“MEB Hukuk müşaviri hangi karara itiraz ediyor”  ve “Milli Eğitimde skandal bir tane değilmiş” yazılarımız üzerine, MEB’da 28 Şubat kalıntısı uygulamaların devam ettiğini gösteren yeni skandallar çıkmaya devam ediyor.

Dün, MEB Hukuk Müşavirleri'nin 28 Şubat sürecinde baskılara maruz kalarak öğretmenlikten atılan Nazım Erol'un de görevine dönmesine engel oldukları haberleri basında yer aldı. Benim elimde de başka örnekler var.

Önceki yazılarımızı okumayanlar için açıklayalım. Söz konusu olay, Danıştay'ın, "başörtüsü memuriyetten atılma sebebi olamaz" şeklindeki kararına MEB hukuk müşavirinin itiraz etmesinin tarafımızdan deşifre edilmesiydi. Biz isim bahsetmeden, temel hak ve özgürlükler bağlamında başörtüsü özgürlüğünü de savunan Ak Parti iktidarında, bürokratların yasakçı ve hukuksuz 28 Şubat zihniyetini uygulamaya nasıl devam ettiklerini göstererek tedbir alınmasını amaçlamıştık.

Bu arada Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın görevinden alındığını açıkladığı MEB 1.Hukuk Müşaviri Osman Çelik basına yaptığı açıklamada,  “Bana komplo kuruyorlar. Hakkımda söylenenlerin hepsi yalan, palavra” demiş ve kendisinin 2003 yılında MEB Hüseyin Çelik döneminde göreve başladığını açıklamış.

Açıklamayı okuyunca, ‘komplo kuran, yalan ve palavra yazan’ olmadığımı delilleriyle, belgeleriyle değerli okuyucularımla paylaşmak istedim.

İyi ki elimde delil varmış, belge varmış. Aksi halde, bireyin en temel haklarını görmezden gelip yönetmelikleri BÇG talimatları doğrultusunda keyfi olarak uygulayarak memuriyetten çıkarma karalarına imza atanlar zeytin yağı gibi üste çıkmak için ayıplarını ortaya çıkaranlara ‘yalancı, iftiracı’ demekten geri kalmayacaklar.

Aşağıda kupürünü göreceğiniz, Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu’nun 04.04.2001 tarih ve 2001/21 Dosya numaralı kararında 1.Hukuk Müşaviri olarak kimin ismi ve imzası yer alıyor lütfen bakınız. Yoruma hacet yok, kim yalancı, iftiracı komplocu göreceksiniz.

Göreve 2003 yılında başladığını söyleyen 1. Hukuk Müşaviri 04.04.2001 tarihli karara nasıl imza atıyor benim açıklamam imkansız. Bunu açıklama başarısını ancak ‘hepsi yalan, palavra, komplo’ diyen becerebilir.

Bir başka belge 08.11.2000 tarihli memuriyetten çıkarılan M.S.Y. isimli öğretmen hakkındaki MEB Yüksek Disiplin Kurulu kararı.
 
Başörtüsü nedeniyle memuriyetten çıkarılan M.S.Y’nin  vekili Av. Süleyman Arslan bey de, dosyadaki belgeleri iyi bildiği için ‘yalan, palavra, komplo’ açıklamalarına şaşıranlardan. Cevabını almak istediği diğer soruları yanında aşağıdaki soruların cevaplanmasını istiyor:
 
“1- Kendisi 2003'te bu göreve geldiğine göre, müvekkilim M.S.Y’ın Devlet Memurluğundan Çıkarılma teklifinin kabulüne karar verilen 08/11/2000 tarihli Yüksek Disiplin Kurulu kararının altında imzası olan 1. Hukuk Müşaviri Osman Çelik kendisi midir? Yoksa ondan önce 1. Hukuk Müşavirliği'ni işgal etmiş bir başka Osman Çelik mi vardır?”
 
“2- Kendisinin 1. Hukuk Müşavirliği'ne Hüseyin Çelik döneminde geldiği doğruysa, 2005'te M.S.Y adına Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yaptığımız müracaattan haberi yok mudur? Türkiye'nin mahkum edilme riskinin olduğu uluslararası bir davadan 1. Hukuk Müşavirinin haberi olmaz mı? Haberi vardıysa bu müracaatımıza karşı tutumu ne olmuştur? Son karar için "Benim haberim olsa bakana mutlaka götürürdüm" dediğine göre bizim davamızı bakana veya müsteşara götürmüş müdür? "Her dava gitmez bakana." dediğine göre AİHM'de görülen bir dava da bakana götürülmeyecek bir dava mıdır?”
 
Siyasi iradeyle örtüşmeyen bu tür bürokratik skandalların sadece MEB’da olmadığını da ifade edelim. Diğer bakanlıklar ve il valiliklerinin uygulamalarında, AİHM’de Türkiye aleyhine sonuçlanan pek çok davada benzer olayları görürüz. Hak adalet ve hakkaniyetin gerektirdiği uygulama ve talepler yerine alışılmış devletçi refleks ile talep, itiraz ve temyiz yollarına başvurulduğu ve mağduriyetlerin devamına sebep olunduğu örnekler vardır.

Bu olay üzerine Sayın Nazlı Ilıcak da kendi yaşadığı örneği yazdı.
Nazlı Ilıcak; “Benzer bir durum, milletvekilliğimin düşürülmesi üzerine AİHM’de açtığım dava sırasında başıma gelmişti.
Ben,  AİHM’de, Anayasa Mahkemesi kararının hukuka aykırı olduğunu söylerken, Dışişleri Hukuk Müşavirliği, Türkiye adına yaptığı savunmada, Fazilet Partisi’nin  kapatılmasının ve partinin laikliğe karşı odak haline gelmesine sebebiyet veren benim de cezalandırılmamın haklı olduğunu ileri sürmüştü. Yıl 2007 idi.” Diyor ve soruyor: “2007’de Ak Parti iktidarı yok muydu ?”

Ak Parti’nin de aynı gerekçelerle kapatılması için dava açıldığını hatırlatmama gerek var mı bilmiyorum.
Davul siyasi iktidarın, Ak Parti’nin boynunda, tokmak kimlerin elinde.
‘İktidarsa kadrolarını kursun ve kontrol etsin’  dediğinizi duyar gibiyim.
Ben de bunu söylemeye çalışıyorum.