A. Çevre Kavramı

Çevre, kelime olarak "Bir şeyin yakını, dolayı, etraf, periferi"; Çevre Kanunu m.2’de ise "Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortam" olarak tanımlanmıştır. Yalnızca bu tanımlardan bile konunun hassasiyeti anlaşılmakta olup, en basit tabiriyle canlıların yaşamını sürdürdükleri ortama çevre denir. Tanımlardan anlaşıldığı üzere çevre yalnızca insanın değil bütün canlıların gelişimlerini sağladıkları yerdir ve bu yüzden yaşamsal öneme sahiptir. İnsan için ise önemi elbette daha büyüktür, zira; bedensel, zihinsel, ruhsal gelişimi sağlarken her anlamda yararlandığı yegane unsur olan çevre, bilim ve tekniğin büyük bir hızla gelişmesiyle her güçün gün daha da tahrip edilmekte, bu da canlıları geri dönüşü olmayan sona biraz daha yaklaştırmaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, insanoğlunun dünyadaki; hava, su, toprak, doğal kaynaklar, flora ve faunayı kirletmesi, bilinçsizce tüketmesi ve yok etmesi sadece bir çevre sorunu olarak kalmaz; bu aynı zamanda bulunduğumuz galakside yalnızca Dünya gezegeninin insanoğluna sunduğu yaşam destek sistemlerinin kaybına ve doğal olarak insan neslinin yok olmasına kadar gidecek tehlikeli bir sürecin başlamasına neden olur[1]

B. Çevre Hakkı

Çevrenin tanımından ve hayati öneminden bahsettikten sonra insanı referans alarak bir haktan bahsedebiliriz: Çevre hakkı. İnsanoğlunun hak mücadelesi sürecinde elde edilen hakları, Fransız hukukçu Karel Vasek tarihsel evrimine göre üç kuşağa ayırarak sınıflandırmaktadır[2]. Vasek’e göre tarihsel süreçte ilk olarak ortaya çıkan ve başlangıcı XVII. yüzyıla dayanan birinci kuşak haklar, "insan kişiliğinin korunmasına ilişkin medeni ve siyasal hakları"; tarihsel süreçte birinci kuşak haklardan sonra sanayi devriminin yarattığı ekonomik ve sosyal sorunlara karşı ortaya çıkan ikinci kuşak haklar, insan onuruna yaraşır bir şekilde yaşamanın gereği olarak kabul edilen “ekonomik, sosyal ve kültürel hakları” ve üçüncü kuşak haklar ise insanın sağlıklı bir çevrede ve barış içerisinde yaşamasını öngören “dayanışma hakları”nı kapsamaktadır[3]. İşte çevre hakkı da dünyada yaşanan uluslararası eşitsizlikçi ve çatışmacı ortama bir tepki olarak ortaya çıkan üçüncü kuşak haklardandır[4].

İnsanlar sanayileşme, hızlı kentleşme, bireycilik gibi nedenlerle tek boyutlu olarak düşünmeye başlamış; sadece üretim, kâr ve sermaye birikimi amacıyla hareket eder olmuş; dolayısıyla çevreyi ve ona verilen zararı göz ardı ederek günümüzde dünyayı çok ağır çevre sorunlarıyla yüz yüze bırakmıştır. Böylece, doğal üretim kaynaklarının tüketilmesi, yok edilmesi, bozulması ve kirlenmesiyle ortaya çıkan bu sorunlar ‘’çevre hakkı’’ kavramını ortaya çıkarmıştır. Çevre hakkını, insanın sağlıklı bir çevrede yaşayabilme yetkisi olarak ve mutlak nitelikte bir hak olarak tanımlamak gerekir. Bu basit tanımdan hareketle çevre hakkının konusunun da çevresel değerler (hava, su, toprak, doğal kaynaklar, flora ve faunanın) olduğu söylenebilir. Çevre hakkının yararlanıcılarına (öznelerine) gelecek olursak, elbette insanlar ve insanların oluşturduğu organizasyonlar olduğu tereddütsüzdür. Dikkat edilirse çevrenin yararlanıcıları aynı zamanda çevre hakkının muhataplarıdır (sorumlularıdır) da. Zira çevreyi tahrip edebilecek potansiyelde olanlar da koruyup iyileştirebilecek olanlar da insanlardır, ayrıca çevreye yapılan olumlu ya da olumsuz her müdahale aynı orantıda insan hayatını da etkiler. ‘’İnsanlar’’ kavramından anlaşılması gereken yalnızca günümüzde yaşamakta olan, çevreyi şu an kullananlar değildir, zira geçmiş kuşaklar da en az günümüz insanları kadar sorumlu; gelecek kuşaklar da en az günümüz insanları kadar, belki daha fazla, etkilenebileceğinden çevre hakkının yararlanıcıları arasında kabul edilmelidir. Dikkat edilmelidir ki günümüz insanları hem hakkın öznesi hem de hakkın borçlusu durumunda olup, bu borç aynı zamanda gelecek nesillere karşıdır[5]. Görüldüğü gibi çevre hakkı, günümüz insanlarının eylem ve davranışlarıyla gelecekteki çevrenin niteliği arasında var olan ilişkileri, gelecek nesillere sorumluluğunu, aynı zamanda günümz insanlığı ile gelecekteki insanlığı birbirine bağlayan dayanışmayı öne çıkarmaktadır[6].

Elbette çevre hakkının tek özneleri insanlar değil, diğer tüm canlıların da yaşamını sürdürmesi için kullandığı ortak bir mekân olması nedeniyle bu hakkın yararlanıcıları diğer tüm canlılardır da. Her ne kadar çevreye verilen zarar, esas olarak insan eliyle verilmekteyse de çevreye yapılan her müdahale diğer tüm canlıların yaşam alanna müdahale sayıldığından, çevreyi sadece insan referanslı değil de diğer canlıları da referans alarak yeniden tanımlamalı; buna göre çevre hakkını, "Tüm canlıların sağlıklı bir çevrede yaşama yetkisi", şeklinde tanımlamalıyız. Nitekim kanun koyucu da 2872 sayılı Çevre Kanunumuzda çevreyi, "Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortam" şeklinde tanımlamakla yalnızca insanları değil tüm canlıları bu hakkın öznesi haline getirerek isabetli bir karar almıştır. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki çevre hakkı, diğer tüm hakların kullanılacağı ortamı oluşturduğundan, bu ortamın güvence altına alınması, diğer hakların da kullanılabileceği ortamın güvence altına alınması anlamına gelip, üzerinde önemle durulması gereken bir haktır. Çünkü sağlıklı bir çevre bütün insani faaliyetlerin ve hakların ön şartıdır.

C. Türk Hukukunda Çevre Hakkı

Gelinen noktada konunun önemi ile atılan adımların yeterliliği ters orantıya sahip olmakta, tüm bu girişimlerin yetersiz olduğu söylenebilmekteyse de , çevre hakkının giderek daha fazla etkinlik kazanması ve yaygınlaşmasında uluslararası alanda meydana gelen bu önemli gelişmelerin önemli derecede yönlendirici etkisi bulunmaktadır. Görülmektedir ki, Stockholm Bildirgesiyle başlayan bu kısa süreçte artık pek çok devlet, sağlıklı ve düzenli bir çevrede yaşam hakkına, bir insan hakkı olarak anayasalarında ve diğer hukuk metinlerinde yer vermektedirler[7]. Çevre hakkının bir Anayasa tarafından tanınması, çevre hukukunun içeriğinin belirlenmesinde önem taşır. Zira çevre hukuku, çevre hakkı doğrultusunda oluşturulur[8]. Ayrıca, Çevre hakkının Anayasa’da öngörülmesi, Anayasa’da yer alan diğer menfaatlerle eşit duruma gelmesi, yani güvence altında olması; o hakkın saygınlığını artırır; çevre hakkının önemli görüldüğü, toplumda bu yönde bir uzlaşma olduğunun mesajını verir.

Türkiye’de çevre hakkı ilk kez, 1961 Anayasasında doğrudan olmasa da dolaylı olarak düzenlenmiş, 49. maddesinde koruma altına alınan sağlık hakkının kapsamında olduğu şeklinde yorumlanmıştır[9]. Maddeye göre "Devlet, herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini ve tıbbi bakım görmesini sağlamakla ödevlidir."

Çevre hakkı doğrudan olarak ise ilk kez 1982 Anayasasında, "Anayasal temel haklar ve ödevler" arasında; "Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler" başlığı altında; sağlık hizmetleri ve çevrenin korunmasını düzenleyen 56. maddesinde düzenlenmiş olup, madde uyarınca: "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmekçevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.". Görüldüğü gibi hüküm, çevre hakkını tüm unsurlarıyla birlikte düzenlemiştir. Buna göre çevre hakkının sahibi: "herkes", konusu: "sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı’’, hakkın karşısındaki ödev ise: "çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve kirlenmesini önlemek" olarak belirlenmiştir[10].

Elbette çevreyi dolaylı olarak koruyabilecek başka Anayasa hükümler de vardır. Bu hükümlere örnek vermek gerekirse:

- "Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması" başlıklı 63. maddesi[11]

- Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığını koruma altına alan 17. maddesinde öngörülen hakkın gerçek anlamda korunabilmesi için evvela çevre hakkının korunması gerekir[12].

- Yerleşme ve seyahat hürriyetini düzenleyen 23. maddesinde bulunan "sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak" ifadesinden de çevre hakkının desteklenmesi gerekliliğini çıkarabilmekteyiz[13].

- Mülkiyet hakkını düzenleyen 35. maddesinde ise mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceğini ifade etmekle, mülkiyet hakkınınn toplum yararına aykırı şekilde kullanılamayacağı, aksi halinde sınırlandırılabileceği şekinde yorumlanabileceği kabul edilmektedir[14][15].

- Konut hakkını düzenleyen 57. maddede çevre hakkı, konut hakkının sınırlandırılması aracı olarak görülmüş; buna göre şehirlerin çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde konut ihtiyacını karşılaması gerektiği emredilmiştir[16].

- "Toprak Mülkiyeti" başlıklı 44. maddesi[17]

- "Kıyılardan yararlanma" başlıklı 43. maddesi[18]

- "Tarım, hayvancılık ve b üretim dallarında çalışanların korunması" başlıklı 45. maddesi[19]

- "Ormanların korunması ve geliştirilmesi" başlıklı 169. maddesi[20]

- Ağaçlandırmayı öngören "Orman köylüsünün korunması" başlıklı 170. maddesi[21]

Çevre hakkının 1982 Anayasasından sonraki yasal dayanağı, 9 Ağustos 1983 tarihli 2872 sayılı Çevre Kanunudur. Kanun yürürlüğe, koyulma amacını 1. maddesinde belirtmiştir. Hükme göre "Bu Kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır." Kanun koyucu, kanunun 1. maddesinde "çevrenin bütün canlıların ortak varlığı olduğuna vurgu yapmış; 3. maddesinde ise "ilkeler" başlığı altında bu hususta uygulanacak ilkeleri sıralamış, en başa da "Çevrenin korunmasına, iyileştirilmesine ve kirliliğinin önlenmesine ilişkin genel ilkeler şunlardır: a) Başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkes, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli olup bu konuda alınacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdürler. Çevrenin korunması, çevrenin bozulmasının önlenmesi ve kirliliğin giderilmesi alanlarındaki her türlü faaliyette; Bakanlık ve yerel yönetimler, gerekli hallerde meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliği yaparlar."; ifadelerine yer verilmek suretiyle herkesi çevre hakkına sahip ve korunmasında yükümlü kılmıştır. Öyleyse çevre hakkı, yalnızca bireysel değil, toplu nitelikte bir haktır ve sorumlulukların paylaşılması açısında vatandaşın da katılım sağlaması suretiyle çevre hakkının korunması sağlanmaya çalışılmıştır.

- Yukarıda sayılan hükümlerden de anlaşıldığı üzere kamu kurumları, belirli izin ve denetim yetkilerine sahiptir (örn.: ÇED) ve çevre üzerinde etkiler yaratabilecek girişim ve faaliyetleri kontrol altında tutabilmekte, bu bağlamda; kamu kurumlarının çevreye zarar verebilecek faaliyetlere izin vermeme, denetimler sonucunda çevreye zarar verdiği tespit edilen faaliyetleri durdurma ve para cezası gibi idari yaptırımları uygulayabilmektedir. Bahsi geçen yaptırımlar kanundan doğmakla doğrudan uygulanabileceği gibi bireylerin şikayeti üzerine de uygulanabilir.

- Vatandaşlar ve Türkiye’de ikamet eden yabancılar -karşılıklılık esası kapsamındaki- istek ve şikayetlerini yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile iletebilirler. Mevzuatımızda idari başvuruya ilişkin hükümler 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10’uncu; Anayasanın "Dilekçe hakkı" başlıklı 74’üncü maddesindeki hükümlerdir. İlgililer haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yerine getirilmesi için idari makamlara başvurabilirler; taleplerinin reddedilmesi halinde de konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler.

Çevre Kanunu’nun hakkın öznesini "herkes" olarak belirttiğini ve kirleten ya da bozan faaliyetlere karşı idari makamların haberdar edilerek harekete geçirilmesini sağlamayı amaçladığını; bu suretle katılıma önem verdiğini gösterdiğini söylemiştik. Öyleyse kişilerin bilgiye ulaşma ve katılım hakkının uygulanabilir olabilmesini sağlamak devletin bir yükümlülüğü olacaktır. Bu yükümlülük kapsamında devlet, hak sahiplerinin çevreye zarar verilmesini önlemek, zarar veren eylemleri durdurmak ya da zararın tazminini sağlamak gibi taleplerle başvuruda bulunabilmelerine imkan sağlamalı, bu yolları açmalıdır. İşte Çevre Kanunu’nun 30’uncu maddesi[22] uyarınca bu madde ile hukukumuzda idare bunu sağlamış, hükme göre çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten haberdar olan veya zarara uğrayanların istemi üzerine idari bir işlem tesis etmez veya eylemde bulunmazsa, istem yönünde idareyi zorlayıcı bir eylemde bulunmaya veya işlem tesis etmeye yönelik bir dava açılabilir.

Son olarak ÇED konusunda Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru kurumundan bahsetmek lazım gelir. Bireysel başvuru, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin, kamu gücü tarafından işlem eylem ya da ihlal edilmesine karşı diğer bütün yargısal başvuru yolları tüketildikten sonra başvurabildikleri tali hak arama yoludur.

Bu yol mevzuatımıza 2010 yılında girmiş olup, bireyler bu yol ile Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden birinin ya da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) kapsamında güvence altına alınmış haklarından birinin ihlal edilmesi durumunda Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmektedirler.

Selin Serdem Kuşcu & Av. Berk YİĞİT

KAYNAKÇA:

1. Çevre Hakkı ve Uygulaması, Faruk Bilir (Selcuk University, Turkey), Berkan Hamdemir (Selcuk University, Turkey),2011

2. Handan Yokuş Sevük,Çevre Hukuku, Adalet Yayınevi,2017

3. Ahmet M. Güneş, Çevre Hukuku, Adalet Yayınevi, 2019

4. Kabaloğlu, Çevre Hakkı Üzerine (Bir Danıştay Kararının Düşündürdükleri)

---------------

[1] Faruk Bilir, Berkan Hamdemir, Çevre Hakkı ve Uygulaması, Selcuk University, 2011

[2] Torunoğlu, 2005, www.sendika.org

[3] Atar, 2007, s. 111

[4] Erdoğan, 1999, s. 181

[5] Kabaloğlu, Çevre Hakkı Üzerine (Bir Danıştay Kararının Düşündürdükleri)

[6] Kabaloğlu, Çevre Hakkı Karşısında İdare ve Yurttaş

[7] Keleş ve Ertan, 2002, s. 78

[8] Kabaloğlu, Çevre Hakkı Üzerine (Bir Danıştay Kararının Düşündürdükleri)

[9] Gürseller,202

[10] Handan Yokuş Sevük,Çevre Hukuku, Adalet Yayınevi,2017

[11] AY m.63: ‘’Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır.’’

[12] AY m.17: ‘’ Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.’’

[13] AY m.23: ‘’ Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak... amaçlarıyla kanunla sınırlandırılabilir.’’

[14] Gürseller,203 / Özdek,131

[15] AY m.35: ‘’Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.’’

[16] AY m.57: ‘’ Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.’’

[17] AY m. 44: ‘’ Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alır. ‘’

[18]AY m. 43: ‘’ Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.’’

[19] AY m. 45: ‘’Devlet, tarım arazileri ile çayır ve mer'aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır.’’

[20] AY m. 169: ‘’ Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasi propaganda yapılamaz; münhasıran orman suçları için genel ve özel af çıkarılamaz. Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz.’’

[21]AY m. 170: ‘’ Ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve bütünlüğünün korunması bakımlarından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirlerle, 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş yerlerin değerlendirilmesi; bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sınırları dışına çıkartılması; orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi için Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek bu halkın yararlanmasına tahsisi kanunla düzenlenir.’’

[22] m.30: “Çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören veya haberdar olan herkes ilgili mercilere başvurarak faaliyetle ilgili gerekli önlemlerin alınmasını veya faaliyetin durdurulmasını isteyebilir. Herkes, 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında çevreye ilişkin bilgilere ulaşma hakkına sahiptir. Ancak, açıklanması halinde üreme alanları, nadir türler gibi çevresel değerlere zarar verecek bilgilere ilişkin talepler de bu Kanun kapsamında reddedilebilir.”