Dava değerini arttırma davada talep edilen alacak veya tazminat miktarının yükseltilmesi anlamına gelmektedir.

Mülga 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun ıslaha ilişkin 87. Maddesindeki “Müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez” cümlesinin Anayasa Mahkemesinin 4.11.2000 Tarih E.1999/1 - K.1999/33 sayılı kararı ile iptal edilmesinden sonra ıslah müessesi kullanılmak suretiyle dava değeri arttırılabiliyordu. Böylelikle alacaklı ek dava açmak yerine davasını ıslah yoluyla tek bir dava altında sonuçlandırabiliyordu.

1086 Sayılı usul kanununun yürürlükte olduğu dönemde dava değerini (müddeabihi) arttırma yolu ıslah müessesi başlığı altında düzenlendiği için hem hükmün Anayasa Mahkemesince iptali öncesi hem de iptali sonrasında bu sorun ıslah kurumu altında tartışılmıştı. Hükmün mahkemece iptal edilmesinden sonra ek dava açmaya gerek olmaksızın müddeabih ıslah yoluyla arttırılabilir hale geldi. Uygulamada ıslahtan sonra zamanaşımı itirazında bulunulması durumunda bu itirazı haklı bulan kararlar birçok tartışmaya neden oldu. Davanın açılmasıyla birlikte zamanaşımı kesileceği kuralı ıslahın yeni bir dava gibi değerlendirilmesi nedeniyle uygulanmadı ve ciddi hak kayıplarına da neden oldu.

Usul ekonomisi olarak kullanılan tabir esasen bir yargılama ilkesidir. Bu ilke bir davanın kısa sürede sonuçlandırılmasının yanında hak sahibinin aynı uyuşmazlıkla ilgili birden fazla dava açması külfetinden kurtarılmasına da destek sağlar. 1086 Sayılı Kanunun yürürlükte bulunduğu dönemde dava değerinin ıslah müessesi ile birlikte yükseltilmesi hak sahiplerine büyük kolaylıklar sağlıyordu. Bu yol ile davacı aynı uyuşmazlıkla ilgili başka dava/ek dava açma külfetinden kurtulmuş oluyordu.

Benzer kolaylık şu an yürürlükte bulunan 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda da bulunmaktadır. 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda ise dava değerini arttırma ıslah müessesi dışında düzenlenmiştir. Belirsiz alacak davaları başlığı altında alacağın miktarının tam ve kesin olarak belirlenemeyeceği hallerde kişilere alacağın bir kısmını dava etme, tahkikat safhası bitmeden evvel dava değerini karşı tarafın muvafakatine ihtiyaç olmaksızın arttırma imkanı tanınmıştır. Bu düzenleme ile birlikte davacı ıslaha başvurmaksızın ve karşı tarafın muvafakatine ihtiyaç duymaksızın dava değerini arttırabilmektedir.

Önemle belirtmek gerekir ki 6100 Sayılı Kanun ile getirilen dava değerini arttırma müessesi ıslah işlemi değildir. 6100 Sayılı Kanunda ıslaha ilişkin düzenlemelere bakıldığında dava değerini arttırmaya ilişkin bir kurala yer verilmediği görülmektedir.

Ayrıca kanun koyucunun dava değerini arttırma hususunu ıslaha ilişkin kurallar arasına almayarak bu sorunun belirsiz alacak davalarına ilişkin hükümlere göre çözümlenmesini tercih ettiği de söylenebilir.

Bir dava türü olarak belirsiz alacak davasının kanun ile kabul edilmiş olması zaten mantıksal olarak dava değerinin karşı tarafın muvafakatine bağlı olmaksızın arttırılabilmesine imkan tanımaktır. Belirsiz alacak davası kanundaki tarifi ve doğası itibariyle zaten tahkikat neticesinde ortaya çıkacak bir alacak miktarına işaret etmektedir. Davacı alacağının ancak tahkikatla birlikte anlaşılabileceğini/hesaplanabileceğini ileri sürmekte ve dava açmaktadır. Bir başka tabirle alacak miktarı taraflar arasında belirlenebilir durumda değildir.

Bu haliyle kısmi dava ile belirsiz alacak davası arasında ciddi fark olduğunu söylemek de mümkün değildir.

Talep konusunun bölünebilir olduğu hallerde kısmi dava açılabilmektedir. Kısmi davada alacağın sair kısmından açıkça feragat edilmediği müddetçe alacağın kalan kısmı için de dava açılabilecektir. Yeni usul kanunu zımni feragat müessesini kabul etmemiştir. Bu durumda para alacağı gibi davalarda kısmi dava ile belirsiz alacak davası arasında ne gibi farklılık olduğunu söylemek gerçekten zor görünmektedir.

Belirsiz alacak davasının zamanaşımı ve faiz başlangıcı gibi konularda daha avantajlı olduğuna dair görüşler bulunmaktadır. Ancak bir hakka dayanan bir davaya bir isim vermenin ve bu hakkı bu usuli kalıplara hapsetmenin hak arama kolaylığı açısından ne kadar anlamlı olduğu sorgulanmalıdır.  

Son olarak 7251 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile belirsiz alacak davalarına ilişkin 107. Maddede değişiklik yapıldı.

7251 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklik öncesi belirsiz alacak davalarına ilişkin kural 107. Maddede şu şekilde düzenlenmişti:

“ (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”

7251 Sayılı Kanun ile 107/3 maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Artık kısmi eda davasının açılabildiği hallerde bu hukuki duruma ilişkin tespit davası açılamayacaktır. Yürürlükten kaldırma sebebine bakıldığında bu tip durumlarda davacının hukuki yararının olmayacağı, tespit davasına ilişkin kuralların 106. Maddeye münhasır kılındığı varsayılmaktadır. Bir başka deyişle alacak davalarının tespit davasının dışına çıkarıldığı söylenebilir.

7251 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonrası Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. Maddesi şu şekilde oluştu:

“ (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

(2) (Değişik : 7251 - 22.7.2020 / m.7) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.”

Değişiklik öncesinde de belirsiz alacak davasında alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının dava değerini arttırma hakkı bulunmaktaydı. Bu durumda hakimin davacıya süre vererek talebini arttırmasına fırsat tanıma zorunluluğu bulunmamaktaydı. Bu süreci davacının takip etmesi, alacak miktarı konusunda ikna  veya tatmin olmuş olması halinde dava değerini arttırma işlemini kendiliğinden yapması gerekiyordu.

Örneğin bilirkişi raporu ile belirlenen tazminat miktarına itiraz etmeyecek olan davacının dava değerini bu rapordaki miktara göre arttırması mümkündü. İlke olarak hakimin davacıya yol göstermesi mümkün olmadığından ve kural olarak da hakimin dava değerini attırmak için davacıya süre vermesi zorunlu olmadığından davacı kendi istek ve iradesiyle dava değerini arttırabiliyordu.

Yeni düzenleme ile birlikte tahkikat safhası sonuçlanıncaya kadar davacı yönünden dava değerini arttırma işlemi için bağlayıcı bir süre olan iki haftalık kesin süre kuralı getirildi.

Burada dikkat edilmesi gereken husus alacağın tam ve kesin olarak hangi safhada belirlenmiş olduğu sorunudur.

Birincisi “alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda” kuralı davacı açısından öznel bir sorundur. Tahkikat safhasında davacının kanaat edeceği veya tatmin olacağı bir alacak miktarı belirlenmişse davacı hakimden dava değerini arttırmak için süre talep edebilecektir.

Davacının böyle bir talebi karşısında hakim süre vermek zorunda mıdır ?

Eğer hakim alacak miktarının belirlenmesine ilişkin bilirkişi raporunu kanuna aykırı bulmuşsa yeni bir rapor düzenlenmesine karar verebilecektir. Bu durumda davacının talebini reddetmesi gerekir. Çünkü hakim talep edilenden fazlasına hükmedemeyeceği gibi bile bile yanlış olana da hükmedemez ve bilirkişi raporu ile bağlı değildir.

Hakimin davacıya dava değerini arttırması için iki haftalık kesin süre vermesi kuralı alacağın miktarı hususunda hakimin kesin kanaate erişmesi anında olmalıdır. Hakim eğer alacak miktarı ile ilgili bir başka araştırma yapmayacaksa veya yeni bir rapor istemeyecekse davacıya iki haftalık kesin süre vermelidir. Eğer tahkikat devam edecekse davacının hak kaybına neden olacak mahiyette kesin süre verilmesi hak ihlaline neden olabilecektir. Duruşma safhasının yanlış yönetilmesi nedeniyle davacı aleyhine yaptırım doğuracak süre verilmemelidir.

Hakimin tahkikat safhası bitmeden evvel davacıya 107/2 maddesi uyarınca kendiliğinden süre vermesi halinde davacıya yol göstermiş sayılıp sayılmayacağı da tartışmalıdır. Ancak hakim burada bir kanun maddesini uyguladığı için yol göstermiş sayılmayacaktır. Ayrıca hakim süre vermiş olsa dahi davacı taleplerini kabul etmek zorunda da değildir. Çünkü kararı verecek olan zaten hakimdir ve karar verirken hangi delillere dayanacağını da en iyi hakim bilir.

Yeni düzenleme ile birlikte belirsiz alacak davası açan bir davacının dava değerini arttırmadan/arttıramadan karara hükmedilmesi ile oluşan dezavantajın önüne geçilmiş olacaktır. Düzenleme öncesi uygulamada hakimler nezaketen, bazen de talep üzerine davacıya dava değerini arttırma için süre vermekteydi. Ancak hakimin böyle bir zorunluluğunun olmadığı da bilinmekteydi.

Son olarak dava değerini arttırma imkanının ıslahtan tamamen farklı bir usuli işlem olduğu, dava değerini arttırma işleminin de ıslahtakinin aksine bir sayı ile sınırlandırılmadığı, tahkikat safhasında birbirinden farklı birçok rapor ortaya çıkabildiğinden davacıya birden fazla dava değerini arttırma hakkı tanınması gerektiğini belirtmek istiyorum.

Kanundaki “alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda” lafzının objektif bir yön taşımadığı, davacının veya hakimin bu konuda farklı düşünmesinin mümkün olduğu, yargılama safhasında birden fazla bilirkişi/hesap raporları ile birbirinden farklı alacak miktarlarının ortaya çıkabildiği, hatta bozma kararından sonra dahi yeni bir alacak miktarının belirlenebildiği göz önüne alındığında davacıya bir kez değer arttırma hakkı tanınmasının belirsiz alacak davası müessesi ile bağdaştırılması da mümkün görünmemektedir.

Ek davaların önüne geçilmesi ve bu konudaki tartışmaların kesin olarak sona ermesi için davacıya tahkikat safhası bitinceye kadar birkaç kez dava değeri arttırma hakkı tanıyan bir kanuni düzenleme yapılmasında fayda vardır.

Doktrinde dava değerini arttırma talebinin de bir defaya mahsus yapılması gerektiğini belirten son derece önemli görüşler bulunmakta ise de bunun yasal bir dayanağının olmadığı, en azından ıslahtakine benzer bu işlemin bir defaya mahsus yapılabileceğine dair bir kısıtlama olmadığı da söylenmelidir.