Ceza ve disiplin yargılamalarının birlikte yürütülmesi hususu tartışılmadan önce, “memur” kavramına açıklık getirmek yerinde olacaktır, çünkü ülkemizde “memur” kavramının mevzuatta farklı tanımlarını görmek mümkündür[1]. İlk olarak belirtmeliyiz ki; Anayasanın 129. maddesinde, “(1) Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler. (2) Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez.” hükmüne yer verilerek, “memurlar” ve “diğer kamu görevlileri” ayırımına gidildiği görülmektedir.

“İstihdam şekilleri” başlıklı DMK m.4/1’e göre “memur”; “mevcut kuruluş biçimine bakılmaksızın, Devlet ve diğer kamu tüzel kişiliklerince genel idare esaslarına göre yürütülen asli ve sürekli kamu hizmetlerini ifa ile görevlendirilen kişiler” ile “bu tanım dışında kurumlarda genel politika tespiti, araştırma, planlama, programlama, yönetim ve denetim gibi işlerde görevli ve yetkili olan kişiler” olarak tanımlanmaktadır.

Türk Ceza Kanunu’nun “Tanımlar” başlıklı 6/1-c maddesinde; kamusal bir faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi kamu görevlisi olarak tanımlanmaktadır. Hükmün gerekçesinde, “(…)memur kavramını da kapsayan kamu görevlisi tanımına yer verilmiştir. Yapılan yeni tanıma göre, kişinin kamu görevlisi sayılması için aranacak yegane ölçüt, gördüğü işin bir kamusal faaliyet olmasıdır. Bilindiği üzere, kamusal faaliyet, Anayasa ve kanunlarda belirlenmiş olan usullere göre verilmiş olan bir siyasal kararla, bir hizmetin kamu adına yürütülmesidir(…)” denilmektedir. Türk Ceza Kanunu’nda “kamu görevlisi” tanımı ölçütü, kişinin kamusal bir faaliyeti yerine getirip getirmemesidir. Bir kişinin DMK kapsamında “memur” kabul edilebilmesi için, kamu iktisadi teşebbüsleri ile diğer kamu tüzel kişiliklerinde çalışması, bu yerlerde genel idari esaslara göre yürütülmesi gereken kamu hizmetlerini ifa etmesi ve ifa edilen görevin asli ve sürekli nitelikte olması gerekmektedir[2]. Görüldüğü üzere; DMK’da yer alan “memur” ile TCK’da tanımlanan “kamu görevlisi” kavramları, nitelikleri itibariyle birbirinden farklıdır ve bu nedenle ayrı kriterle bu kavramlara açıklama getirilmiştir. Nitekim doktrinde, Ceza Hukukundaki “kamu görevlisi” ile İdare Hukukundaki “memur” kavramlarının birbirlerini bağlamadığı ifade edilmektedir[3].

4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun “Amaç” başlıklı 1. maddesi ile “Kapsam” başlıklı 2. maddesine bakıldığında, hem memurlar ve hem de diğer kamu görevlileri hakkında uygulanacağı anlaşılmaktadır. Bu Kanun, hakkında yargılama yapılacak olan memurların ve diğer kamu görevlilerinin tabi olduğu usul ve esasları göstermektedir. Nitekim 4483 sayılı Kanunun genel gerekçesine göre; “(…)Etkili, verimli, süratli ve saygın bir kamu yönetimi toplumun vazgeçemeyeceği bir olgudur. Kamu hizmetleri ise, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür. Bu noktada, Devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürüttükleri kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri kamusal yetki ve usuller kullanmak suretiyle ifa eden memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu görevleri sebebiyle işledikleri suçlar nedeniyle doğrudan doğruya ceza kovuşturmasına tabi tutulmaları, kamu hizmetinin işleyişinde aksamalara ve kamu otoritesinin saygınlığının zedelenmesine yol açabilir. Bu sakıncaları gidermek, memurlar ve diğer kamu görevlilerini asılsız isnat ve iftiralar karşısında korumak için bunların görevleri sebebiyle işledikleri suçlar hakkında adli makamların kovuşturma yapmasından önce idarenin bir inceleme yapmasını ve bu incelemenin sonucuna göre olayın yetkili ve görevli adli mercie intikal ettirilmesini öngören sistemler geliştirilmiştir.(…)”. Bir başka ifadeyle; kamu hizmetlerinde aksama yaşanmaması için bir memur veya kamu görevlisi hakkında soruşturma aşamasına geçilmeden evvel, 4483 sayılı Kanunda bazı hükümler öngörülmüştür.

Belirtmeliyiz ki; 4483 sayılı Kanun memurlar ve diğer kamu görevlileri bakımından yapılacak yargılamaların usul ve esaslarını (izin sisteminin işletilmesi gibi) düzenlemektedir. Bu yazıda ifade edilecek olan disiplin yargılaması hususu ise, DMK doğrultusunda incelenecektir. Yazımızın konusunu, DMK’da tanımlanan memurlar hakkında ceza ve disiplin yargılamalarının birlikte yürütülmesi oluşturmaktadır. Yazıda kullanılacak olan memur kavramı, DMK’da tanımlanmış memur kavramına işaret etmektedir; DMK’nın 124. ve 131. maddeleri de “memurlar” hakkında yapılacak disiplin yargılamasını işaret etmektedir.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 124/2. maddesine göre; “Kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesini sağlama amacı ile kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve yönetmeliklerin Devlet memuru olarak emrettiği ödevleri yurt içinde veya dışında yerine getirmeyenlere, uyulmasını zorunlu kıldığı hususları yapmayanlara, yasakladığı işleri yapanlara DMK m.125’de öngörülen disiplin cezalarından birisi verilir”.

“Cezai kovuşturma ile disiplin kovuşturmasının bir arada yürütülmesi” başlıklı DMK m.131’e göre; “(1) Aynı olaydan dolayı memur hakkında ceza mahkemesinde kovuşturmaya başlanmış olması, disiplin kovuşturmasını geciktiremez. (2) Memurun ceza kanununa göre mahkum olması veya olmaması halleri, ayrıca disiplin cezasının uygulanmasına engel olamaz”. Maddenin gerekçesine göre, ceza yargılamaları ile disiplin kovuşturmaları mahiyetleri gereği birbirinden bağımsız ve farklıdır[4].

Disiplin cezalarının idari yaptırımlardan olduğunu belirtmek isteriz[5]. Memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında uygulanan disiplin yaptırımları birden çok amaca hizmet etmektedir[6]. İlk olarak belirtmek gerekir ki, Devlet kurumları bünyesinde kamu görevi ifa eden memurların kamu hizmetlerinin devamını ve kamu yararını sağlamaları amaçlanır[7]. Kamu hizmeti ifa etmekte olan memur; görev ve yetkilerini kötüye kullandığında, memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak hareketlerde bulunduğunda veya kendi kusuru ile sebep olduğu fiillerden dolayı yaptırımlara tabi tutulacaktır[8]. Disiplin hukuku kuralları, memurun belirli bir düzene ve disipline uygun davranmasının sağlanması için vardır. Buna karşılık; bir kişi hakkında yürütülen ceza yargılamasının amacı, “maddi hakikate ve adalete ulaşmak, iddianın doğru olup olmadığını anlamak, suçu ve suçluyu tespit edip cezalandırmak, masumu ise aklamaktır”[9].

Ceza Hukuku ile Disiplin Hukukunun ortak yanları bulunsa da[10], bu iki kurum ilk olarak tanımları ve amaçları itibariyle birbirinden farklıdır. Ceza Hukuku ile Disiplin Hukuku arasında cezayı gerektiren fiili işleyebilecek kişi, uygulanacak yaptırımlar, cezayı veren ve uygulayan makamlar yönünden de farklılıklar vardır[11]. Her iki kurumun amacının ve prosedürünün birbirinden farklı olduğundan, bu yargılamaların eş zamanlı yürütülmesinde bir sakınca bulunmamaktadır. Hem Danıştay ve hem de Anayasa Mahkemesi kararlarına konu olan yargılamalarda iki mahkemenin de ortak kanaati; bir memurun tabi olduğu idarenin bünyesinde gerçekleştirilen disiplin kovuşturması ile aynı memur hakkında yürütülen ceza kovuşturmasının eş zamanlı olarak yürütülebileceği yönündedir. Danıştay, DMK m.131’i esas alarak karar vermektedir. Danıştay 5. Dairesi 12.03.2020 tarih ve 2016/53272 E., 2020/1930 K. sayılı kararında; “(…)davacının terör örgütüne üyelik suçundan beraat etmiş olmasının, 667 sayılı KHK uyarınca davacı hakkında FETÖ/PDY ile iltisak ve irtibatının bulunup bulunmadığı yönünde farklı bir değerlendirme yapılmasına hukuki engel oluşturmayacağı ve dosyada yer alan bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucunda davacının FETÖ ile irtibat ve iltisakının olduğu ve bu nedenle demokratik anayasal düzene sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle davacının meslekte kalmasının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmasına yönelik HSK Genel Kurulu kararının iptali istemi yönünden davanın reddine(…)” karar vermiştir.

Danıştay 12. Dairesi’nin 04.02.2011 tarih ve 2010/64 E., 2011/474 K. sayılı kararına göre; “(…)ceza uygulaması ile disiplin uygulaması arasında amaç, kapsam, usul ve sonuçlar bakımından temel nitelikte farklılıklar mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple kanun koyucu, ceza uygulaması ile disiplin uygulamasını iki ayrı ve farklı alan olarak görmekte ve bunların birbirini etkilemesini önleyici nitelikte bir düzenleme olan 657 sayılı Kanunun 131. maddesindeki düzenlemeye yer vermiş bulunmaktadır(…)”.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 06.04.2012 tarih ve 2007/ 2208 E., 2012 / 246 K. sayılı kararında; “Olayda, davacı hakkında rüşvet suçundan dolayı yapılan yargılama sonucunda, Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesince rüşvet suçunun oluşmadığı, fiilin görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu gerekçesiyle verilen ve tecil edilen hapis cezasının Yargıtay 5. Ceza Dairesince eksik inceleme nedeniyle bozulması üzerine yapılan yargılamada anılan Mahkemenin 11.9.2003 günlü, E:2002/68, K:2003/142 sayılı kararı ile davacının da aralarında bulunduğu sanıkların rüşvet suçundan beraatlarına karar verilmiş ise de, temyiz istemine konu karara ilişkin dosyanın incelenmesinden, davacının eyleminin Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün 8. maddesinin 7. fıkrasında yer alan, yetkisini veya nüfuzunu kendisine veya başkalarına çıkar sağlamak amacıyla ... kötüye kullanmak eylemi ile örtüştüğü görüldüğünden, sözkonusu eylemin niteliği ve polislik mesleğinin önem ve özelliği dikkate alındığında davacının meslekten çıkarma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığını” belirtmektedir.

Anayasa Mahkemesi de birçok kararında; “Ceza muhakemesi hukuku ve disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku kurumun iç düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen bir hukuk alanıdır. Bazı hallerde ise kamu görevlisinin fiili ceza hukuku kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de sorumluluk gerektiren bir mahiyet taşıyabilir. Böyle bir durumda Anayasada güvence altına alınan masumiyet karinesinin bir eylemi nedeniyle ilgili hakkında, hem ceza hem de disiplin işlemlerinin yürütülmesine engel teşkil etmediğini, bu iki sürecin eş zamanlı olarak devam etmesinin de önünde anılan güvence bakımından bir mani bulunmadığını belirtmek gerekir.”[12] diyerek, bir memur hakkında yürütülen ceza yargılamaları ile disiplin yargılamalarının eş zamanlı olarak yürütülebileceğini belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi’ne göre; “cezai sorumluluğunun bulunmadığı tespit edilmiş veya ceza sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. Bu bağlamda, ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür”[13].

Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeleri ise; kişinin bir fiilinin aynı anda, hem Ceza Hukuku ve hem de Disiplin Hukuku bakımından hukuka aykırılıklar içerebilmesi ve bu iki hukuk disiplinin mahiyetlerinin farklı olmasıdır. Dolayısıyla, bir memur hakkında hem ceza yargılamasının ve hem de disiplin kovuşturmasının aynı anda yürütülmesinde bir sakınca yoktur.

Bir memur hakkında ister Ceza Hukuku ve ister Disiplin Hukuku hükümleri işletilsin, dikkat edilmesi gereken önemli bir husus bulunmaktadır. Disiplin sürecini yönetmekte olan idari makam, memur hakkında yürütülen ceza yargılamasına dayanarak bu memuru suçlu ilan ederse, bu halde “masumiyet/suçsuzluk karinesi” zarar görecektir. Disiplin Hukukunda amaç, memurun tabi olduğu kurumun iç düzeninin korunmasına ve buna bağlı olarak memurun görevini layığıyla yerine getirmesine atfedilen önemle özdeşleşmiştir. Öyleyse görevinin gereklerini yerine getirmeyen, yürürlükteki mevzuata aykırı davranışlarda bulunan memurlar hakkında disiplin soruşturması yürütülebilecektir. Bir memurun ceza mevzuatı kapsamında suçlu ilan edilmesi başka bir konudur. Ceza Hukuku ile Disiplin Hukukunun ortak yerleri olduğu gibi, farklılıkları olsa da, her iki hukuk disiplini de masumiyet/suçsuzluk karinesini gözetmek zorundadır. Anayasa Mahkemesi de kararlarında; “kamu makamlarının işlem ya da kararlarında belirttikleri gerekçeler veya kullandıkları dil nedeniyle bireye cezai sorumluluk yüklememeleri, ceza mahkemeleri tarafından suçlu bulunmamış bireyin masumiyetine gölge düşürmemeleri gerektiğine” işaret etmektedir[14].

Anayasa Mahkemesi’nin önüne giden 02.07.2020 tarihli ve 2016/13566 başvuru numaralı Hüseyin Sezer başvurusu kararına göre; “Ceza yargılaması sonucunda delil yetersizliği gerekçesiyle beraat eden başvurucunun kendisine suçlu muamelesi yapılmadan, disiplin kurallarına aykırı eylemi usule uygun bir şekilde tespit edildiği takdirde idari yaptırıma tabi tutulması mümkündür. Bu bağlamda; başvurucunun yukarıda aktarılan ilkeler çerçevesinde disiplin süreci nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilebilmesi adına adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak başvurucuyu suçlu ilan edip etmediği, disiplin hukuku ilke ve kuralları içinde kalınarak değerlendirme yapılıp yapılmadığı ve kullanılan dil itibarıyla başvurucunun masumiyeti üzerine gölge düşürülüp düşürülmediği açıklığa kavuşturulmalıdır”[15]. Yüksek Mahkemeye göre; disiplin yargılaması sonucunda kararda kullanılan ifadeler; ceza yargılaması sonucu beraat eden memurun masumiyetine gölge düşürmemeli ve bu ifadeler okuyucuda, ceza yargılamasından beraat eden memurun üzerine atılı suçu işlediği izlenimini uyandırmamalıdır[16].

Yüksek Mahkemenin önüne giden bir başka bireysel başvuruya konu olayda[17]; memurun ceza davasından mahkum edilmesi gerekçesine dayanarak o memur hakkında idare tarafından uygulanan disiplin cezasının İdare Mahkemesi tarafından yerinde bulması üzerine, başvurucu tarafından Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunulmuştur. Anayasa Mahkemesi ilk olarak, müstakar uygulamasına uygun şekilde, ceza kovuşturmalarıyla disiplin kovuşturmalarının eş zamanlı olarak yürütülebileceğini açıklamış ancak İdare Mahkemesinin salt ceza yargılaması sonucunda kişi hakkında hükmedilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararını tek ve temel gerekçe göstererek, disiplin cezasını hukuka uygun bulmasını masumiyet karinesinin sağladığı güvencelere aykırı bulmuştur. AYM’ye göre; Ceza yargılaması sürecinde verilen kararın hem başvurucunun dava konusu ettiği idari işlemin sebep unsurlarından biri hem de mahkeme kararının gerekçelerinden biri olduğu görülmüş ve İdare Mahkemesi’nin, başvurucu hakkındaki ceza yargılamasında verilen HAGB kararı sonucunda hüküm giydiği çıkarımında bulunduğu değerlendirilmiştir. Bu durumda Mahkemenin iptal davasına ilişkin yargılama kapsamında kalan yetki sınırını, başvurucu hakkında eş zamanlı olarak yürütülen ceza yargılamasında verilen kararın sonucuna ilişkin tespitiyle masumiyet karinesini ihlal edecek şekilde aştığı görülmektedir”[18]. Çünkü AYM’ye göre, karinenin iki boyutlu koruması bulunmaktadır ve bu korumanın ilkine göre, idari ve adli makamların işlem ve kararlarında suçluluğu sabit olana kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ve açıklamalarda bulunmamaları gerekmektedir[19]. Masumiyet/suçsuzluk karinesinin sağladığı güvencenin ikinci boyutu uyarınca, ceza yargılaması sonucu hakkında mahkumiyet dışında bir karar verilen kişinin masumiyetinden şüphe duyulmaması gerekir ve kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimi uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınması gerekir[20].

DMK m.131 esas olmak üzere, Danıştay ve AYM içtihatları uyarınca memur hakkındaki ceza yargılaması, onunla ilgili derdest disiplin yargılamasını etkilemeyecek ve bu disiplin yargılamasında da ceza yargılamasında mevcut olan delil ve emareler kullanılabilecektir. Buna karşılık; memurun aleyhindeki ceza yargılamasının varlığından bahisle, memur hakkında kurulan bir disiplin hükmü Anayasanın güvencesi altında bulunan masumiyet/suçsuzluk karinesine zarar verecektir.

Sonuç itibariyle;

- Ceza yargılaması ile disiplin yargılamasının farklı amaç ve prosedürünün olduğu,

- Ceza yargılaması sürecinde hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veya beraat kararı verilen bir kişinin, Disiplin Hukuku kapsamında sorumlu tutulabileceği, disiplin suçuna karşı doğan yaptırımla cezalandırılabileceği,

- Sırf iddiaya konu suçu işlediğine dair hakkında kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşmadığından bahisle KYOK kararı verilen veya şüphenin sanık aleyhine yenilmemesi sebebiyle, yani yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığından bahisle verilen beraat kararının, ayrı amacı ve prosedürü olan disiplin yargılamasını etkileyip bağlamak suretiyle disiplin kovuşturmasına tabi tutulan yönünden olumlu sonuçlanmasının kesin dayanağı sayılamayacağı, burada ilgilinin hukuki durumunun Disiplin Hukuku açısından ayrıca değerlendirilmesinin gerektiği, buna göre yapılacak bağımsız disiplin yargılaması suretiyle lehe veya aleyhe karar verilebileceği, bu nedenle her iki yargılamanın kanun yollarının da farklı öngörüldüğü,

- Ancak ilgili yönünden verilen KYOK kararının delil yokluğuna veya CMK m.158/6’da yer alan soruşturmaya yer olmadığına dair karara dayanması halinde veya beraat kararının CMK m.223/2’nin (a) bendinde yer alan yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmaması veya (b) bendinde öngörülen yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması hallerinde, bu kararların ve gerekçelerinin disiplin yargılamasında delil olarak kullanılabileceği,

- Ceza yargılamasının, disiplin yargılamasının ilgilinin lehine sonuçlandırılması hususunda mutlak bağlayıcılığının da bulunmayacağı, aksinin kabulünün ceza yargılaması ile disiplin yargılaması arasında yukarıda işaret ettiğimiz farklılıkları gözardı etmek anlamına geleceği ve çelişki oluşturacağı, Disiplin Hukuku açısından ayrı değerlendirmenin yapılabileceği, fakat bunun da keyfi olamayacağı, ilgili aleyhine karar verilmesi durumunda bunun hukuki ve fiili gerekçelerinin mutlaka kararda gösterilmesinin gerektiği, disiplin yargılamasının yalnızca ceza soruşturmasına veya kovuşturmasına dayandırıldığı durumda ise elbette ceza yargılaması sürecinde verilen yukarıda değindiğimiz kararlara itibar edilmesi gerektiği, hukuk devletinde bunun aksinin de düşünülemeyeceği[21],

- Bu durumun kamu kurumlarında milli güvenlik, Devletin güvenliği ve sırlarının korunması bakımından gündeme gelebilecek kuşku ve tespitlerden farklı ele alınmasının isabetli olacağı, güvenlik soruşturmaları ile ilgili süreçlerin üstlenilecek kamu görevinin niteliğine ve hassasiyetine göre ayrıca değerlendirilebileceği,

- Her ne kadar suçsuzluk/masumiyet karinesi bakımından adli ve disiplin yargılamalarının birbirini olumsuz etkileyebileceği ileri sürülse de, her iki yargılamanın kural ve kaidelerinin tatbiki suretiyle hareket edilmesinin gerektiği, delillerin paylaşılmasının, yani adli ve disiplin yargılamalarının dosyalarında yer alan delillerin diğer dosyaya aktarılmasının mümkün olabileceği,

- Ancak bu sırada Anayasa m.38/6’da yer alan hukuka aykırı delili kullanma yasağına dikkat edilmesinin gerektiği, hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillerin ilgili aleyhine kullanılamayacağı, yalnızca ilgili lehine kullanılabileceği,

- Sırf disiplin cezasına gerek olmadığı kararı ile KYOK veya beraat kararına bağlı olarak ilgili lehine karar verme zorunluluğunun ise gündeme gelemeyeceği,

- Ceza soruşturmasının yeterince ayrıntılı, CMK m.160 ve 161’e uygun şekilde yapılamadığı, iddianamenin de CMK m.170 ve 174’e uygun hazırlanamadığı durumda KYOK kararını vererek, CMK m.172 ve 173’e göre hareket edilmesinde ise isabet olacağı, kamu davası açılması durumunda verilecek ve kesinleşecek beraat kararının sonradan ortaya çıkacak delilin kullanılması suretiyle sanık aleyhine yargılamanın yenilenmesini mümkün kılamayabileceği, çünkü CMK m.314 uyarınca sanık veya hükümlü aleyhine yargılanmanın yenilenmesi sebeplerinin son derece kısıtlı olduğu, oysa KYOK kararını kaldırmanın daha kolay olduğu, kesinleşmiş mahkeme kararının gündeme getireceği “kesin hüküm” etkisinin gözardı edilmemesi gerektiği tartışmasızdır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. İrem Şen

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

----------------

[1] Adil Bucaktepe, Devlet Memurluğu ve Memurların Değerlendirilmesi Üzerine Düşünceler, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.18, S.3-4, Ankara, 2014, s.462.

[2] Bucaktepe, s.463 atfıyla A. Şeref Gözübüyük, Turgut Tan, İdare Hukuku, b.3, Ankara, 2004, s.862; İsmet Giritli, Pertev Bilgen, Tayfun Akgüner, İdare Hukuku, b.2, İstanbul, 2006, s.448; Ender Ethem Atay, İdare Hukuku, b.3, Ankara 2012, s.792.

[3] Bucaktepe, s.465.

[4] İbrahim Pınar, Açıklamalı ve İçtihatlı Devlet Memurları Kanunu Şerhi, 2. Cilt (Madde 124 ve sonrası), Seçkin Yayınevi, 2. Cilt, 10. Baskı, Ankara, 2009, s.1559.

[5] Pınar, s.1537.

[6] Disiplin cezalarının amaçlarının doktrinde farklı farklı açıklandığı yönünde bkz. Sibel Can, Disiplin Soruşturmasında Kanunilik İlkesi, Terazi Hukuk Dergisi, C.14, S.149, Ankara, Ocak 2019, s.3.

[7] Pınar, s.1537.

[8] Selman Sacit Boz, Memur Disiplin Hukukuna Hakim Olan Temel İlkeler, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.25, S.2, Konya, 2017, s.20 atfıyla Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü, Disiplin Soruşturması Usul ve Esasları, Ankara 2014, s.2; Nuri, Tortop, Disiplin Cezaları ve Disiplin Suçları, Amme İdaresi Dergisi, S.16/3, Ankara, 1983, s.90.

[9] Ersan Şen, Ceza Yargılaması Neden Yapılır? Çevrim içi: https://www.hukukihaber.net/ceza-yargilamasi-neden-yapilir-makale,5396.html, Erişim Tarihi: 08.12.2020.

[10] Örneğin; “kanunilik”, “bir suç bir ceza ile cezalandırılır”, “şüpheden sanık yararlanır” ilkelerinin Disiplin Hukukunda da geçerli olduğu yönünde bkz. Can, s.6-7.

[11] Pınar, s.1559. Doktrinde Pınar’a göre bunlar; “Ceza Hukukunda öngörülen suçlar herkes tarafından işlenebilirken, disiplin hukukunda suçlar yalnızca memurlar tarafından işlenebilir. Ceza Hukuku yaptırımları sözgelimi hapis cezası kişinin temel hak ve özgürlüğüne etki ederken, disiplin cezaları memurun mali haklarına ve mesleki statüsüne etki eder. Yine Ceza Hukukundan doğan yaptırımlara mahkemeler tarafından hükmedilirken, Disiplin Hukukunda yaptırımda bulunacak süje idari mercidir.” olarak sayılabilir.

[12] AYM, Ahmet Erdemir, B. No: 2016/10891, 09.09.2020, §39; AYM, M.E.T., B. No: 2014/11920, 03.07.2018, §61; AYM, Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13.06.2013, §30.

[13] Ahmet Erdemir, §40.

[14] AYM, Galip Şahin, B. No: 2015/6075, 11.06.2018, §47. Benzer yönde bkz. AYM, Mustafa Kıvrak, B. No: 2013/3175, 20.02.2014, §36; AYM, M.I., B. No: 2012/1268, 30.12.2014, §50.

[15] Hüseyin Sezer, §56.

[16] Hüseyin Sezer, §58.

[17] AYM, Ahmet Erdemir, B. No: 2016/10891, 09.09.2020.

[18] Ahmet Erdemir, §47.

[19] Ahmet Erdemir, §32; Hüseyin Sezer §41.

[20] Ahmet Erdemir, §32; Hüseyin Sezer §41.

[21] Aynı yönde bkz. 3201 sayılı Emniyet Teşkilat Kanunu’nun 81. maddesine göre; “Bir memura isnat olunan fiil inzibati cezayı müstelzim olmakla beraber, Türk Ceza Kanunu mucibince cezalandırılmayı da istilzam eylediği ve inzibati ceza hakkında karar verilebilmesi için mevcut deliller kafi görülmeyerek mahkeme hükmüne intizar zarureti bulunduğu kanaati hasıl edildiği takdirde inzıbati cezanın tatbikı, mahkeme kararı neticesine talik olunur”.