'Gelecek Uzun Sürer' Louis ALTHUSSER

AU REVOIR!

Her ne kadar demokrasinin vazgeçilmez koşulu özgür ve adil biçimde yapılması gereken seçimler ise de, demokrasi, sadece bundan ibaret değildir. Çok daha fazla bir şeydir. Fazla olan bu şeyler, yurttaşların, ceza tehdidi altında olmaksızın, siyasal meseleler hakkında, rejim hakkında, sosyo-ekonomik düzen hakkında görüş ve düşüncelerini açıklayabilme, siyasi iktidarı eleştirebilme, yani ifade özgürlüğüne sahip olma, toplumsal ve siyasal kararların oluşmasında etkili olabilmek için siyasi partiler ve diğer menfaat grupları dahil olmak üzere, görece özerk kuruluşları ve örgütleri kurabilme, başkalarıyla haberleşebilme, hemen her konuda, ama özellikle resmi ve kamusal konularda bilgi/haber alabilme, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapabilme hak ve özgürlüklerine sahip olmalarıdır.

Bütün bu hak ve özgürlükler, sağlıklı ve asgari bir demokrasinin varlığı ve sürdürülebilirliği için gerekli olan koşullardır.
Temeli ifade ve düşünce özgürlüğüne dayanan örgütlenme özgürlüğü, bireyin düşüncelerini hiçbir korkuya kapılmadan, herhangi bir engellemeyle karşılaşmadan ifade edebilme, yayabilme, bu amaçla dernek kurabilme, gerektiğinde toplantı ve gösteri yürüyüşü yapabilme, başkalarıyla haberleşebilme hak ve özgürlüklerini kapsar.

Demokratik bir toplumda, devletin temel işlevi ve görevi, her bir bireyin, başta ifade ve örgütlenme özgürlüğü olmak üzere, diğer bütün temel hak ve özgürlükleri, sadece tanımakla sınırlı olmayıp, bu hak ve özgürlüklerin önündeki engelleri kaldırmak, bu hak ve özgürlüklerin kullanılmasını sağlamak, bunları güvence altına almaktır.

İfade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olan örgütlenme/dernek kurma özgürlüğü, sadece Anayasamızın 33.maddesi ile ve ulusal düzeyde değil, Anayasamızın 90.maddesi gereğince iç hukukumuzun vazgeçilmez bir parçası haline gelen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 20. Maddesi, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 22.maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11.maddesi ile uluslararası düzeyde de koruma altındadır.

Temel bir insan hakkı olan, gerek Anayasamızda, gerekse tarafı olmakla ülkemiz yönünden bağlayıcılığı bulunan uluslararası sözleşmelerde tanınan ve koruma altına alınan örgütlenme/dernek kurma hakkının, yargıç ve savcılarımız yönünden de, hem ulusal hukuk, hem de uluslararası hukuk bağlamında işlerliği ve işlevselliği olan bir hak olduğu açıktır.

Nitekim Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 13 Aralık 1985 tarih, 40/146 sayılı kararla kabul edilen Birleşmiş Milletler Yargı Bağımsızlığı Temel İlkeleri ile Adalet Bakanlığı Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü tarafından 2004 yılında yayınlanan metinde; ‘… İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne uygun olarak, diğer vatandaşlara olduğu gibi yargı organı mensuplarına da ifade, inanç, örgütlenme ve toplanma hakkı tanınır; ancak yargıçlar bu haklarını kullanırken, her zaman görevlerinin itibarını ve yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını koruyacak tarzda hareket ederler. Yargıçlar, kendi menfaatlerini savunmak, mesleki eğitimlerini geliştirmek ve yargı bağımsızlığını korumak için yargıçlardan oluşan örgütler kurabilirler, bu örgütlere ve diğer kuruluşlara üye olabilirler’ denilmek suretiyle bu hakkın varlığı Türkiye Cumhuriyet Hükümeti tarafından da tanınmıştır.

Yine Kasım 2006 tarihli Avrupa Birliği-Türkiye İlerleme Raporu’nda; ‘Hakimler ve Savcılar Birliği (YARSAV) 26 Haziran 2006 tarihinde 501 yargıç ve savcı tarafından kurulmuştur. YARSAV’ın üyeleri çoğunlukla Yargıtay ve Danıştay üyeleri, Ankara ve İstanbul’da görev yapan yargıç ve savcılardan oluşmaktadır. YARSAV’ın temel hedefleri, yargı bağımsızlığını, tarafsızlığını, görev süresiyle ilgili hakimlik ve savcılık güvencesini, yanısıra meslek kurallarıyla etiğini korumaktır’ sözleriyle ifade edilen yargıç ve savcılara örgütlenme hakkının verilmesi, ülkemiz demokrasisi yönünden olumlu bir ilerleme olarak kaydedilmiştir.

Bu bağlamda işaret etmek gerekir ki, yargıç ve savcıların örgütlenme haklarının tanınması ve bu hakka işlerlik kazandırılması amacıyla yargıç ve savcıların dernek kurmaları ülkemiz yönünden çok geç kalınmış bir gelişmedir. Şöyle ki, merkezi Roma’da olan ‘Uluslararası(Dünya)Yargıçlar Birliği (IAJ)’ 1953 yılında kurulmuştur. Bu birliğin Afrika ülkeleri (AFR), Kuzey Amerika, Asya ve Okyanusya ülkeleri (ANAO), Güney Amerika Ülkeleri (IBA), Avrupa ülkeleri (EAJ) temelinde örgütlenmiş dört ayrı bölgesel kolu mevcuttur. IAJ’ın Avrupa seksiyonu olan ‘Avrupa Yargıçlar Birliği’ne (EAJ), birkaç istisna dışında Avrupa Birliği’ne mensup ülkelerin tamamı üyedir. YARSAV’ın kurulduğu tarih itibariyle üye olmayan ülkeler, Andora, Arnavutluk, Azerbaycan ve Türkiye’dir.

Aynı şekilde Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından 23 Nisan 2003 tarih, 2003/43 sayılı kararla kabul edilen ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca da 27 Haziran 2006 tarih, 315 sayılı kararla benimsenen ‘Bangolar Yargı Etiği İlkeleri’nin 4.6 ve 4.13. maddeleri ‘Yargıçlar, diğer vatandaşlar gibi ifade, inanç, dernek kurma ve toplanma özgürlüğüne sahiptirler … Yargıç, yargıçlarla ilgili derneklere katılabilir veya böyle bir dernek kurabilir ya da yargıçların çıkarlarını temsil eden diğer örgütlere katılabilir’ hükmünü içermektedir.

Yine ‘Yargıçlar, tek başlarına veya başka herhangi bir organ ile birlikte, bağımsızlıklarının ve çıkarlarının korunması amacıyla özgürce dernek kurabilirler’ diyen ‘Yargıçların Rolü, Etkinliği ve Bağımsızlığı’ konulu Avrupa Konseyi Üye Devletler Bakanlar Komitesi’nin (R-94-21) sayılı tavsiye kararına göre, yargıçlar dernek kurabilecekleri gibi kurulmuş bir derneğe olma hakkına sahiptirler.

Aynı şekilde 1990 yılında Havana’da kabul edilen ve ülkemiz yönünden bağlayıcılığı olan ‘Savcıların Rolüne Dair Birleşmiş Milletler İlkeleri’nin ‘Savcılar, çıkarlarını korumak, mesleki eğitimlerini yükseltmek, kendi statülerini korumak için mesleki denekler veya örgütler kurmak veya bunlara üye olmakta serbesttirler’ diyen 9.maddesi hükmüne göre de, savcıların dernek kurmaları veya kurulmuş olan derneklere üye olmaları mümkündür.

Şimdi yeri gelmiş iken ifade etmemiz gereken bir diğer husus, ülkemizdeki yaygın ve yerleşik kabulün aksine, yargıçlık görevinin bir memuriyet görevi olmadığı hususudur. Zira devletin üç önemli işlevinden birisini oluşturan ve evrensel nitelikteki kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir gereği olarak ‘yargı’ gücü arasında yer alan yargıçlık, hiyerarşik bir yapıya ve işleyişe sahip bulunan memuriyetten çok daha farklı ve özel olan bir statüdür.

Gerek buna, gerekse Anayasamızın ‘Hakimler ve savcılar, kanunda belirtilenlerden başka, resmi ve özel hiçbir görev alamazlar’ hükmünü içeren 140/5.maddesine ve yine 2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Yasası’na göre de, yargıç ve savcıların dernek kurmalarına engel bir yasal düzenleme mevcut değildir.

Hal böyle iken, daha sonra kadük hale gelen T.C.Başbakanlık Makamı tarafından TBMM’ne gönderilen ‘Türkiye Hakimler ve Savcılar Birliği Kanun Tasarısı’ ile ülkemiz yargıç ve savcılarının ilk ve kurulduğu tarih itibariyle tek kuruluşu olan YARSAV’ın yasayla kapatılması yönüne gidilmiş, bununla da yetinilmeyerek YARSAV hakkında kapatma davası açılmıştır.

Bu durumun, başta Anayasamız olmak üzere yukarıda içeriklerine değinilen ulusal düzeydeki yasal düzenlemeler ile ülkemiz yönünden bağlayıcı olan uluslararası düzeydeki sözleşmelere, evrensel nitelikteki ‘kazanılmış hak’ ilkesine, örgütlü toplum demek olan demokrasinin özüne aykırı olduğu açıktır.

YARSAV yaşadığı bu zor günleri, sıkıntılı dönemleri zaman içinde aşmış, varlığını günümüze kadar sürdürmüş, tüzel kişiliğini korumuş, gerek hukuk ve demokrasi terbiyesi olanlar, gerekse avukatlar, yargıçlar ve savcılar nezdinde inanılır, güvenilir, itibar edilir bir kuruluş haline gelmiştir.

Bu vesileyle ifade etmek gerekir ki, YARSAV’ın bu aşamaya gelmesinde, bilgili, donanımlı, düzgün, ahlaklı bir hukukçu, cesur ve mücadeleci bir aydın, samimi bir Atatürkçü ve Cumhuriyet sevdalısı olan Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun, onunla benzer özelliklere sahip bulunan Emine Ülker Tarhan’ın emeği ve katkısı çoktur.

YARSAV’ın başlattığı yargıç ve savcıların örgütlenmesi, aynı alanda faaliyet gösteren Demokrat Yargı ve Yargıçlar Sendikası’nın kurulmasının önünü açmıştır. YARSAV’dan sonra bu örgütlerin kurulmuş olması, yargı alanındaki demokratik rekabeti hem çeşitlendirmiş, hem de yargıç ve savcılara örgütlenme alanında seçme hakkı ve özgürlüğü sağlamıştır.

Örgütlenme aşamasında yaşanan baskılar, sıkıntılar, zorluklar, acılar zaman olarak geride kalmış olsa da, derneğin günümüzde faaliyetlerini sürdürmede sıkıntılarla, zorluklarla karşı karşıya olduğu bir vakıadır. Bu bağlamda YARSAV üyesi olan yargıç ve savcılar YARSAV’dan istifa etmeye, en son yapılan HSYK seçimlerinde yaşandığı üzere Yargıda Birlik Platformuyla birlikte hareket etmeye, bu platformun örgütlenmiş şekli olan Yargıda Birlik Derneği’ne üye olmaya zorlanmaktadırlar. Mobbing niteliğindeki bu baskılar ve zorlamalar, demokratik teamüllere, yargı etiğine, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle koruma altında olan örgütleme özgürlüğüne, insanı insan yapan en temel haklardan olan seçme hakkına aykırı ve çok açık bir insan hakkı ihlalidir.

YARSAV Başkanı Murat Arslan’ın on yıldır görev yaptığı Anayasa Mahkemesi raportörlüğü görevinden alınarak Sayıştay’da görevlendirilmesi, az yukarıda sözünü ettiğimiz baskının vahametini gösteren en son ve en somut örnektir. Bu haksız ve yanlı tasarrufun, Anayasa’nın, Anayasa’da düzenlenen hak ve özgürlüklerin koruyucusu olan Anayasa Mahkemesi tarafından yapılmış olması çok daha vahimdir.

Vahim olan, üzücü olan bir diğer husus, 09 Ağustos 2015 günü kendisine karşı yapılan haksızlığa isyanını ifade etmek için basın açıklaması yapan YARSAV Başkanı Murat Arslan’ın yalnız bırakılmış olmasıdır. O gün orada destek vermek için bulunan bir kişi olarak bu durum bana üzücü gelmekle birlikte hiç de şaşırtıcı gelmemiştir. Bunu bilen ve birçok kez yaşayan bir insan olarak inancım odur ki, Murat Arslan ve Murat Arslan gibi inandığı şeylerin mücadelesini yapan ‘insanlar yalnız kalır, belki; ama sürüye uyup mevcut duruma kayıtsız kalmaktan iyidir yalnızlık.’

Mücadelesini takip ettiğim ve kendisini tanıdığım için bildiğim Murat Arslan ve onun gibi insanlar, yani birilerinin suyuna gitmeyen, inandığı şeylerin korkusuzca mücadelesini yapan insanlar, bende her zaman saygı uyandırmışlardır. Sadece bu değil, mücadeleye, muhalefete adanan ruhlar, mağdur olan, sesini duyuramayan insanlar, imtiyazı olmayan, yok sayılan, sesi kısılmaya çalışılan örgütler de beni her zaman ve her şeyden daha çok etkilemiştir.

Neden mi? Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu zor zamanlarında, totaliter bir siyasal iktidara karşı yürütülen mücadele giderek çeşitlenirken, Edward Said’in ifadesiyle Murat Arslan tarzı ‘entelektüel hayatın romansı, ilgi çekiciliği, meydan okuyuşu ancak muhalefet etmekte bulunabiliyor da ondan.’

Panamalı yazar Carlos Fuentes, hayali bir devrimden yola çıkarak yerleşik ve alışılmış olguları, durumları, fikirleri sorguladığı ‘Friedrich Balkonunda’ isimli kitabında şöyle yazıyor; ‘Bugün dün mü yaşanmıştı? Evet; çünkü zaman senin inandığın gibi çizgisel değil. Zaman dairesel. Bir bengi dönüş yaşıyoruz’ Fuentes’in kitabının fikri temeli ‘bengi dönüş’ kuramı üzerine kurulu ve öyle de ilerliyor.

‘Bengi Dönüş’, zamanın düz bir çizgi halinde değil, döngüsel bir tarzda ilerlediğini, olayların ve olguların zamanın döngüselliği içinde sürekli olarak kendisini tekrarlandığını ileri süren bir kuram.

Yani bununla demek istiyorum ki, bugün Türkiye’de yaşadıklarımız tam bir ‘Bengi Dönüş’tür. Dün yaşadıklarımızın bir çeşitlemesidir. İnanıyorum ki, Murat Arslan ve onun gibi hakikati ve geleceği temsil eden insanlar var olduğu ve çoğaldığı takdirde, bu döngü bir gün gelecek kırılacak, Richard Crossman’ın ‘The God That Failed/İflas Eden Tanrı’ isimli kitabında yazdığı gibi, kimilerinin inandığı, korktuğu ya da ikbal elde etmek için hizmet ettiği siyasal tanrılar iflas edecek, hukuk da, yargı da, demokrasi de yerine ve rayına oturacaktır.

Biz şimdilik ‘Au Revoir’, yani ‘Yine Görüşürüz’ diyelim ve bekleyelim!

(Bu köşe yazısı, sayın Av. Vedat Ahsen COŞAR tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)