Barolar, toplumsal ve siyasal olaylardaki konumlanmalarından dolayı bazı dönemlerde tartışmaların odak noktası haline gelmişlerdir. Danıştay kararlarında da vurgulandığı üzere bağımsız savunmanın temsilcisi, hak arama hürriyetinin güvencesi olan avukatların meslek örgütü barolar, bu yönüyle diğer meslek örgütlerinden ve sivil toplum kuruluşlarından farklı bir konuma sahiptir.

Bu kapsamda İstanbul Barosu’nun tarihsel sürecine bakıldığında, 1967 yılı genel kurulu öncesi Baro’nun yayınladığı faaliyet raporunun başlangıç yazısında, “Avukat, haklı gördüğü her ihtilafı adalet huzurunda hasis duygulardan uzak, hakkın ve vicdanının emrinden başka hiçbir emir dinlemeyerek ilmin, kanunun ve medeni cesaretin verdiği güç ve inançla savunur” deniliyordu. “Baro’nun bu anlayış içindeki avukatlar topluluğu olduğu, demokratik düzende sırf bir meslek teşekkülü olmadığı, halkı aydınlatıcı görevinin bulunduğu, hakikati aramakla yetinmeyip onu karşısındakilere kabul ettirenlerin topluluğu olan Baro’nun, Anayasaya aykırı hiçbir tutumu hiçbir hukuksuz ve haksız tasarrufu kabul etmeyeceği, gerçekleri söylemekten geri durmayacağı” belirtiliyordu.

Dolayısıyla Baro, sadece bir avukatlar topluluğu olmadığını deklare ediyordu. “Baroların yapmaları gereken çalışmaların sadece klasik ve dar çerçevede düşünülmemesi gerektiği, günlük siyasetin dışında olmakla birlikte avukatların büyük çoğunluğu gibi aydınların da haklı olarak baroları kabuklarının içine çekilmiş bir meslek teşekkülü olarak görmek istemedikleri, demokratik düzenin gelişmesinde ve işlemesinde salt mesleki faaliyete inhisar etmeyen aydınlatıcı ve uyarıcı vazifesinin bulunduğunu, mesleki meseleler dışında sosyal hayatı da etkileyen bir kuruluş olacağı” vurgulanıyordu.

1975 yılına gelindiğinde, 1983-1988 arası dönem haricinde İstanbul Barosu’nun son 45 yılına damgasını vuran Çağdaş Avukatlar Grubu (ÇAG) kuruluyordu. ÇAG’ın seçim bildirgesinde, “Baro’nun toplumsal sorunlara hukuk bilimi ışığında bakarken ülke yönetimi üzerinde etkileyici, halk üzerinde kamuoyu oluşturucu bir yöntem izlemesi gerektiği, ancak bu suretle gerçek ve çağdaş bir baskı grubu niteliği kazanabileceği” belirtiliyor, “Demokratik hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesi, bu yolda tüm antidemokratik engellerin kaldırılması, hukukun üstünlüğünün egemen kılınması, 1961 Anayasası’nın özüne aykırı mevzuat ve uygulamaların kaldırılması gerektiği ifade ediliyordu. Bildirgede aynı zamanda DGM’lere karşı olunduğu, savunmayı kısıtlayan, temel hak ve özgürlüklere aykırı mevzuat ve uygulamaların kaldırılması” gerektiği ifade ediliyordu.

Daha sonraki bildirgelerinde, “baroların salt avukatların meslek çıkarlarını gözeten bir örgüt olmadığı, adaletin koşullarına da özen göstermekle yükümlüğü olduğu, avukatın varlığının ancak hukuk devleti koşulları içerisinde değerlendirileceği, hukukun üstünlüğü kavramı var oldukça işlevinin bir anlam kazanacağı” söyleniyordu.

Ülkedeki özgürlüklerin kısıtlanması avukatı doğrudan ilgilendiriyordu. Çünkü avukat halkın eli, kolu, ağzı ve kulağıydı. Demokrasi ve hukuk devleti savunulduğunda, meslek de savunulmuş oluyordu.

Bu kapsamda İstanbul Barosu, demokratik hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesi, bu yolda tüm antidemokratik engellerin kaldırılması, DGM ve Özel Yetkili Mahkemelerin kapatılması, TCK 141, 142 ve 163. maddelerinin kaldırılması, idam cezasının, sansür ve sürgünün, yargıda kıyım ve tasfiyenin, OHAL kararnamelerinin, iki ayrı dönemde Baronun feshini talep eden Adalet Bakanlığı vesayetinin kaldırılması, hukukun üstünlüğünün egemen kılınması için mücadele etti.

1976’da sağ-sol çatışmalarının önlenmesi için “Kan Dökülmesine Son, Hukuka Saygı” yürüyüşü gerçekleştirdi. Yargı kararlarının uygulanmayışını protesto için “Kınama Günü” ilan etti.

Prof. Dr. Muammer Aksoy, Uğur Mumcu ve Danıştay Hakimi Mustafa Yücel Özbilgin’in öldürülmeleri sonrası; İsrail’in Gazze saldırıları, eksiksiz demokrasi, gerçek hukuk devleti, bağımsız yargı ve bağımsız savunma için, F Tipi Cezaevlerinde tecrite hayır demek için yürüyüşler yaptı.

Gladio türü yapılanmaların ortaya çıkarılmasını istedi. İlk “Susurluk Araştırma Komisyonu”nu kurdu. Kıbrıs’ta Türklere yapılan soykırımı dünya Barolarına duyurdu. Depremlerde ve Kıbrıs Barış Harekatında yardım topladı. Bulgaristan’daki Türk azınlığa yönelik soykırıma karşı kamuoyu oluşturdu. Dr. Sadık Ahmet’in yanında yer aldı. Arjantin’de General Carlos Guillermo Suarez Mason’un insanlığa karşı suçlar işlediğini öne sürerek yargılanmasını talep etti. Körfez savaşında İngiltere Başbakanı Tony Blair hakkında savaş, soykırım ve insanlık karşıtı suçlar nedeni ile Uluslararası Ceza Mahkemesine başvurdu. İsviçre’de minarelerin sınırlandırılmasının referanduma götürme kararına karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurdu. İdam cezasına karşı çıkarak Pakistan Devlet Başkanı Zülfikar Ali Butto’nun idam edilmemesi için çabaladı.

Pamukova’da gerçekleşen hızlı tren kazasında mahkemeden tespit yaptırdı. Zamlara, hayat pahalılığına, adaletsiz vergi sistemine karşı durdu. Çevre, tarihi ve kültürel değerler ile eğitim sisteminin tahrip edilmesine karşı çıktı. İşçi sınıfının bahar eylemlerine, TEKEL’in özelleştirilmesine karşı büyük işçi direnişine destek oldu. 1 Mayıs’da alanlara indi.

1 Mayıs, Maraş, Sivas olaylarını araştırdı. Engin Çeber, Festus Okey, “Hayata Dönüş Operasyonları” davalarını takip etti. Kanser hastası Güler Zere’nin tedavi edilmesini istedi.

En başında Ergenekon ve Balyoz davalarının hukuki değil siyasi olduğunu söyledi. Bu davalardaki keyfi uygulamalara karşı “Yargıya ve Ülkeye Sahip Çıkma” yürüyüşü yaptı.

Özel Yetkili Mahkemelerin adil yargılanma hakkını ihlal eden uygulamalarına karşı “Demokrasi, Hukuk Devleti ve Özgürlükler İçin Artık Yeter!” yürüyüşü yaptı. Arabuluculuğa kırmızı kart gösterdi.

1980 darbesi sonrası kapatılarak mühürlendi. Darbeciler tarafından defter ve belgelerine el konuldu. Bölücülük yapmak, Anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkmak suçlarından soruşturmalar açıldı. İşgali de gördü, binasının önünde bomba patlatılmasını da. Fakat hiçbiri, baroyu hakkın yanında yer almaktan, hakkın sözünü söylemekten alıkoymadı. Bir hukuk kurumu olan barolar, mesleki refleksin gereğini yerine getirerek haksızlık ve hukuksuzlukların karşısında yer aldılar.

Tarih bizlere, avukatların bir topluluk olmaları için mevzuat düzenlemesi gerektirmediğini de gösterdi. Hatta baroların kapatıldığı Napolyon döneminde dahi avukatlar topluluklarına sahip çıktılar. Bir müddet sonra da baroların varlığını tanınmak zorunda kaldılar.

Türkiye’de Galata Yıldız Han’da bir odada başlayan hukuk ve demokrasi mücadelesi, 142 yıl boyunca durmadı. Güçlerini mevzuattan değil, bağımsız savunma makamı olan avukatlardan alan barolar susmadı, susturalamadı.

Av. Atilla ÖZEN

İstanbul Barosu Avukatı