Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Erol Bilecik, gelecek yıl belirsizlik ve risklerin devam edeceğini belirterek, ticaret savaşlarının hiçbir zaman kazananının olmayacağını söyledi.

TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik, TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Konseyi toplantısında konuştu. Türk-Amerikan ilişkilerinde son dönemde önemli gelişmeler olduğunu kaydeden Bilecik, “Trump yönetiminin İran’a uyguladığı yaptırımlar konusunda Türkiye’ye muafiyet tanıması, şüphesiz son derece önemli bir karardır. Türkiye’nin en önemli müttefiklerinden biri olan ABD ile ilişkilerin onarılması en başta ekonomik çıkarlarımız açısından önem taşıyor. Unutmayalım ki ülkeler arası dostluk ve düşmanlıklar geçici, çıkarlar ise daimidir. Bu nedenle aradaki diğer anlaşmazlıklar da sağduyulu diplomasi ile bir an evvel çözüme kavuşturulmalıdır” dedi.

“Ticaret savaşlarının kazananı olmaz”

ABD ile Çin arasında yakın dönemde başlayan ticaret savaşlarına değinen Bilecik, “Son G-20 Zirvesi’nde geçici bir ateşkese varılsa da pek çok ülkeyi etkilemeye devam ediyor. Çin’in ihracat gücü, yatırım gücü, ucuz işgücü yüksek. Bunlar ABD ekonomisi için de vazgeçilmez. Çin, dünyanın en çok enerji tüketen ülkesi ve Orta Doğu petrollerinin en büyük müşterisi, dünyanın en büyük otomobil ve cep telefonu pazarlarından biri. İki ülke arasındaki ekonomik, dolayısıyla da politik rekabet, teknolojik rekabetle de pek hız kesmiyor. ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşları, Atlantik ile Asya rekabetinin derinleştiğini de gösteriyor. Karşılıklı olarak alınan korumacılık önlemleri, dünyada uluslararası ticaretin daralmasına yol açıyor. Şunun altını çizmek isterim ki ticaret savaşlarının kazananı olmaz. Kaldı ki somut veriler de, batının Çin ile ekonomik ilişkileri de dahil olmak üzere küresel ekonomide karşılıklı bağımlılıkların hala son derece baskın çıktığı bir düzene işaret ediyor“ dedi.

“Türkiye’nin AB üyeliği vazgeçilmez bir hedeftir”

TÜSİAD için Türkiye’nin AB üyeliğinin vazgeçilmez bir hedef olduğunu ifade eden Bilecek, sözlerine şöyle devam etti:

“AB sürecinde olmamız ekonomi, teknoloji, diplomasi, demokrasi ve hukuk alanlarında ülkemize, 2023 hedeflerimize çok şey kazandırdı. Bizim AB üyeliğinden anladığımız kurallara dayalı liberal demokratik bir düzen, öngörülebilir bir hukuk zemini, istikrarlı ve açık bir piyasa ekonomisi, sosyal refah ve maceracı olmayan bir dış politikadır. AB üyeliği, küreselleşme sürecinde bölgesel bir cazibe merkezi olmamız için müthiş bir olanaktır. AB üyesi bir Türkiye, Avrupa Birliği için de etki alanının ve dönüştürücü gücünün dünya haritasında genişlemesi demektir. Türkiye’nin AB üyeliği, tam anlamıyla bir kazan-kazan durumudur.”

Avrupa Birliği müzakerelerin sonlandırılmasının hata olduğunu söyleyen Bilecik, “Türkiye’nin tarihsel birikimi, toplumsal çoğulculuğu, gelişmişlik düzeyi ve olgunluğuyla uyumlu değildir. Bugün bundan daha da yanlış bir eğilim gündemde. AB müzakere sürecinin resmen sonlandırılması önerisiyle karşı karşıyayız. Bir an evvel bu hatadan dönülmelidir. Türkiye’nin başarısı için geçmişte test edilmiş formül bellidir. Bu; demokrasi, hukuk devleti, özgür ve yaratıcı toplum, yüksek nitelikli eğitim, teknolojik üretim ve AB ile uyum sürecinin hızlanmasıdır. Bunlarla birlikte, bağımsız düzenleyici kuralları ile iyi işleyen piyasa ekonomisi ve yatırım ortamının dinamizmi için gereken tüm mevzuat ve uygulamaların devreye alınması gerekiyor” dedi.

Önümüzdeki yılın gerek küresel, gerek yerel düzeyde belirsizliklerin ve risklerin devam ettiği bir yıl olacağını belirten Bilecik, “Ticaret savaşları küresel büyümeyi önemli ölçüde düşürebilir. Çin ekonomisi yavaşlamaya devam ediyor. Avrupa’da ise İtalya ekonomisine dair endişeler var. Küresel durgunluk riskine rağmen Amerikan Merkez Bankasının faiz artırım işini yavaşlatacak olsa da bırakmayacağını da görüyoruz” ifadelerini kullandı.

“Kredi daralması bitmeden, bu krizin bitmeyeceğini hepimizin kabullenmesi gerekir”

Ekonominin bugünkü hale gelmesinde küresel gelişmelerin de payı olduğunu ifade eden Bilecik, şunları aktardı:

“Önce iğneyi kendimize, sonra çuvaldızı başkalarına batırmakta fayda var. Türkiye’nin ekonomik durumunu değerlendirirken, gerçekçi olmak zorundayız. Bugün nakit sıkışıklığı her sektörde hissediliyor. Finansmana erişim eskisi kadar rahat ve ucuz değil. Ağustos ayında başlayan kredi daralması tüm hızıyla devam ediyor. Mart ayı ile kıyaslandığında faizler 11 puan, kur ise yüzde 40 yükseldi. Hem şirketlerimiz, hem tüketiciler bu kur ve faiz yükü altında eziliyorlar. KOBİLER için sorunlar katlanarak çoğalıyor. Talepte ciddi bir düşme var. Ve son 9 yıldır kesintisiz büyüyen ekonomimiz ‘maalesef’ artık küçülüyor. Bir an evvel banka bilançolarındaki hasarın tespit edilmesi, stres testlerinin yapılması ve geri dönmeyen alacakların bilançolardan temizlenmesi için gerekli çalışmaların yapılması gerekiyor. Kredi daralması bitmeden, bu krizin bitmeyeceğini hepimizin kabullenmesi gerekir.”

Bilecik, “Uluslararası yatırımcılar için önemli bir gösterge olarak kabul edilen ‘Dünya Bankası İş Yapma Kolaylığı Endeksi’nde Türkiye’nin bir önceki yıla göre 17 basamak yükselerek en fazla iyileştirme gösteren 10 ülke arasında yer alması bunun kanıtıdır. Elde ettiğimiz bu başarı, bir hedef etrafında iş dünyası ve kamu kurumları olarak bir araya geldiğimizde ve doğru önerileri siyasi iradeyle birleştirdiğimizde ne kadar hızlı ve etkin sonuçlar alabileceğimizi bizlere gösterdi” dedi.

TÜSİAD Yüksek İstişare Başkanı Tuncay Özilhan ise, son altı ayda Türkiye ekonomisinin zor bir dönem geçirdiğini aktardı. Özilhan, “Ekonomi yönetimi bu süreçte istişare mekanizmasını işletti, sorunların nedenleri ve boyutları konusunda özel sektörle temas edildi, alınacak önlemler paydaşlarla müzakere edildi. Dövizde dalgalanmayı kontrol altına alabildik. Mayıs ayından sonra baş gösteren bu krizin temelinde daha önce yapılmış bazı hataların ekonominin temellerini aşındırmış olması yatıyor” dedi.

“Piyasalardaki son eğilimlerle beraber kıymetli bir zaman kazandık”

Küresel piyasalardaki son eğilimlerle beraber kıymetli bir zaman kazanıldığını belirten Özilhan, sözlerine şöyle devam etti:

“2001 krizinden sonra güçlendirilmiş olan ekonomik temelleri sayesinde, krizde önemli bir direnç gösterebiliyor. Küresel piyasalardaki son eğilimlerle beraber kıymetli bir zaman kazandık. Bu zamanı doğru kullanırsak hafif ve kısa süreli bir resesyonla bu badireyi atlatırız. Ancak, bünyeyi kuvvetlendirici önlemleri almazsak, şimdilik bastırmış olduğumuz döviz krizinin yeniden hortlaması ve bu kez çok daha derin bir krize dönüşmesi kaçınılmaz olur.”

Sağlıklı büyümenin üretimden geçtiğini ifade eden Özilhan, “Üretimde yaratılan katma değeri artırmadan istikrarlı bir büyüme sürecine giremeyiz. Sadece sanayide değil, tarımda da katma değeri artırmamız gerekiyor. Tarımı ihmal edemeyiz, yoksa gelecek nesilleri aç bırakmamak için ithalata mahkum oluruz. Ama sanayi ve tarımın yarattığı katma değeri artırmadan büyümeyi sürdürülebilir kılma olanağımız yok. Her şeyden önce sanayi, tarım ve hizmetlerde teknolojideki gelişmelerden yararlanmak, süreç ve ürün iyileştirmesi ve yenileştirmesi yapmak ve verimlilik artışı yakalamak gerekiyor. Bu ise, aslında dün yapılması gereken yapısal reformların, hemen yarın yapılmasını gerektiğini” dedi.

Çin ve Rusya gibi ülkelerle işbirliğinin Türkiye’nin menfaatleri açısından olumlu bir gelişme olduğunu aktaran Özilhan, “Batı ülkelerine kıyasla Çin ve Rusya gibi ülkelerle işbirliğine verilen ağırlıkta son dönemde kendisini hissettiren dengelenme sürecinin ilerlemesinin ülkemizin menfaatleri açısından olumlu bir gelişme olduğunu düşünüyoruz. Küresel güç dengelerinde kaymaların söz konusu olduğu bu ortamda, Türkiye bölgede dengelerin sağlanmasında kilit önemde bir aktördür” dedi.

Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilme çabalarını dikkatle izlediklerini ifade eden Özilhan, şunları aktardı:

“Bu bölge, tarih boyunca olduğu gibi, bugün de dünyanın en hassas bölgelerinden birisi. Türkiye, bu bölgede uzun vadeli menfaatlerini gözetmek durumunda. Öte yandan, Türkiye devletinin güçlü olması, bu bölgenin istikrarı açısından olduğu kadar Avrupa Birliğinin geleceği açısından da önemli. Üyelik müzakerelerinde Türkiye’nin oryantalist bir bakışla haksızlığa uğraması, aslında sadece bizim değil AB’nin de zararına oldu. Göçmen sorunundan nüfus yaşlanmasına, askeri ve siyasi güçten ekonomik güce, AB’nin karşı karşıya olduğu bir dizi sorun, Türkiye’nin üyeliği durumunda daha hafif yaşanırdı. Umuyorum, Türkiye-AB ilişkilerinin iki taraf için de önemi, bundan sonra daha az teste tabi tutulur ve AB müzakere süreci, sonlandırılması bir yana derinleşerek devam eder. Türkiye’de özgürlükler alanının genişlemesi, ifade özgürlüğünün tartışma alanı olmaktan çıkartılması, hukukun üstünlüğü ilkesinin güvence altına alınması doğrultusunda atılacak adımlarla, mesafe kat edecek olan Türkiye-AB ilişkileri, her iki tarafın da yararına olacaktır.”

Türkiye’nin dış ilişkilerinde son dönemde görülen olumlu gelişmelerin döviz krizinin atlatılmasına katkısı olduğunu söyleyen Özilhan, “Dış politikada oyun alanımızın genişlemesi, hiç şüphesiz uzun vadeli ekonomik çıkarlarımızla da örtüşüyor. Türkiye’nin batı dünyası ile ilişkileri geliştikçe, sadece ekonomik istikrar değil, çoğulcu demokrasi, hukuk devleti, ifade özgürlüğü ve toplumsal kalkınma hedeflerine ulaşmak da kolaylaşmaktadır” dedi.