Türk Hukukunda nişanlanma, ileride birbirleriyle evlenme niyetinde olan iki kişinin niyetlerini dile getirmek suretiyle bir aile hukuku sözleşmesi yapmalarıdır. Nişanlanma durumu, bir hukuki işlem statüsündedir ve evleviyet kuralığı gereğince aralarında evlenmeye engel sebepler bulunan kişiler evlenme vaadine konu olan nişanlanmayı da gerçekleştiremeyeceklerdir. Sözleşmelere hukuki anlamda geçerlilik sağlayan en önemli unsur şüphesiz ki iradelerin birbirine uygun olmasıdır. Bir aile hukuku sözleşmesi olan nişanlanmada ise bu unsur kişilerde evlenmeye yönelik iradenin olmasıdır. Kişiler arasında bu yönde değil de aksi yönde bir irade beyanı bulunsa dahi bu durum, hukuki anlamda bir nişanlanma meydana getirmeyecektir.

Kanun koyucu hukuki bir akit niteliğine sahip olan nişanlanma için bir şekil şartı koymuş değildir. Taraflar sözlü ya da yazılı olarak evlenme vaadi iradelerini göstererek bu akiti gerçekleştirebilirler. Ayrıca nişanlanmanın, kişilerin sahip oldukları örf ve adetlere göre yapılmaması da nişanlanma işlemini geçersiz kılmayacaktır. Dolayısıyla kanun koyucunun bu anlamda resmi bir akit olan evlenmeye göre nişanlanma için taraflara büyük ölçüde keyfiyet sağladığı görülmektedir. Ancak burada Yargıtay 3. Hukuk Dairesi bir kararında nişanlanmada yasaca şekil şartı konulmadığını belirttikten sonra “Nişanın hukuken geçerli olması için belli bir ritüel içinde yapılmış olması, nişanın duyurulması (ilan edilmesi) ve aile bireylerinin şahitliği çerçevesinde yapılması gerekmektedir. demek suretiyle nişanlanmada şekil şartı bulunduğunu, aile içerisinde bir merasimin gerçekleşmesinin mecburi olduğunu ortaya koymuştur. Her ne kadar kanun koyucu nişanlanma için bir şekil şartı koymuş olmasa da Yüksek Mahkemenin emsal niteliğindeki bu kararı, nişanın gerçekleşmeme ihtimaline karşı tarafların ve yakınlarının vermiş oldukları hediyelerin geri istenmesi ve meydana gelebilecek olası zararlarını ispat edebilmeleri bakımından oldukça önemlidir.

Her sözleşmede olduğu gibi bağımsız bir medeni hukuk sözleşmesi olan nişanlanma da taraflara birtakım yükümlülükler yüklemektedir. Bu yükümlülüklerin başında evlenme yükümlülüğü gelmektedir. Ancak bu yükümlülük yerine getirilmediği takdirde, borçlar hukukunda olduğu gibi dava edilemez ve nişanı bozan kişi hukuk yoluyla evlenmeye zorlanamaz. Fakat nişanı sona erdiren taraf haklı bir nedene dayanmaksızın bu yükümlülüğünü yerine getirmediyse mağdur olan karşı taraf, şartları oluşmuşsa tazminat davası açma yoluna gidebilecektir. Dolayısıyla bu noktada tazminat hukuku gündeme gelecektir.

Hukuk sistemimizde kişi uğramış olduğu hem maddi zararlara karşı hem de manevi zararlara karşı tazminat isteme hakkına sahiptir. Maddi tazminatlar adından da anlaşılacağı üzere malvarlığında meydana gelen zararları ifade etmektedir ve bu zarar çoğunlukla mahkeme tarafından bilirkişi raporuyla tespit ettirilmek suretiyle kolayca belirlenmektedir. Kişinin acı, elem ve üzüntü gibi duygular nedeniyle uğramış olduğu zararı ifade eden manevi tazminatın ispatlanması ise maddi tazminata nazaran çok daha güçtür ve davacıya ispat külfeti getirmektedir.

Öncelikle kanunumuza göre nişanlılardan biri haklı bir sebebe dayanmaksızın nişanı sona erdirdiği takdirde karşı tarafın uğramış olduğu gerek maddi gerekse manevi zararları tazmin etmek zorundadır. Burada önemli olan husus, kişinin kusurlu olması akabinde ise bu kusurlu davranış nedeniyle karşı tarafta bir zarar doğmuş olmasıdır. Maddi tazminatın miktarı, olayın özelliğine göre belirlenecektir. Kusuru olan taraf, tazminat isteme hakkı olan tarafa, dürüstlük kuralları çerçevesinde ve evlenme amacıyla yaptığı harcamalar ve katlandığı maddi fedakârlık karşılığında uygun bir tazminat ödemekle yükümlüdür. Bu kural, nişan giderleri hakkında da uygulanacaktır. Ayrıca kanun koyucu burada tarafların yanı sıra onların anne babalarının ve hatta anne babası gibi davranan kimselerin de maddi tazminat talebinde bulanabileceğini belirterek kapsamlı bir düzenleme öngörmüştür.

Nişanı haksız olarak bozan kişiye karşı açılabilecek ve uygulamada tespiti bakımından sıkıntı yaşanan bir diğer tazminat türü ise manevi tazminattır. Nişanın haksız bir nedenden dolayı bozulmasından kaynaklı, kişide birtakım duygusal bozukluklar yaşanabilmektedir. Bu duygu durum bozukluğunun ileri derecede olması ve kişinin üzerinde ciddi bir etki yaratması gerekmekte ve akabinde bu durumun mahkeme nezdinde ispatlanması gerekmektedir. Örneğin kişinin nişanlanma merasiminden sonra ileri derece kilo alması ve nişanlandığı kişinin ailesi tarafından vücudunun belirli bölgelerinin kontrol edilmek istenmesi üzerine Yargıtay, burada kişilik haklarına ağır bir saldırı olduğunu ve kişinin manevi tazminat alabileceğini belirtmiştir. Aynı şekilde Yargıtay yakın zamanda manevi tazminat talebi bakımından emsal niteliğinde bir karar daha vermiştir. Yüksek Mahkeme, manevi tazminat talebi için davalının haklı bir nedene dayanmaksızın nişanı bozmasının tek başına yeterli bir sebep olmayacağını, bu davranışın davacının kişilik haklarına saldırarak yapılmadığı sürece doğal üzüntüyü aşacak şekilde manevi bir zarara sebep olmayacağını belirtmiştir.

Sonuç olarak Yargıtay’ın bu kararından da anlaşılacağı üzere; manevi tazminat talebinde bulunabilmek için kişide nişanın bozulması sonucu fahiş bir zarar meydana gelmeli ve bu zarar kişilik haklarına saldırı niteliğine haiz olmalıdır. Bununla birlikte söz konusu tazminat talebinin muhatabı olan kişinin kusurlu olması da gerekmektedir. Manevi tazminat taleplerinde gerek yerel mahkemeler gerekse Yargıtay, kanunda aranan şartların gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti hususunda oldukça titiz davranmaktadır. Nişanın bozulması nedeniyle oluşacak manevi zarara ilişkin tazminat isteme hakkı ise sadece nişan taraflarına aittir. Dolayısıyla zarara uğrayan kişinin anne babası ya da onlar gibi davrananlar, manevi tazminat talebinde bulunamayacaklardır.

Av. Begüm Gürel & Hukuk Fakültesi Öğrencisi Meltem Kılıç