Serbest piyasanın gelişmesiyle beraber teşebbüslerin birtakım zararlı davranışları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu davranışlar işçi, çevre, tüketici gibi farklı alanlara yönelik olabilmiştir. Teşebbüslerin piyasaya yönelik de zararları da söz konusu olmuştur. Bununla beraber piyasaya yönelik zararları davranışların da önlenmesi gerektiği görüşü ortaya çıkmıştır.

Rekabet literatüründe genel olarak teşebbüslerin piyasaya zarar vermesinin önlenmesi düşüncesinin ilk hukuki düzenlemesi Sherman Act olarak ele alınmaktadır. Bu kanuni düzenleme öncesinde teşebbüsler piyasayı olabildiğince bozucu davranışlar sergilemekteydi ve bu pervasızlığa Senatör Sherman tarafından oldukça sert bir tedbir önerilmişti. Sherman’ın teklifi oldukça tartışmalı geçen oturumlardan sonra değişikliğe uğrayarak 1891 yılında şu haliyle kabul edilmiştir: Birinci Bölüm: “Eyaletler arasındaki ya da yabancı devletlerle girişilen ticaretin sınırlanması için yapılan, tröst ya da başka bir biçimdeki bütün sözleşme, yoğunlaşma veya gizli anlaşmalar yasaktır. Yasak olduğu belirtilen sözleşmeleri yapanlar, yoğunlaşmalara ya da gizli anlaşmalara taraf olanlar suçludur ve hüküm giymeleri halinde, beş bin doları geçmemek üzere para cezasıyla veya bir yılı geçmemek üzere hapis cezasıyla cezalandırılacaktır. İkinci Bölüm: Eyaletler arasındaki ya da yabancı devletlerle girişilen ticareti tekelleştiren ya da tekelleştirmeye teşebbüs eden kişi ya da kişiler suçludur ve hüküm giymeleri halinde, beş bin doları geçmemek üzere para cezasıyla veya bir yılı geçmemek üzere hapis cezasıyla cezalandırılacaktır.”[1]

Sherman Act olarak adlandırılan bu yasa ile teşebbüslerin ticari sınırlama amacıyla davranışlar sergilemesi yasaklanmış. Yasağa uymayanların para ve hapis cezası ile cezalandırılması öngörülmüştür. Bu yasanın akabinde Avrupa’da da piyasayı bozucu davranışlara ilişkin yaptırımı öngören yasal düzenlemeler yapılmıştır. Nitekim, Almanya’da ilk olarak 1923 yılında Ekonomik Gücün Kötüye Kullanılmasına Karşın Kanun çıkarılmış daha sonra 1958 yılında Rekabet Sınırlamalarına Karşı Kanun yapılmıştır. İngiltere’de önce Tekeller ve Sınırlayıcı Uygulamalar Hakkında Kanun daha sonra ise Dürüst Ticaret Kanunu kabul edilmiştir.[2] Avrupa Birliği bünyesinde ise ilk olarak 1597 tarihinde Avrupa Ekonomik Topluluğu Antlaşması’ndan Rekabet Politikası başlığında rekabete ilişkin hükümler konmuştur. Daha sonra imzalanan Amsterdam Antlaşması’nda da rekabet hükümleri yerini almıştır. Türkiye’de ise bu kapsamda ilk hukuki düzenleme 1994 yılında kabul edilen 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun olmuştur. Tüm bu yasal düzenlemelerle piyasayı bozucu davranışların engellenmesi ve cezalandırılması amaçlanmıştır. Böylece bu yasal düzenlemeler devletin serbest piyasayı kurma ve koruma aracı olmuştur.[3]

Yasal düzenlemelerin rekabet otoriteleri tarafından uygulanması ve ardından otorite kararlarının mahkemelere taşınması ve doktrinin de görüşleriyle rekabet hukuku doğmuştur. Halen de gelişmeye devam etmektedir. Şimdi, kısaca doğumu ve gelişimi bu şekilde olan rekabet hukukunu Türk hukuku çerçevesinde açıklamaya çalışacağız.

Rekabet, en basit şekliyle teşebbüsler arası yarışı ifade etmektedir. Bununla beraber biraz daha kapsamlı ifadesiyle rekabet; mal ve hizmet piyasalarındaki teşebbüsler arasında özgürce ekonomik kararlar verilebilmesini sağlayan yarıştır.[4] Rekabet hukuku ise rekabetin korunması amacıyla ortaya konan usul ve esasları inceleyen hukuk dalıdır. Rekabet hukukunun usul ve esasları ise 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’da (“4054 sayılı Kanun”, “Kanun”) düzenlenmiştir.

4054 sayılı Kanun’da piyasanın rekabet ortamını düzenleyen üç temel husus yer almaktadır. İlk husus rekabet karşıtı anlaşma, uyumlu eylem ve kararların yasaklanmasıdır. 4054 sayılı Kanun’un 4. maddesinde yer aldığı üzere “belirli bir mal veya hizmet piyasasında doğrudan veya dolaylı olarak rekabeti engelleme, bozma ya da kısıtlama amacını taşıyan veya bu etkiyi doğuran yahut doğurabilecek nitelikte olan teşebbüsler arası anlaşmalar, uyumlu eylemler ve teşebbüs birliklerinin bu tür karar ve eylemleri hukuka aykırı ve yasaktır.” Bu madde ile en başta rekabet hukukunun en açık ihlali olan kartelleşme yasaklanmaktadır. Daha sonra Kanun’un 6. maddesiyle çok büyük bir ekonomik güce sahip olan teşebbüslerin davranışları bir noktada sınırlanması olan hâkim durumun kötüye kullanılması düzenlenmiştir. Esasen bu sınırlama dev yapıdaki teşebbüse ket vurmayı değil küçük yapıdaki teşebbüsleri korumayı amaçlamaktadır. Kanun 6. maddesinde de ifade edildiği üzere “bir veya birden fazla teşebbüsün ülkenin bütününde ya da bir bölümünde bir mal veya hizmet piyasasındaki hakim durumunu tek başına yahut başkaları ile yapacağı anlaşmalar ya da birlikte davranışlar ile kötüye kullanması hukuka aykırı ve yasaktır.” Kötüye kullanma ifadesi maddenin ikinci fıkrasında sayılan örneklerle somutlaştırılmıştır. Bununla beraber sayılan haller sınırlı sayıda olmayıp örnek teşkil etmektedir. Üç önemli husustan sonuncusu ise birleşme ve devralma işlemleridir. Kanun’un 7. maddesinde düzenlendiği üzere “bir ya da birden fazla teşebbüsün hakim durum yaratmaya veya hakim durumlarını daha da güçlendirmeye yönelik olarak, ülkenin bütünü yahut bir kısmında herhangi bir mal veya hizmet piyasasındaki rekabetin önemli ölçüde azaltılması sonucunu doğuracak şekilde birleşmeleri veya herhangi bir teşebbüsün ya da kişinin diğer bir teşebbüsün mal varlığını yahut ortaklık paylarının tümünü veya bir kısmını ya da kendisine yönetimde hak sahibi olma yetkisi veren araçları, miras yoluyla iktisap durumu hariç olmak üzere, devralması hukuka aykırı ve yasaktır. Bu düzenleme teşebbüslerin birleşme devralma yoluyla piyasanın olağan akışına aykırı olarak büyümeleri engellenmektedir. Buna karşın bir teşebbüsün piyasa kurallarına uygun olarak iktisadi başarısıyla hâkim duruma gelmesinde ise bir engel bulunmamaktadır.

Yukarıda ifade edildiği üzere Rekabet hukuku kapsamında en temel üç hal bulunmaktadır ve bu haller için açıklanan rekabet karşıtı davranışları yasaklanmıştır. Diğer bir ifade ile bir teşebbüs, başka bir teşebbüsle ekonomik yarışı sınırlandıran iş birliği yapmayacak, ekonomik bakımdan rakiplerinden oldukça üstün konumda ise rakiplerini ezmeye yönelik davranışlarda bulunmayacak veya başka bir teşebbüsle birleşerek rakiplerinden ekonomik olarak oldukça üstün bir konuma gelmeyecektir.

4054 sayılı Kanun bu üç esas yasaklama ile piyasada rekabeti bozucu davranışları engellemeye çalışmaktadır. Bu yasakların yanında bir de serbestliğe ilişkin iki kurum bulunmaktadır. Bu iki kurumdan en önemlisi Kanun’un 5. maddesinde yer alan muafiyettir. Muafiyet, beşinci maddede belirtilen şartların tamamını sağlayan teşebbüslerin karar ve davranışlarına izin verilebilmesidir. Muafiyet ancak belli şartlar ve sınırlar dahilinde verilebilmektedir. Diğer kurum ise Kanun’un 10. maddesinde düzenlenen menfi tespittir. Menfi tespit, Kanuna uygunluğu konusunda tereddüt bulunan anlaşma, karar, eylem veya birleşme devralma işlemlerine ilişkin teşebbüsün başvurusu üzerine, başvuruya konu işlemde herhangi bir aykırılık olmadığına ilişkin karar verilmesidir. Bununla beraber hem muafiyet hem menfi tespit kararlarının geri alınması mümkündür. Kanun’un 13. maddesinde bu haller sayılmış ve sayılan hallerden birinin gerçekleşmesi halinde muafiyet veya menfi tespit kararının geri alınabileceği ifade edilmiştir.

Rekabet hukukunun esaslarının belirlenmesi kadar bu esasların uygulanmasının denetlenmesi de büyük bir önem taşımaktadır. 4054 sayılı Kanun’da bu esasların uygulanmasını gözetme ve denetim yapma görevi Rekabet Kurumu’na vermiştir. Rekabet Kurumu Kanun’un 20 vd. maddeleri ile düzenlenmiştir. Kurum’un en önemli organı Rekabet Kurulu olmaktadır. Kurul’un temel olarak görevi Kanun’da yasaklanan davranışlar hakkında başvuru üzerine veya re’sen inceleme, araştırma ve soruşturma yapmak ve ihlal tespit etmesi halinde, ihlale son verip idari para cezası uygulamaktadır. Bu denetim göreviyle beraber Rekabet Kurulu kararları Rekabet hukuku açısında da oldukça önemli kaynak teşkil etmekte ve Kurul içtihatlarıyla rekabet hukukunun gelişimine büyük katkı sunmaktadır. Bununla beraber Kurul’un bazı kararları da oldukça eleştirilmekte ve yerindeliği tartışılmaktadır. Genel nitelikte eleştirilerin ötesinde Kurul kararları idari bir işlem olması sebebiyle idare mahkemelerinin denetimine tabidir. Bu kapsamda Kurul kararının ardından ilgili taraflar idare mahkemesinde iptal davası ikame edebilmektedir. İptal davanın açılmasıyla beraber idari dava süreci başlamaktadır. Mahkeme süreci sonunda Kurul kararı yasaya uygun görülebilecek olmakla beraber kararın yasaya aykırı görülerek iptal edilmesi de mümkündür. Bu halde Kurul başvuruyu yeninden incelemeye alarak yeni bir karar vermektedir.

Nihayetinde, rekabet hukuku serbest piyasa yapısının bozulmasının engellenmesi amacıyla öngörülen yasal düzenlemeler ile ortaya çıkmıştır. İlk yasal düzenleme olarak kabul edilen Sharman Act ve sonrasında çeşitli ülkelerde yasal düzenlemeler yapılmıştır. Ülkemizde de rekabet kanunu ilk olarak 1994 yılında kabul edilmiştir. 4054 sayılı Kanun ile de temel olarak rekabeti engellemeyi öngören üç temel husus yasaklanmış bununla beraber belli şartlar dahilinde bazı teşebbüs davranışlarına serbestlik tanınmıştır. Kanun’da öngörülen esasların denetiminin sağlanması için de Rekabet Kurumu kurulmuş ve temel olarak denetim görevi verilmiştir. Bu kapsamda inceleme ve soruşturma faaliyetlerini yürütmektedir. Rekabet Kurulu kararları idari işlem niteliğinde olduğundan idari mahkemelerin denetimindedir. Son olarak en genel hattıyla rekabet hukuku bu kapsamda olup her geçen gün daha da gelişerek devam etmektedir.

Av. Oğuzhan Taçkın

-----------------------------

[1] Ali Ilıcak, Sherman Antitröst Yasasının Ortaya Çıkışı: Yanılsamalar ve Gerçekler, Ankara, 2003

[2] Yılmaz Aslan, Rekabet Hukuku, Ekin Yayınevi, Bursa, 2017 sf.18

[3] Yılmaz Aslan, Rekabet Hukuku, Ekin Yayınevi, Bursa, 2017 sf.4

[4] Rekabet Terimleri Sözlüğü, Rekabet Kurumu, Ankara, 2010 sf.80