Giriş: “Tutukluluğun Değerlendirilmesinde ‘Fiili İnfaz Süresi’ Kriteri” ve “Kadir Şeker’in Tahliyesi ile Gündeme Gelen Tutuklulukta ‘Fiili İnfaz Süresi’ Sorunu” başlıklı yazılarımızda, kesinleşmiş hapis cezalarının fiili infaz sürelerini geçen tutukluluklardan kaynaklanan sorunları ve çözüm önerilerini daha önce ortaya koymuştuk. Bu defa; bihakkın tahliye ve fiili infaz süresini aşan tutukluluktan kaynaklanan tazminat sorunu ile bu sorunun giderilmesi için ne yapılması gerektiği hakkında görüşlerimizi ortaya koyacağız.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.141/1-f’ye göre; “Mahkum olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan” kişiler, her türlü maddi ve manevi zararlarını, Devletten talep edebilirler.

Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat talebinde bulunmak için öngörülen yasal sebeplerden birisi; gözaltı ve tutuklulukta geçen sürelerin, hükümlülük süresini aşması halidir. Hükümde geçen “hükümlülük” süresi ibaresinden; bihakkın tahliyeye kadar geçecek sürenin mi, fiilen ceza infaz kurumunda infaz edilecek sürenin mi anlaşılması gerektiği konusunda tereddüt oluşabilmektedir.

Hükümlülük; kişinin ceza infaz kurumunda kaldığı süre ile sınırlı olmayıp, cezanın infazı denetimli serbestlik ve koşullu salıverilme süreçlerinde de devam etmektedir. Bu sebeple; gözaltı ve tutuklulukta geçen toplam süresi, bihakkın tahliye tarihine kadar geçecek infaz süresinden az olan, ancak denetimli serbestlikten veya koşullu salıverilmeden faydalanması için fiilen infaz edilecek süreden fazla olan hükümlülerin, CMK m.141/1-f kapsamında tazminat talep etmesi mümkün değildir.

Hükmedilen ceza ve dolayısıyla bihakkın infaz edilecek süre; gözaltında ve tutuklulukta geçen süreden az ise, tazminat talep edilebilir. Bu durumda; hükümlünün, gözaltında ve tutuklulukta geçirdiği sürelerin infaz aşamasında mahsup edilmesinin, tazminat ödenmesine engel olup olmayacağı sorusu gündeme gelebilir. Ek olarak; tazminatın hesaplanmasında, gözaltında ve tutuklulukta geçen tüm sürelerin mi, yoksa bihakkın tahliye süresini aşan sürelerin mi dikkate alınacağı düşünülebilir.

Hükümlünün bihakkın tahliye tarihini aşan gözaltı ve tutukluluk süreleri önce ilgili olduğu mahkumiyet süresinden ve sonra hükümlü hakkında verilen bir başka mahkumiyet süresinden indirildiğinde, tazminat talep edilmesi mümkündür. Çünkü gözaltı ve tutukluluk süresi başka bir hükümlülüğünden indirilenlerin tazminat isteyemeyeceğine dair CMK m.144/1-a bendi, 30.04.2013 tarihli ve 28633 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6459 sayılı Kanun m.18 ile yürürlükten kaldırılmıştır. Bununla birlikte Yargıtay[1]; haklarında mahsup işlemi yapılmayan kişilerle tutukluluğu başka mahkumiyetinden mahsup edilenler arasında dengenin sağlanması için, gözaltında ve tutuklulukta geçirilen sürelerin ne kadarının diğer hükümlülükten mahsup edildiğinin araştırılması, tamamının mahsup edildiğinin belirlenmesi halinde makul bir miktar maddi ve manevi tazminata hükmolunması, bir kısmının mahsup edildiğinin belirlenmesi halinde ise mahsup edilmeyen kısma ilişkin olarak maddi ve manevi zarar dikkate alınıp, mahsup edilen kısım için de makul bir miktar maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğini belirtmektedir. Karara konu olayda her ne kadar beraat kararı verilmişse de; Yargıtay’ın ortaya koyduğu görüşün, CMK m.141/1-f yönünden tatbikine engel bulunmamaktadır. Bu durumda; hükümlülük süresini aşan kısım tümü ile mahsup edilmiş olacağından, hükümlülük süresini aşan süreler için hesaplanacak tazminat yerine, makul bir miktar tazminat ödenmesi gerektiği kanaatindeyiz.

Belirtmeliyiz ki; CMK m.141/1-f, hükümlülük süresinin aşılmasını tazminat sebebi olarak düzenlemekte olup, bihakkın tahliye tarihi ile tutukluluğun sona erdiği tarih arasında geçen süreler, bir başka ifadeyle bihakkın tahliye süresini aşan süreler için tazminat talep edilebilir[2]. Gözaltında ve tutuklulukta geçen tüm süreler için tazminat talep edilmesi; ancak CMK m.141/1-a’da düzenlenen "kişinin kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanması, tutuklanması veya tutukluluğunun devamına karar verilmesi” veya CMK m.141/1-e’de düzenlenen “kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatına karar verilmesi” hallerinde gündeme gelebilir.

Koşullu salıverilme tarihini aşan süreler için tazminat istenip istenemeyeceği, Yargıtay’ın daha önce verdiği kararlarda incelenmiş olup; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5/3 ile Anayasa m.19, 40 ve 90/5 gereğince, koşullu salıverilme tarihini aşan süreler için makul bir miktarda tazminata hükmedilmesi gerektiği, CMK m.141/1-d’de ayrı bir tazminat sebebi olarak düzenlenen “kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmaması ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmemesi” şartı çerçevesinde ele alınmıştır[3].

Yargıtay’ın; koşullu salıverilme süresini aşan tutukluluğu “haksız tutma” olarak nitelendirdiği ve tazminat sebebi olarak kabul ettiği farklı kararları da bulunmaktadır[4]. Bu durumda; koşullu salıverilmenin hükümlü için mutlak bir hak olmadığı, koşullu salıverilme şartlarının ihlali halinde hükümlünün yeniden ceza infaz kurumuna alınabileceği, bu sebeple tazminat yönünden koşullu salıverilme tarihinin dikkate alınmaması gerektiği hakkında karşı görüş ile tutukluluk sürelerinin fiilen ceza infaz kurumunda geçirilecek süreleri aşmasının “ölçülülük” ilkesine aykırı olacağı, bu halde tutukluluğun devamının CMK m.141/1-a veya CMK m.141/1-d uyarınca tazminatı gerektireceği görüşü arasında adil bir denge kurulabilmesi için, tazminat ödenmesi yerine, adli kontrol kararı verilmesine dair yasal düzenleme yapılması isabetli olacaktır. Bu yasal düzenlemede; istinaf ve temyiz aşamaları da dahil olmak üzere, tutuklulukta geçen sürelerin, verilen cezanın kesinleşmesi durumunda fiilen ceza infaz kurumunda geçirilecek süreye yakın olduğu hallerde, dosyanın aşamasına göre bölge adliye mahkemesi ceza dairesi, Yargıtay veya ilk derece mahkemesi tarafından, talep üzerine veya re’sen tutukluluğun sonlandırılması ve adli kontrol kararı verilmesi öngörülebilir. Çünkü kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile doğrudan ilgili olan bu durumun; bir miktar para ödenmek suretiyle tazmini yerine, varlığı inkar edilemeyecek bu sorundan doğacak hak ihlallerini önlemek amacıyla, tutukluluğun muhtemel koşullu salıverilme süresi dikkate alınarak tatbiki ve fiili infaz süresine yaklaşılan hallerde adli kontrolün tatbikinin emredici hüküm olarak düzenlenmesi gerektiği kanaatindeyiz.

İHAS m.5/3, Anayasa m.19/son, Anayasa m.40/son ve Anayasa m.90/5 ile CMK m.141/1-a veya CMK m.141/1-d çerçevesinde; muhtemel koşullu salıverilme tarihini aşan tutukluluk halinin tazminat sebebi olarak kabul edilmesi, CMK m.141/1-f’nin amacını ve bihakkın tahliye tarihinin esas alınmasına dair Yargıtay’ın güncel içtihadını anlamsız hale getirmektedir. Kişinin tazminata hak kazanabilmesi için koşullu salıverilme tarihi dikkate alınacaksa; CMK m.141/1-f çerçevesinde bihakkın tahliye tarihinin esas alınacağına dair kuralın ve Yargıtay içtihadının pratikte uygulanması, koşullu salıverilmesi yasak olanlar dışında mümkün olamayacaktır. Ayrıca bu durumda; koşullu salıverilme tarihi yerine, muhtemel denetimli serbestlik tarihinin dikkate alınması gerektiği de ileri sürülebilir. Çünkü koşullu salıverilme tarihini esas alan görüş; fiilen ceza infaz kurumunda geçirilecek süreyi aşan tutukluluğu haksız kabul etmekte olup, denetimli serbestlik halinde hükümlü hakkında koşullu salıverilme kararı verilmeden önce ceza infaz kurumu dışında infaza devam edebilmesi mümkün olduğuna göre, kişinin haksız şekilde tutuklu kalıp kalmadığının tespitinde koşullu salıverilme tarihi yerine denetimli serbestlik tarihinin esas alınması gerektiği sonucuna varılabilir.

Konu ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin 16.02.2017 tarihli ve 2014/11651 Başvuru numaralı Ercan Bucak (2) başvurusunun incelenmesi isabetli olacaktır. Bireysel başvurunun konusu; başvurucunun tutuklu kaldığı sürenin koşullu salıverme tarihinden bihakkın tahliye tarihine kadar olan kısmının bir başka suçtan alınan cezadan mahsup edilmemesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasıdır.

Anayasa Mahkemesi; hükümlülerin ceza infaz kurumlarında kalacağı süreyi doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen durumların Anayasa m.19’da tanımlanan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, koşullu salıverme kuralları gereği cezaevinde kalınması gereken sürenin, hürriyeti bağlayıcı cezanın yerine getirilmesinin kapsamına dahil olduğunu belirtmektedir. Kararda; kişinin koşullu salıvermeden yararlanabileceği tarihten sonra hürriyetinden yoksun bırakılmasının çeşitli yönlerden Yargıtay içtihatlarına konu olduğu, Yargıtay’ın bir taraftan kişilerin koşullu salıvermeden yararlanabileceği tarihten sonra hürriyetinden yoksun bırakıldıkları sürenin, başka suçtan alınan cezadan mahsup edilebileceğini belirtirken, diğer yandan ise bu süre dolayısıyla kişilere tazminat ödenebileceğine işaret ettiği vurgulanmaktadır. AYM; Yargıtay içtihadından yola çıkarak, hukuk sistemimizin bir kimsenin koşullu salıvermeyi hak etmesine rağmen halen hürriyetinden yoksun bırakılmasını, Anayasa m.19/2’de belirtilen "Mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi" kapsamında hukuka uygun bir tutma olarak kabul etmediğini tespit etmiştir. Başvurucunun mahsup talebini sadece bihakkın tahliye tarihini aşan süre için kabul eden itiraz merciinin kararı ise, koşullu salıvermenin mutlak bir hak olmadığı düşüncesine dayandırılmıştır. Ancak AYM’ye göre bu durumda, mahkumiyet kararının infazı kapsamında başvurucunun ceza infaz kurumunda kalacağı sürenin uzaması sözkonusu olacaktır. AYM bu nedenle; başvurucunun hukuk sistemi tarafından belirlenenden daha fazla bir süre hürriyetinden yoksun kalmasının hukuki bir temeli bulunmadığı gerekçesiyle, uzayan tutma süresinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile bağdaşmadığı sonucuna varmış ve ihlal kararı vermiştir.

AYM’nin bu kararında ortaya koyduğu gerekçelerden; koşullu salıverilme süresini aşan tutukluluk halini “haksız tutma” olarak kabul etmesi sebebiyle, tazminat ödenmesini de aynı gerekçelerle gerekli görebileceği anlaşılmaktadır. Ancak burada dikkate alınması gereken bir diğer husus; AYM’nin koşullu salıverilme tarihini aşan tutukluluk süresi ile ilgili değerlendirme yaparken, Yargıtay içtihadına işaret etmesidir. Bir başka ifadeyle AYM kararında; Yargıtay’ın daha önce verdiği kararlarda, koşullu salıverilme tarihini aşan tutukluluklar için mahsup ve tazminat müesseselerinin işletilmesini benimsemesi dikkate alınmıştır. Bununla birlikte; Yargıtay’ın tazminatla ilgili güncel kararlarında, CMK m.141/1-f bendinden hareketle, gözaltında ve tutuklulukta geçen sürelerin bihakkın tahliye için gerekli süreyi aşması halinde tazminata hükmedileceği kabul edilmektedir.

Sonuç olarak;

CMK m.141/1-f’de öngörülen tazminat yolunda bihakkın tahliye tarihinin esas alınmasının Yargıtay’ın güncel içtihadı ile benimsendiği, diğer taraftan koşullu salıverilme süresini aşan tutuklulukların haksız olduğuna, İHAS m.5/3 ile Anayasa m.19/son, m.40/son ve m.90/5 uyarınca tazminata hükmedilmesi gerektiğine dair Yargıtay’ın yakın geçmişte verdiği kararların da mevcut olduğu, ancak bu kararların CMK m.141/1-f’ye dayandırılmadığı, yukarıda yerilen İHAS ve Anayasa hükümlerinin ve bir kısmında ise CMK m.141/1-d’nin hukuki sebep olarak gösterildiği, Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda yer verilen karar tarihinde Yargıtay uygulamasının koşullu salıverilme tarihini aşan tutukluluğu tazminat sebebi olarak kabul ettiği görülmektedir.

Tüm bu hususlar birlikte ele alındığında; hem koşullu salıverilme tarihini aşan ve hem de bihakkın tahliye tarihini aşan tutukluluklar için yasal dayanakları ayrı olacak şekilde tazminat talep edilebileceği sonucuna varılabilirse de, koşullu salıverilme tarihinin esas alındığı durumda bihakkın tahliye tarihinin esas alınmasının (koşullu salıverilmesi yasak olanlar dışında) pratikte mümkün olmayacağı gözetildiğinde, konu ile ilgili CMK m.141’de öngörülebilir ve belirli yasal düzenleme yapılmasına ihtiyaç olduğu kanaatindeyiz.

Ayrıca; tutukluluk süresinin fiili infaz süresini aşmasının önüne geçilebilmesi için, devam eden kovuşturmalarda adli kontrol tedbirini zorunlu kılan bir düzenlemeye gidilmesinde isabet bulunacağı tartışmasızdır. Kanun değişikliği, Anayasa m.19 ile İHAS m.5’in güvencesi altında olan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının korunup gözetilmesi bakımından gereklidir. Böylece; hem haksız fiili tutmaların ve hem de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının bir karşılığı ve güvencesi olamayacak, Devlet Hazinesi açısından maddi külfet teşkil edecek tazminat ödemelerinin önüne geçilebilecektir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Beyza Başer Berkün

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

--------------

[1] Yargıtay 12. CD., 26.04.2021, 2019/4077 E., 2021/3960 K.

[2] Yargıtay 12. CD., 14.06.2021, 2020/2350 E., 2021/4828 K.; Yargıtay 12. CD:, 15.02.2021, 2019/2279 E., 2021/1498 K.

[3] Yargıtay 12. CD., 17.02.2014, 2013/27023 E., 2014/3838 K.

[4] Yargıtay 12. CD., 01.06.2016, 2016/2013 E., 2016/9280 K.; Yargıtay 12. CD., 25.05.2016, 2016/311 E., 2016/8794 K.; Yargıtay 12. CD., 13.04.2016, 2015/9190 E., 2016/6309 K.; Yargıtay 12. CD., 04.11.2014, 2014/17547 E., 2014/21735 K.; Yargıtay 12. CD., 09.09.2014, 2014/11035 E., 2014/17326 K.