu aşikar. Hukuk ve adalet aranırken, evrensel hukuk anlayışının yirminci yüzyıl ortalarında ulaşabildiği ortak değerleri, `yitik malları` arasından bulup çıkararak insanlığın istifadesine sunmak bu anlayışın müntesiplerine düşen en önemli görev. “ Kızım Fatıma da olsa adaleti uygulamaktan asla vazgeçmem” diyebilen bir anlayışla.

 

Reşat PETEK