Edinilmiş mallara katılma rejiminde çoğunlukla karşımıza çıkan durumlardan bir tanesi de eşin diğer eşten mal kaçırma girişimleridir. Bu durumlarda en çok merak edilen soru ise devir yapılan mallarda hak iddia edilip edilemediğidir. Öncelikle bu konuyu mal rejimi davalarında eklenecek değerleri anlatarak başlamak daha doğru olacaktır.

1- TMK m.229 Bağlamında Eklenecek Değerlerin Açıklanması

Eklenecek değerler kanuna göre iki madde şeklinde sayılmıştır. Bunlar:

I- Mal Rejiminin Sona Ermesinden Önceki Bir Yıl İçinde Diğer Eşin Rızası Olmadan, Olağan Hediyeler Dışında Yapılan Karşılıksız Kazandırmalar

Kazandırmada bulunan eş ile diğer eşin dışında kalan üçüncü kişiler arasında sağlar arası[1] tasarrufî bir muameleyle gerek kazandırmada bulunan eşin edinilmiş malvarlığında[2] doğrudan ya da dolaylı bir eksilme, gerekse kazandıran eşin edinilmiş malvarlığında husule gelecek bir artışın önlenmesi şeklinde tezahür edebilecek biçimde[3]; mal rejiminin sona ermesinden önceki bir yıl içinde[4], diğer eşin rızası olmaksızın[5], üçüncü kişiler lehine olağan hediyeler dışında[6] ivazsız bir menfaat ya da kazanç temini karşılıksız kazandırma olarak adlandırılmaktadır.[7]

Bu tanıma göre TBK m. 285 gereğince eşin edinilmiş malvarlığından yapılan bağışlamalar, TMK m. 229 f. 1 b.1 kapsamında karşılıksız kazandırma olarak kabul edilecektir. Dolayısıyla başkasına devredilebilen her türlü mameleki değer, taşınır taşınmaz eşya, alacaklar, haklar (telif, patent hakkı), bir alacağın temliki, başkasının borcunu ödeme bağışlama sayılacağından bu işlemlerin kaynağı edinilmiş mal olduğu sürece eklenecek değerler olarak dikkate alınacaktır. Ayrıca bir haktan feragat, ibra, vakıf kurulması, yaşam sigortasından doğan hakların temliki, üçüncü kişi lehine kurulan sözleşme yine bu anlamda birer karşılıksız kazandırma olarak değerlendirilecektir.

Bu noktada akla gelecek en önemli sorunlardan birisi, ahlaki bir yükümlülüğün ifası bağlamında yapılacak kazandırmaların, TMK m. 229 f. 1 b. 1 kapsamında eklenecek değerler içinde mütalaa edilip edilmeyeceği sorunudur.

İfa edilen ahlaki bir yükümlülüğün – örneğin, yardım nafakasında olduğu üzere (TMK m. 364 vd.) -bizzat kanun koyucu tarafından kanuni bir düzenlemeye dönüştürüldüğü durumlarda, bu kapsamda yapılan kazandırmaların TMK m. 229 f.1 b.1 kapsamında değerlendirilmeyeceği; diğer bir deyişle, artık değerin hesabında göz önünde bulundurulmayacağı izahtan varestedir. Bu durumda ahlaki bir yükümlülük olduğu tartışılamayacak bir yükümlülüğün ifası kapsamında yapılan kazandırmanın, salt kanuni olarak bir düzenlemeye tabi tutulmadığı gerekçesiyle TMK m. 229 f.1 b.1 kapsamına dâhil edilmesi, toplumdaki dayanışma, yardımlaşma duygusunu önemli ölçüde zayıflatacaktır. Bu anlamda diğer eşin alacak hakkını korumak adına, yapılan kazandırmanın gerçekten bir ahlaki yükümlülük olup olmadığı, tarafların sosyal statüleri, gelir durumları, bilhassa yöresel örf adetler, kazandırmanın bu örf adetler çerçevesinde makul olması gibi hususlar dikkate alındığında; ahlaki bir görevin ifası niyetiyle yapılan kazandırmanın TMK m. 229 f.1 b.1 kapsamına dâhil edilmemesinin, Türk toplumunun örf ve adetleri dikkate alındığında daha yerinde bir yaklaşım olacağı şüphesizdir.

II- Bir Eşin Mal Rejiminin Devamı Süresince Diğer Eşin Katılma Alacağını Azaltmak Kastıyla Yaptığı Devirler

TMK m. 229 f.1 b. 2 aynı maddenin birinci bendinde düzenlenen karşılıksız kazandırmalarında dâhil olduğu, zarar verme[8], yok etme[9], ivazlı yani bir edim mukabilinde olmasına rağmen bilinçli bir biçimde zararına yapılan satış[10], taşınır mülkiyetinin terk yoluyla kaybı (TMK m. 778) gibi edinilmiş malvarlığında diğer eşin katılma alacağını azaltma kastına yönelik her türlü eylemi kapsamaktadır.[11]

Tenkise tabi sağlararası kazandırmaları düzenleyen ve mahfuz hisseyi azaltma niyetinin aşikâr olmasını arayan TMK m. 565 b. 4’ten farklı olarak TMK m. 229’daki devirler için azaltma kastının bu derece bariz olması aranmamaktadır.[12] Kanunda kullanılan kast unsurunun tahakkuku açısından kazandırmada bulunan kişinin en azından bu kazandırmanın sonuçlarının diğer eşin katılma alacağı açısından sebebiyet vereceği olumsuzlukları öngörmesi, göze alması gerekli ve kâfi olup; bu sonuçları ayrıca istemesi şart değildir.[13]

Katılma alacağını azaltma amacının yapılan fiilin ana amacı olması gerekip, bununla birlikte başka amaçlar güdülmüş olması hükmün uygulanmasına bir mani teşkil etmez.[14] Yapılan eylemle edinilmiş malın, dolayısıyla diğer eşin katılma alacağının azaldığına ilişkin bir bilincin varlığı, hükmün uygulanması için kâfi değildir; zira bu takdirde, TMK m. 229 f. 1 b. 1 ile b. 2 arasında bir fark kalmayacaktır.[15]

Yine TMK m. 229 f.1 b.1’den farklı olarak f.2’de herhangi zamansal sınırlama öngörülmemiş olup, bu işlem veya eylemlerin mal rejiminin sona ermesinden önceki herhangi bir tarihte yapılmış olması yeterlidir.[16]

Son olarak değinilmesi gereken husus; mal rejiminin tasfiyesinde edinilmiş mallara hesapta eklenecek olanların değeri hesaplanırken bu kazandırmaların konusu malların devredildikleri tarihteki (TMK m. 235 f. 2) sürüm değerlerinin esas alınacak olmasıdır (TMK m. 232).[17]

TMK m. 241’e Göre Dava Açılabilmesinin Şartları

Yukarıda bahsedildiği üzere eklenecek değerler varsa şayet böyle durumlarda TMK m.241’e göre dava açılabilme ihtimali yüksektir. Buradaki şartların da sağlanması halinde devir yapılan üçüncü kişilere karşı dava açılıp devir yapılan mallar üzerinde her zaman hak iddia edilebilir.

Üçüncü kişilere karşı dava başlığı altındaki hükmün metni şu şekildedir: “Tasfiye sırasında, borçlu eşin malvarlığı veya terekesi, katılma alacağını karşılamadığı takdirde, alacaklı eş veya mirasçıları, edinilmiş mallarda hesaba katılması gereken karşılıksız kazandırmaları bunlardan yararlanan üçüncü kişilerden eksik kalan miktarla sınırlı olarak isteyebilir. Dava hakkı, alacaklı eş veya mirasçılarının haklarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde mal rejiminin sona ermesinin üzerinden beş yıl geçmekle düşer.

Yukarıdaki fıkra hükümleri ve yetki kuralları dışında mirastaki tenkis davasına ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanır.”

Madde metni öncelikle eşin her alacağını değil, belli bir alacağını, yani katılma alacağını imtiyazlı kılmıştır. Böylece eşin TMK m. 227’ye göre oluşacak değer artış payı alacağı veya eşler arasında mal rejiminden doğmayan diğer alacaklar, TMK m. 241’in sağladığı korumadan istifade edemeyecektir. Bu noktada katılma alacağını belirleyen artık değere katılma oranının kanuna göre (TMK m. 236) veya sözleşmeye göre (TMK m. 237) belirlenmiş olmasının bir önemi yoktur.

Madde metninden de açıkça anlaşıldığı üzere, TMK m. 241’e göre dava açılabilmesinin iki temel koşulu bulunmaktadır. İlk koşul, edinilmiş mallarda hesaba katılması gereken karşılıksız kazandırmaların varlığıdır. İkinci koşul ise, katılma alacağı borçlusu eşin malvarlığının katılma alacağını karşılamaya yetmemesidir.

 

--------------

[1] OKUR Sinan, sf.155

[2] OKUR Sinan, sf.155

[3] OKUR Sinan, sf.155

[4] OKUR Sinan, sf.155

[5] OKUR Sinan, sf.155

[6] OKUR Sinan, sf.155

[7] OKUR Sinan, sf.155

[8] OKUR Sinan, sf.159

[9] OKUR Sinan, sf.159

[10] OKUR Sinan, sf.159

[11] OKUR Sinan, sf.159

[12] OKUR Sinan, sf.160

[13] OKUR Sinan, sf.160

[14] OKUR Sinan, sf.160

[15] OKUR Sinan, sf.160

[16] OKUR Sinan, sf.160

[17] OKUR Sinan, sf.162