Bilsen sana ne kadar muhtacım. Yokluğunda gözüme uyku girmiyor. Sürekli seni düşünüyorum. Şu yaşadığım, yaşamaya mecbur bırakıldığım hayatın sensiz hiç tadı yok. Oysa sen olsan böyle olur muydu hiç? Bir yanım hep eksik. İçimde muazzam bir boşluk var. Senden başkası bu eksiği, bu boşluğu dolduramaz biliyorum. Sen olmayınca ruhum nihayetsiz bir ızdırap içinde yanıp kavruluyor. Sensiz öyle güçsüz, öyle zayıfım ki… Söylesene, niçin bırakıp gittin bizi? Niçin boynu bükük bıraktın? Aldığım her nefes ciğerimi yakıyor sanki. Dün mesleğime son verdiler. Onca emeklerim, onca çalışıp didinmelerim bir çırpıda yok edildi. “Bana bunu niçin yaptınız? Ben bir şey yapmadım. Bunları hak etmiyorum” diye haykırdım. Tam “Hak yerini bulacak elbet!” diyecekken, senin olmadığını fark ettim. Kelimeler boğazıma dizildi, konuşamadım. Öyle bir çaresizlik hissettim ki o an, sanki gideceğim yolların sonu hep uçuruma varıyor gibi geldi. Bunca zaman fark etmedim, edemedim. Varlığın ne muazzam bir şeymiş meğer. Kıymetini çok geç anladım.

Hak etmediğin bir muameleye maruz kalmak ne kadar zor biliyor musun? Ne kadar zor bir paçavra gibi kenara atılmak. Sesini duyuramamak ve dinletememek sözlerini. Gururunun incinmesi ne kadar acıtıyor insanın içini bir bilsen. Koca bir bataklıkta çırpınır gibi hissetmek, çırpındıkça batmak sanki yaşadıklarım.

Sen yokken güçlüler hükümranlığını ilan etti. Zayıfların haklı olmalarının bir önemi yok artık. Alttakinin üzerine basa basa yükseldiğin bir sistem var. Mağdur olan mağduriyetini kendisi gidermek istiyor. Çünkü hakkı tesis etme iddiasında olan mekanizmaya güvenmiyor. Yarına dair umutlar giderek sönüyor. İnsanların yüzü asık. Gülmüyorlar artık. Gençler çalışarak, emek vererek bir yerlere gelinemeyeceğini düşünüyor. Çalışmaktan umudu kesip nüfuzlu tanıdıklar arıyorlar artık. Tanıdığın insanlar kadar yükselebiliyorsun nedense. Sesini çıkarmak, gerçekleri söylemek de kâr etmiyor. Sesini duyuracağın platformlar da yok denecek kadar az çünkü. Herkes ağız birliği etmişçesine aynı şeyleri söylüyor: Söylenmesi istenilen şeyleri. Kendi başına bir hâl gelmediği sürece kimse konuşmuyor. Kimse kimseye güvenmiyor. Menfaatsiz, karşılıksız yardım etmek unutulmaya yüz tuttu. Bir tarafta çöpten ekmek toplayanlar var, diğer tarafta her gün mükellef sofralarda ziyafet çekenler. Karnını zor doyuranlardan tasarruf yapması beklenirken, ziyafet çekenler har vurup harman savuruyor. İnsanlar canavarlaştı. Daha öncede mi böylelerdi, yoksa senin yokluğunu fırsat mı biliyorlar anlamadım. Başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere yaşamak çok zor artık. Senin yokluğunda özgürce nefes alabilmek, meydan okumak dünyaya, çok zor. Hiçbir şey yapmadan kazananlarla, her şeyi yapmasına rağmen kazanamayanların dünyası artık burası.

Kimi insanların yüreğinde endişe ve korku var. Kimisi de öyle pervasız ki. Konuşması gerekenler susarken, susması gerekenler çenesini kapatmıyor.  Hayatında çaresizlik nedir bilmeyenler, imkânları varken çare olmaya, yalnızca nutuk çekiyorlar. Liyakat denen şeyin ne anlama geldiği çoktan unutuldu. “İşe yarar mı, denileni yapar mı?” tek kıstas oldu artık. Dünya senin yokluğunda el pençe divan duran, itiraz etmeyen, sorgulamayan, düşünmeyen, hak yemekten çekinmeyen neme lazımcıların dünyası artık. Dört bir yandan saldırı altında zihinler. Böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemiyor insanlar.

Ey varlığıyla varlığımızı anlamlı kılan, Güneş misali üzerimize doğan olmazsa olmaz şey! İnsan için iskelet neyse, hayat için su neyse, Devlet için de sen osun. Ama ne fayda, yoksun. Aslında çok iyi biliyorum senin bizi terk etmediğini, gitmeye mecbur kaldığını, sürgün edildiğini. İsmin yalnızca taş duvarlarda kaldı şimdi. Sessiz feryatlarda, mazlumların “ah”ındasın. Bir yakarışsın yürekten kopan. Gözyaşısın fedakâr annelerin. Kanayan bir yarasın sen. Ağrımadıkça varlığından haberdar olunmayan bir uzuv gibisin. Bir umut meşalesisin içimizde hiç sönmeyen. Hep bir yerlerde aransa da aslında hep içimizde olan.

Muhtacım sana, muhtacız. Her şeye rağmen sonunda geleceksin biliyoruz. Gözümüz yollarda… Bekliyoruz.

Av. Mehmet ÇAKIR