İSTANBUL (AA) - YÜCEL OĞURLU - Avrupa kıtasında devlet sistemi ve idari yapılanması yönüyle en karmaşık sistemin Bosna-Hersek’te olduğu tartışma götürmeyecek bir gerçek. Dünya üzerinde böylesine karmaşık ve tuhaf bir yönetim yapılanmasının olduğu tek örnek olarak Bosna-Hersek, Yugoslavya’nın parçalanması serencamının bedelini en ağır şekilde ödeyen devlet oldu.

1996 yılında hayata geçirilen Dayton Barış Antlaşması, savaşı sona erdirmesi bakımından son derece önemli olsa da Yugoslavya’nın parçalanması sürecinin en ağır faturasını Bosna Hersek’in üzerinde bırakması bakımından adil olmayan sonuçlara kapı araladı. Savaşı durdurmak ve bölgede Sırp fanatizminin önünü almak üzere Dayton Antlaşmasına dayanan yeni anayasanın iki farklı entite ve on kantona ülkeyi bölen; üç etnisiteli yapılanmayı kuran sistemle, etnik ve kültürel bölünmüşlüğü ülkenin yönetim yapısı üzerine bırakmış oldu. Bütün tarafların eşit olduğu bir yapı, ilk bakışta adilmiş gibi görünse de ayrıca bir devletleri olmayan Boşnaklar, diğerleriyle aynı şartlarda yaşamaya ve asla gerçek bir devletin yaşayamayacağı şartlar altında birlikte yaşamaya mecbur kalıyorlardı.

Zaten bağımsız bir devletleri olan Sırpların, Bosna-Hersek Devleti içinde de Sırbistan’dan farklı ancak ona komşu olan ikinci bir devlet olarak Sırp Cumhuriyeti (RS) ile ödüllendirmeleri antlaşmanın en çaresiz ve zavallı tarafını açıkça ortaya koyuyordu. Sırp fanatizmi, katliam ve tecavüzlerle Boşnakları yaşadıkları topraklardan çıkartarak “Boşnaksız” bir Doğu Bosna hedefine, yani bütün bu olup bitenlere rağmen ikinci bir toprağa, “Sırp Cumhuriyeti” amacına ulaşmışlardı.

Diğer yandan, Sırplar gibi Hırvatlar için de avantajlı bir durum ortaya çıkıyordu. Hırvatistan’ın dışında ve Bosna-Hersek’in içinde Boşnaklarla aynı entite içerisinde bir yapıda Hırvatlar, ortak olarak yönetime katılmış oluyorlardı.

- Boşnaklar hak ettikleri temsil gücünden mahrum

Bosna Hersek’in Boşnak nüfusunun savaş sırasındaki ağır kayıpları ile yarısından çoğunun göçüyle sonuçlanan süreçte Boşnakların kendi ülkelerinde yönetimde hak ettikleri ölçüde temsil edilmelerine izin verilmedi.

Sırp fanatizminin bölgedeki tezi Boşnakların, Sırpların bir parçası olarak “Büyük Sırbistan”ın altında bir azınlık olarak yaşamaları üzerine kuruluydu. Bu tez, ırkçı Sırp partisi tarafından politika ve iddiaların temelini oluşturuyor. Bugün Sırbistan’da genel anlamda hâkim olan barışçıl ve normal yaşama rağmen, Bosna Hersek’in içinde kalan “Doğu Bosna”da Sırp fanatizmi bütün şımarıklığıyla ve pervasızlığıyla iddialarını sürdürüyor.

Şimdi bu kısa özetten sonra Bosna Hersek’te yapılan son seçimin sonuçlarına yeniden dönebiliriz:

Türkiye’de basında konu ile ilgili seçim sonrasında çıkan haberlerin bir kısmı, “Devlet Konseyi Başkanlığını kazanan Sırp lider” veya “Hırvat lider”den bahsediyor. Böylece yanlışlıkla seçimi Boşnakların kaybettiği gibi bir algı oluşuyor. Bölgeyi ve ülkenin yönetim sistemini yeterince tanımadan yazılan bu tür haberler tam anlamıyla kafa karışıklığına yol açıyor.

Öncelikle şu konuyu açıklığa kavuşturmak gerekir: Son seçimlerde Devlet Başkanlığı Konseyi seçimlerini bir Boşnak, bir Sırp ve bir de Hırvat başkan adayı kazandı. İlk bakışta hepimize mantıksız ve tuhaf gelen bu yapı, Dayton Barış Antlaşmasının kurduğu anayasal sistemin bir sonucu. Onlar, Devlet Başkanlığı Konsey Başkanlığı seçimleri için her üç etnisitenin gösterdiği adaylar arasından yapılan bir seçimle işbaşına geliyorlar. Bir başka ifadeyle, her üç etnik grup, Devlet Başkanlığında, Başbakanlıkta ve Parlamentoda temsil ediliyorlar. Bu karmaşık yapı, ülkede üç başkan ve on üç başbakan ile yüzlerce bakanın görev almasına sebep oluyor.

Yapılan son seçimle Devlet Başkanlığı Konseyi için altı Boşnak, beş Hırvat, beş Sırp aday kendi etnisitelerini temsilen seçimlerde yarışmış oldu. Ülke nüfusuna yaklaşan bir seçmen sayısıyla, 3 milyon 352 bin 933 seçmen, 518 koltuk için oy kullanmış oldu. Bu seçimler Dayton Barış Antlaşmasından bu yana ülkedeki 8'inci seçim olmuş oldu. 58 parti, 36 ittifak ve 34 bağımsız aday seçimlere katıldı.

Bu seçimle, seçimlerde Bosna Hersek devletini oluşturan iki ayrı entitedeki parlamentoların seçimi de yapılmış oldu. Ülkenin yapısını tekrar hatırlayacak olursak, Bosna Hersek Federasyonu (FBIH) ve Sırp Cumhuriyeti (RS) şeklinde resmen ve fiilen ikiye bölünmüş durumda.

Ülkenin Dayton Antlaşmasının öngördüğü yapı ve seçimler, bütünleşmeye ve ülkenin sağlıklı bir zemin üzerinde geleceğini tasarlamasına, karar mekanizmalarının aktif şekilde işleyebilmesine ve uyuşmazlıkların etkin şekilde çözülmesine fırsat vermiyor.

Bosna-Hersek’te başkanlık denildiğinde, ABD, Türkiye ve Rusya’daki gibi bir güçlü bir başkanlık anlaşılmamalı. Dayton'un öngördüğü mevcut anayasaya göre, Cumhurbaşkanlık Konseyi üyeleri kendi aralarında bir başkan seçerler. Ayrıca aynı düzenlemede, üç etnik grubu temsil eden üyelerin başkanlığı dönüşümlü olarak yürütmesi öneriliyor.

Her şeyin ötesinde, ülkede egemenlik yetkileri kullanımı bakımından önemli bir parantez sayılabilecek olan “Yüksek Temsilcilik”in var olduğu ve Yüksek Temsilciliğin ülkenin şu ana kadar parçalanmasına engel olduğu ve sivil amaçlara ulaşmada kritik bir görevinin olduğunu da söylemek gerekir. Bununla birlikte, Temsilciliğin devlet başkanını görevden alabilme yetkisine kadar güçlü kontrol yetkileri dolayısıyla bir devletin varlığı için gerekli sosyo-psikolojik ortamın bozulduğunu söylemek gerekir.

Yapılan son seçimlerde, Devlet Başkanlığı Konseyi Boşnak üyeliği için Demokratik Eylem Partisi’nin (SDA) gösterdiği aday Sefik Dzaferofic, Konseyin yeni Boşnak üyesi olarak seçilmiş oldu. SDA Genel Başkanı ve Devlet Başkanlığı Konseyi Başkanı olan ve Bosna Hersek’in kurucusu olan Alija İzetbegovic’in oğlu Bakir İzetbegovic ise sonucu, partisinin Bosna Hersek’in en güçlü partisi olduğunu ifadeyle “zafer” olarak nitelendirdi..

Konsey Başkanlığına Hırvat üye olarak seçilen Zeljko Komsic, Demokrat Cephenin (DF) adayı olarak yalnızca Hırvatlardan değil Boşnaklardan da oy alarak seçilmiş oldu. Komsic, Bosna Hersek’te Boşnaklar tarafından da saygı gören ve savaş sırasında Boşnaklarla birlikte Sırplara karşı savaşan bir Hırvat komutan.

İyimser bir yorumla bakılırsa, Boşnakların temsilcisi Dzaferovic ile her zaman ılımlı ve makul mesajlar vermeyi tercih eden Komsic’in, herkesin menfaatine olan ülkenin kritik ve ortak çıkarları konularında birlikte hareket etmeleri önem taşıyor. Buna, oranları az da olsa ılımlı Sırpların destek vermesi halinde, bölge barışı açısından önemli sonuçlar doğurabilir. Dodik’in ayrımcı ve kışkırtıcı mesajlarına karşı ise Yüksek Temsilciliğin devrede olması, 2013 Eylül’ünde denediği gibi Bosna Hersek’i ikiye bölmek için riskli adımlar olan referandum girişimlerine izin verilmemesi gerekiyor.

- Devlet yapısı yeniden tasarlanmalı

Son seçimleri kritik bir noktaya getiren tercih ise Konseyin Sırp üye kontenjanını Bağımsız Sosyal Demokratlar Birliği'nin (SNSD) adayı Milorad Dodik’in seçimi kazanmış olması oldu. Çünkü Dodik, Sırp Cumhuriyeti’ndeki Başbakanlık görevi sırasında “Sırp Cumhuriyeti” olarak adlandırılan Doğu Bosna’nın Bosna-Hersek devletinden ayrılması için her türlü tansiyon yükseltici söylemi kullanmaya devam eden ve ırkçı oylarla bu yeni konumuna yükselen bir politikacı.

Dodik seçimin hemen ardından, Bosna Hersek’te ülkenin tamamını temsil eden bir devlet organının olmadığını ve Konsey Başkanlığının diğer iki üyesinin kendisini ilgilendirmediğini ifade etti. Bu söylemi ile Dodik, hala Bosna Hersek devletinin bölünerek Sırplar lehine küçültülmesi hedefinden başka bir amaca yönelmediğini açığa vuruyor.

Bosna-Hersek’te bir yandan NATO ve Avrupa Birliği üyelik için çalışmalar sürdürülürken Hırvat ve Boşnaklar arasında bu konudaki yaklaşım benzerliği dikkat çekiyor. Sırp tarafının ve özellikle fanatik Sırpların Rusya’yı garantör olarak gördükleri ve bölgede 150 yıllık Rusya yanlısı politikaların izleyicisi oldukları dikkat çekiyor.

İşin doğrusu, Balkan ülkelerinden Avrupa Birliğine hızlı bir göçün yaşandığı ve bundan Bosna-Hersek’in de istisna olmadığı gün gibi ortada. Fakat bütün bunların yanında, Bosna Hersek’te bütüncül ve gerçek bir devlet yapısının yeni baştan tasarlanması ve ülkenin işsizlikten yolsuzluğa, hukuktan belediyeciliğe ve etnik fanatizme kadar kronikleşen bütün problemleri için Avrupa Birliğine üyelik sürecinin önemli bir pusula ve yol haritası olacağını vurgulamak gerekir.

[İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde görev yapan Prof. Dr. Yücel Oğurlu, daha önce
International University of Sarajevo’nun rektörlüğü görevinde bulunmuştur]