Bana bir dil verin size bir millet yaratayım. Dildeki anarşi, sokaktaki anarşiden tehlikelidir.” Konfiçyüs
 
         Resmi Gazete’de 2009 yılında bir yönetmelik yayınlandı. Yönetmelik, radyo ve televizyon yayınlarına ait idi ve eskiden beri uygulanmakta olan temel bazı esasları kaldırmakta idi.

         Bu yönetmeliğin, Türkiye Cumhuriyetinin temel yasalarına aykırı olduğu, ülkenin birlik ve bütünlüğünü bozucu olduğu savı ile, o tarihde; bireysel olarak iptal davası açtım.

         Önceki yönetmelikde “Yayın sırasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin simgesi niteliğindeki görüntü ve işaretler ile yayın kuruluşunun logo ve işaretleri dışında işaret, bayrak ve flamalar kullanılamaz” hükmü vardı, bu hüküm kaldırıldı. Böylece bölücü işaret, bayrak ve flamaların bile kullanılmasına yol açılmış oldu.

         Önceki yönetmelikte “Farklı dilde yayın yapan televizyonlar, yayın konusunu Türkçe alt yazı ile vermekle yükümlüdürler. Farklı dilde yayın yapan radyolar, yayını takiben Türkçe tercümesini yapmakla yükümlüdürler” hükümleri vardı, bu maddeler de kaldırıldı. Radyo ve Televizyonlar, sanki başka ve bağımsız bir devletin yayın organı imişcesine bir durum hasıl oldu.

         Bu yönetmelik ile, ulusal ve uluslarası alanda geçerliği olmayan farklı lehçe ve dillerde yayın yapılmasına olanak verilmekte idi. Daha yakın zamana kadar, bu farklı dilin, TBMM.de kullanılması durumunda, Meclis zabıtlarına “bilinmeyen ve anlaşılmayan bir dil ile konuştu” şeklinde not düşülmekte idi. Birdenbire ne olmuştu da, bilinmeyen bir dil, bilinir hale gelmiş, radyo ve televizyon yayınlarına bile izin verilmişti.

         İzin verilen şey “farklı dil ve lehçe” tanımına da uymamaktadır :

         “Farklı dil”; o ülkenin resmi dilinin dışında başka bir dil ise, buna “farklı dil” denmez, “yabancı dil” denir. Yabancı dilin yayın olanakları tamamen farklıdır.

         “Farklı lehçe” ise; ülke içinde konuşulan ve herkes tarafından anlaşılan dilin, lehçe ve şive farkları ile adı üstünde “farklılaşmış” şeklidir.

         Bütün bunlar nazara alındığında “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarının ana dili Türkçe’dir.” sonucuna varılacaktır.    
    
         Bu hukuki dayanakların yanında sosyal olguları da gözardı etmemek gerekir :

         Milli şair Ziya Gökalp’in ;
Türklüğün vicdanı bir, dini bir, vatanı bir,
 Fakat ayrılır, olmazsa lisanı bir
mısralarınde belirtilen tehlike, ülke içinde farklı lisan kullanılması olarak gösterilmiştir.

          Büyük Atatürk’ün
Türk dili Türk Milleti’nin kalbidir, zihnidir
sözünden anlaşılan şey; ülke içinde ancak Türkçe’nin kullanılabileceği, aksi durumun milletin kalbinin ve zihninin sökülmesi ile eşdeğer olacağıdır.

Amerika Anayasasında İngilizce; temel, vaz geçilmez ve zorunlu dil olarak yer almaktadır. Bu durum diğer ülkelerin temel yasalarında da yer bulunmaktadır.

Açtığım dava da, bütün bu olguları varit görmeyen Danıştay, bu gün tebliğ ettiği kararla, davanın reddedildiğini, oldukça yüksek bir ücret ve masraf ödemem gerektiğini bildirdi.

Tarihde, bazı davalarda, kararın değil davanın haklı çıktığı görülmüş ve bu davalar tarihdeki yerini almıştır.

Karara saygı duyarak bu ödemeleri yapacağım ancak bu ödeme belgelerini bir “onur belgesi” gibi duvarıma asacağım.
 


Bu köşe yazısı, sayın Av. Erdem AKYÜZ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.