Ülkemizde özellikle son dönemde maalesef sık sık canlı bomba saldırılarına tanıklık etmeye başladık. Kızılay ve İstiklal Caddesi patlamaları kuşkusuz herkesi derinden etkiledi. Kalabalığından dem vurulan İstanbul’un geçtiğimiz hafta sonu terkedilmiş bir şehirden adeta farkı yoktu. Peki, hepimizi korkudan evlere kapatan ve terörün yeni modası bu canlı bombalar bu kararı nasıl veriyor?

İntihar saldırılarının, El Kaide’den Tamil Kaplanları’na, Japon kamikazelerden Hasan Sabbah’ın Haşhaşi örgütüne dek uzanan köklü bir mazisi var. Teröristler bu saldırıları düzenlerken can verme pahasına can alma gibi şeytani bir hedeften beslenen tuhaf bir ruh haline bürünüyor ve örgütlerinin ajitasyonuyla artık robotlaşmış bedenlerini sözüm ona yüce idealler için feda ediyorlar! İntihar eylemleri konvansiyonel savaşlarda da ölmek ya da teslim olmaktan başka çaresi kalmayan cephe askerlerinin de bazen acziyetiyle başvurduğu bir terörizm biçimi.

Tarihte intihar eylemlerinin, ilk olarak 11. yüzyılda Şiiliğin İsmailiye koluna bağlı olan Hasan Sabbah fedailerinin, öleceğini bile bile verilen hedeflere saldırmalarıyla başladığı söylenebilir. Şiiler, Haşhaşiler'den bin yıl sonra İran-Irak Savaşı'nda Irak hedeflerine intihar saldırıları düzenleyen İranlı gençler üzerinden 'intihar terörizmi geleneği'ni sürdürdüler. Şiilik'te canlı bomba saldırıları düzenleyen bir başka yapı ise Lübnan Hizbullah’ı idi. Hizbullah, ABD ve İsrail hedeflerine saldırarak pek çok kişinin ölümüne sebep oldu. 11 Kasım 1982'de İsrail'e yönelik bir askeri karargâha düzenlenen Hizbullah'ın ilk intihar saldırısında 141 İsrail askeri öldü. Aynı örgütün bir diğer büyük intihar saldırısı 23 Ekim 1983'te gerçekleşti. Bomba yüklü bir kamyon, Beyrut'ta görevli ABD Deniz Kuvvetleri'ne bağlı bir askeri birliğin karargâhında patlatıldı. 296 Amerikalı öldü, 84 kişi de yaralandı.

20. yüzyılın sonlarından itibaren önce Filistinli örgütler ve ardından El Kaide ile intihar eylemleri Şii örgütlerden çok Sünni ve Selefi örgütlerin başvurduğu bir yönteme dönüştü. 11 Eylül 2001'de ABD'de İkiz Kuleler'e yönelik uçaklı intihar saldırısında resmi rakamlara göre yaklaşık 3 bin kişi öldü. Japon pilotlar benzer bir yöntemi İkinci Dünya Savaşı'nda kullandılar. Japonlar, kamikaze uçaklarıyla Amerikan üslerine ve savaş gemilerine intihar saldırıları düzenlediler.

Tamil Kaplanları, Sri Lanka ordusu tarafından ciddi biçimde geriletildikleri 1987 yılında ilk canlı bomba saldırılarını gerçekleştirdiler. Sri Lanka ordusu, 1987 yılının Temmuz ayında, ülkenin kuzey bölgelerinde hâkimiyet sağlamak maksadıyla kapsamlı bir operasyon başlatmıştı. Yüzbaşı Miller adlı bir terörist, bomba yüklü bir kamyonla Sri Lanka askeri kışlalarından birine Tamiller'in ilk intihar saldırısını gerçekleştirdi. Saldırıda 40'tan fazla Sri Lanka askeri öldü. Tamiller daha sonra bomba yüklü sürat tekneleri ve otomobillerle askeri karakollara saldırdı. Tamil Kaplanları, 5 Temmuz 1987 ile 20 Kasım 2008 arasında toplam 378 canlı bomba saldırısı düzenleyerek intihar terörü alanında bir rekora (!) imza attılar.

Ülkemizde son dönemlerde canlı bomba eylemleri oldukça arttı. Bu eylemlerin tercih edilmesinin nedenleri ise aslında basit. Bu eylemler, diğer saldırılara oranla daha kolay planlanabiliyor ve son ana kadar denetlenebildiği için de, uygulama bakımından daha etkili ve sonuç odaklı oluyor. Eylemci, arkada işe yarar hiçbir iz bırakmıyor, yardım aldığı kişiler hakkında bilgi veremiyor. 

Hepsinden önemlisi de, eylem planının en zor bölümünü oluşturan "kaçış" için herhangi bir kaygı barındırmıyor.

Tel Aviv Üniversitesi'nde görevli İsrailli psikolog Ariel Merari, 50'den fazla canlı bombanın sosyal çevresini araştırdı. Araştırmada ne ortak bir karakter yapısı, ne de patolojik bir kimlik özelliği saptayabildi. Bütün bu katillerde en önemli benzerlik, hiç dikkat çekmemeleriydi. 

Akıllara gelen soru ''Sizin, bizim gibi insanlar mı yani?'' Yüzeysel olarak bakıldığında: Evet. İntihar komandolarının psikolojik analizlerini yapmaya çalışan farklı branşlardaki bilim insanları böyle söylüyorlar. 

Açıklama yaparken de, mezhep, tarikat veya intihar araştırmalarında kullanılan yöntemlere başvuruyorlar: "Narsisist (özsever) bir ruhsal yapı", "sınırlarda gezinen kişilik" ve "intihar öncesi sendrom".

Seçilen eylemcilere baktığınız zaman, rahatlıkla duyguları harekete geçirilebilecek kişiler seçiliyor. Ayrıca bu eylemciler çoğunlukla toplumda yer edinemeyen kişiler arasından seçiliyor. Eylemcinin içinde kendini feda etme, bir kahraman olma duygusu ön plana çıkabiliyor. 
Elbette ciddi oranda da bir sosyal baskı var. Bu sosyal baskı içinde ona öğretilen duygu da şu: ‘Bunu gerçekleştirmediğin zaman grubun içinde saygı gören bir insan olarak yaşama şansın yok.’

Saldırı öncesi eylemcilerin motive olmaları için, narsisist yaraları iyice deşiliyor, varlıklarının tehlike altında olduğu tekrar tekrar vurgulanıyor. Böylelikle şiddetli bir çatışma potansiyeli yaratılıyor. 

Ayrıca bu kişilerin bilinçaltına yavaş yavaş ‘Sen zaten bu eylemi gerçekleştirmediğin zaman burada da insan gibi saygı görmeyeceksin. Ama bu eylemi gerçekleştirdiğin zaman hem grup adına hareket ediyorsun hem de kendini kahraman olarak kılıyorsun.' fikri yerleştiriliyor.

Beyin yıkama tekniklerine "düşünmeyi durdurma ritüeli" de dahil. Grup halinde bir araya gelerek toplu yeminler ediliyor, iyi ya da kötü, bazı sözler koro halinde saatlerce ateşli bir şekilde tekrarlanarak bilinç uyutuluyor. Böyle toplantılar sıkça tekrarlanarak düşünme yeteneği iyice bastırılıyor. İlişkilerin ve bilgi akışının sıkıca denetimi, bakış açısını iyice daraltıyor. Kişide en ufak bir tereddüt görüldüğünde, grup, duygusal baskı uyguluyor.

Eylemcilerin seçilme sürecinde, bahsedilen psikolojik yatkınlıklar belirleniyor ve sonra iyice geliştiriliyor. Eğitimin uygulamalı bölümünde, cesaretlerini ve ruhsal dayanıklılıklarını kanıtladıkları testlerden geçiriliyorlar. Bunlar arasında "beyin yıkama"yı çağrıştıran uygulamalara da rastlanıyor: Tamamen yalıtılmış bir odada günlerce sessiz bir şekilde oturmak ya da bazen yerin altına kazılan bir çukurda, bir cesetle birlikte 48 saat geçirmek.

Eylemden önceki son hazırlıklar da yolunda gidince, psikiyatristlerin kişilerde intiharöncesi sıkça gözlediği presuisidal (intihar öncesi) sendrom devreye giriyor ve büyük bir kararlılık gözleniyor. Aynı fırtına öncesi sessizlik gibi, insan büyük bir iç huzuruna kavuşuyor, serinkanlı ve dostça davranıyor. Veda mektubu yazıyor, arkadaşlarıyla eğlenmeye gidiyor, yiyip içiyor, video oyunları oynuyor. 
Ve artık son aşamaya sıra geliyor: Ölmek ve öldürmek


(Bu köşe yazısı, sayın Av. Oğuzhan GÜZEL tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)