Boşanma davalarında velayet konusu, dava süreçlerinin en trajedik konusu olarak her zaman, hem Hukuki bakımdan hem de Ahlaki bakımdan, karar vericilere, duygusal olarak tesir etmiş ve karar vermelerini zorlaştıran etken olarak davanın seyrini etkilemiştir. Bakıma, ilgiye ve kollanmaya muhtaç bir varlığın, geleceğine karar vermek elbette kolay değil, tam tersine oldukça çok zordur. Bu kararı salt kuru hukuk metinlerinin yükümlülükleriyle veremezsiniz. Son tahlilde savunmasız ve başkasına bağlı, olgunlaşmamış bir çocuk, bir evladın kaderi, geleceği söz konusu. Dolayısıyla bu tür davalarda verilen kararlara mutlaka, ahlak, etik, vicdan ve diğer kültürel değerlerde işin içine karışıyor.

Velayet konusu boşanmaya karar veren çiftler açısından çoğu zaman anlaşmazlık konusu olmaktadır. Hakim çocuğun velayetini hangi tarafa vereceğine, hangi kriterlere göre karar vermektedir. Aile mahkemesi hakimi, esas olarak çocuğun menfaatini, ön planda tutmaktadır. Tarafların da, çocuğun menfaatine olan hususları delil olarak mahkemeye sunması gerekmektedir. Çocuğun menfaati dediğimiz de aklımıza hangi hususlar gelmelidir. Çocuğun yaşayacağı ortam, alacağı eğitim, bakımı için gerekli giderlerin sağlayabileceği tarafın tespit edilmesi gerekir. Kısacası, çocuğun maddi manevi ihtiyaçlarını hangi taraf daha iyi karşılayacak ise Hakim, çocuğun velayetini O tarafa verir. Bu konuda çocuğun fikrinin de alınması gerekiyor ise, fikrini beyan edebilecek yaşta ise, psikolog eşliğinde çocuğun beyanı da göz önünde bulundurulur.

Anlaşmalı boşanma davalarında da Hakim genelde anlaşma doğrultusunda çocuğun velayetine karar verir. Fakat Hakim anlaşma doğrultusunda karar vermek zorunda değildir. Çocuğun menfaatini göz önünde bulundurarak anlaşmanın aksi tarafa çocuğun velayetini verebilir. Toplumda çoğu zaman küçük çocuğun anneye verileceği hususu genel kanı oluşturmaktadır. Hâlbuki yaşı çok küçük olan çocuğun anneye verilmesi bir zorunluluk teşkil etmemektedir. Şöyle ki; bir örnek ile açıklamamız gerekir ise, intihara yada şiddete meyilli bir anneye çocuğun velayetinin verilmesi çocuğun menfaatine aykırı bir durumdur. Çocuğun velayeti böyle durumlarda anneye verilmez.

Velayete karar verildikten sonra, velayetin hep aynı tarafta kalacağı da kesinlik teşkil etmez. Tarafların süreç içerisinde, hayat şartlarının değişmesi , çocuğun menfaatinin de değişkenlik göstermesi, velayetin taraf değiştirmesine sebep teşkil edebilir. Toplumda yanlış bir kanı daha vardır ki velayet kendisinde olan tarafın tekrar evlenmesi durumunda, velayetin kendisinden alınabileceği hususudur. Şöyle ki; velayet kendisinde olan tarafın evlenmiş olması velayetin değişeceği anlamına gelmez. Çünkü çocuğun menfaati aksi yönde etkilenmiyor ise, velayet konusunda değişiklik yapılmaz. Fakat evlilik sebebi ile, çocuğun menfaatleri zedeleniyor ise, ispat etmek koşulu ile diğer taraf velayetin kendisine verilmesini talep edebilir. Yine toplumda maddi durumu iyi olan tarafa velayetin verileceği genel kanıdır, fakat bu da yanlış bilinmektedir. Çocuğun ihtiyaçlarının karşılanması ve menfaatinin üst düzeyde tutulması demek, tarafların sadece maddi gücü ile alakalı değildir. Çocuğa hangi taraf ruhsal ve bedensel olarak daha iyi bakabilecek ise o tarafa verilmektedir.

Ama verilen karar ne kadar adil olursa olsun, son tahlilde çocuk aile birliğinin verdiği güven ortamından ruhsal olarak uzaklaşmış olur. Anne ve babaların ayrılık durumu, çocuk ne kadar güçlü ve sağlıklı olursa olsun onun için travmatik bir durumdur. Daha dün aile sıcaklığının verdiği güvenilir bir ortamda yaşadığını sanan çocuk, bir anda tercih yapmaya ve yeni bir hayata yelken açmak zorunda kalmıştır. Bu durum kesin olarak, ancak çok ciddi bir psikolojik rehberlikle, dengelenebilir. Velayet davasının sonucu ne olursa olsun, dava sonunda, velayeti kazanan taraf çocuğa mutlaka psikolojik destek sağlamalıdır.

Sonuç olarak, çocuklar boşanma evresinde taraflar arasında sürtüşme konusu oldukları için yıpranmaktadırlar. Çocuklarımızı koz olarak kullanmayalım.