İSTANBUL (AA) - İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi (İZÜ) İslam ve Küresel İlişkiler Merkezi (CIGA) Direktörü Prof. Dr. Sami Al Arian, Tüm dünyayı İsrail'i boykot etmeye çağırarak, ''Bu boykot ekonomik olabilir, kültürel olabilir. Sesimizi yükseltmek ve dünyaya duyurmak zorundayız. Eğer dünya Filistin konusunda ortak bir tavır alırsa İsrail bu kadar pervasızca cinayetlerine devam edemez.'' dedi.

İbn Haldun Üniversitesi tarafından İslam Konferansı Diyalog ve İşbirliği Gençlik Forumu ortaklığıyla düzenlenen, "Geleceğin Müslüman Düşünürleri Forumu" devam ediyor.

İbn Haldun Üniversitesi ile İslam Konferansı Diyalog ve İşbirliği Gençlik Forumu kapsamında düzenlenen, "Geleceğin Müslüman Düşünürleri Forumu", "Entelektüel Yeterlilik ve Bağımsızlık" temasıyla yapılıyor. İbn Haldun Üniversitesi'nde cuma günü başlayan forumun son gününde düzenlenen ''Filistin, geleceğe hazırlanmak için yeni meydan okumalar'' başlıklı oturum gerçekleştirildi.

Prof. Dr. Sami Al Arian, Filistin ile İsrail arasında başlayan problemleri, Yahudi sorunu ve Filistin sorununun geleceğine dair yaptığı konuşmada, Avrupa'dan İsrail topraklarına yerleşen Yahudilerin, bölgede yaşayan Müslümanları ve Hristiyanları o toprakların bir parçası olarak kabul etmemesinden kaynaklandığını söyledi.

Filistin probleminin Yahudilerin Filistin topraklarında ikametlerinden ziyade Siyonizm ideolojisiyle birlikte gelen işgal olayından kaynaklandığını belirten Prof. Dr. Sami Al Arian, şöyle konuştu:

''Bizim Yahudi problemimiz var. Özellikle Avrupalı Yahudiler Filistin'e yerleştikten sonra Filistin sorunu başladı. Yahudi sorunu sadece Filistin sorunu değil, tüm dünyayı ilgilendiren bir sorun. Yahudilerin Filistin'e yerleşmesi ile beraber Filistin halkına yönelik bir soykırım da başladı. Sultan 2. Abdülhamid Han, Osmanlı tahtına çıkınca Filistin’in bütün topraklarını sarayın mülkü haline getirdi. Böylece Filistin’in kapıları Yahudilere kapandı.

Birinci Dünya Savaşına kadar Filistin toprakları, Osmanlı Devleti'nin kontrolü altında kaldı. İngiltere, Birinci Dünya Savaşının sonunda, 1918'de bölgeyi işgal etti ve yeniden dizayn etti. Filistin topraklarına da Siyonistleri yerleştirdi. O tarihten beri Yahudiler ve İsrail devleti yerleşimlerine devam ederken, Filistin halkını bu topraklardan çıkarmak için her tür baskıya ve zulüm yollarına başvuruyorlar. Gazze, Kudüs, Filistin'in her yerinde Yahudi yerleşimleri illegal bir şekilde devam ediyor. İsrail hükümeti, Filistin halkına en üst düzeyde şiddet uygulamaya devam etmektedir.''

Prof. Dr. Sami Al Arian, İsrail'in, Filistin topraklarında emperyalist bir devlet gibi işgallerine devam ettiğini, buna rağmen Filistin halkının kendi toprakları, kendi özgürlükleri için mücadele etmeye devam ettiğini bu haklı davasını dünya kamuoyuna duyurmak için her yola başvuracağını kaydetti.

Prof. Dr. Arian, ABD desteğini alan İsrail'in, Filistin'e ve Filistin halkına yönelik uygulamalarının, Filistin halkının sabrını taşırdığına da vurgu yaparak, şöyle devam etti:

''İsrail, ABD'den aldığı destekle her tür sindirme politikası yürütüyor. İsrail'in bu yasa dışı politikalarına birçok Arap ülkesi sessiz kalmaya devam ediyor. Bu korkunç bir durum. Filistin konusunda Müslüman ülkeler içinde Türkiye, bu konuya özel bir hassasiyet gösteriyor. Filistin davasını her zaman gündemde tutmaya devam ediyor. Dünyadaki tüm insanları İsrail'e karşı boykot etmeye çağırıyoruz. bu boykot ekonomik olur, kültürel olabilir. Sesimizi yükseltmek ve dünyaya duyurmak zorundayız. Eğer dünya Filistin konusunda ortak bir tavır alırsa İsrail bu kadar pervasızca cinayetlerine devam edemez.''

-''İki devletli paradigma çöktü''

İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve Uluslararası Kudüs ve Filistin Araştırmaları Birimi Başkanı Prof. Dr. Berdal Aral, hem Birleşmiş Milletler'in (BM) hem de uluslararası düzeydeki başka cezalandırıcı mekanizmaların, Filistinlilerce ve onu destekleyen aktörlerce bugüne dek olduğundan daha etkili bir şekilde kullanılmasının büyük önem taşıdığını söyledi.

Filistinlilerin, uluslararası insani hukuku referans noktası olarak kabul etmekten vazgeçmeleri gerektiğine vurgu yapan Prof. Dr. Aral, ''Bu, Filistinlilerin hak ve özgürlük mücadelesi açısından zorunlu hale gelmiş durumda. Toprakları işgal altında olan Filistin halkı, sadece insani hukuk eksenli bir uluslararası hukuk mücadelesi yapmaktan vazgeçmelidir. İsrail’i 'muharip işgalci' olarak Batı Şeria’da ve Gazze’de uluslararası hukuka uymaya davet etmek, Filistin halkının sahip olduğu hakları çok dar bir alana hapsetmek demektir." diye konuştu.

Prof. Dr. Aral, İsrail-Filistin müzakerelerini esas alan iki devletli çözüm paradigmasının tamamen çöktüğünü belirterek, Oslo barış sürecinin Filistin için bir hayal kırıklığı, İsrail içinse derinleşen işgalin gizlenmesi için bir maske işlevi gördüğünü aktardı.

Filistinliler için Oslo sürecinden çıkarılacak dersler olduğuna dikkati çeken, Aral sözlerini şöyle tamamladı:

''Oslo'dan çıkarılacak en az iki ders vardır: Birincisi, İsrail’le barışı hedefleyen müzakereye girişmenin hiçbir anlamı yoktur. İkincisi, önümüzdeki süreçte, Filistin’in uluslararası hukuk çerçevesinde sahip olduğu kapsamlı haklara vurgu yapmak ve bunu uluslararası kurumların yapacağı baskılarla hayata geçirmek zaruret arz etmektedir.

İki devletli çözüm formatını referans noktası olarak kabul etmek, eninde sonunda, en iyi ihtimalle, aynen Soğuk Savaş döneminde Güney Afrika’da bu devletçe sözüm ona siyahlar için kurulan bantustanlar örneğinde olduğu gibi, yalnızca kantonlardan (bantustanlar) oluşan ve sürdürülebilir olmaktan uzak bir devlet müsveddesine razı olmak demektir. Bundan sonraki süreçte, Filistinliler, self-determinasyon doktrini çerçevesinde Filistin topraklarında kendi devletlerini kurmak için BM içinde önce Güvenlik Konseyi’ni, bu mümkün olmazsa Genel Kurul’u harekete geçmeye zorlamalıdır.

Filistin’in uzun erimli bağımsızlık mücadelesi yolunda, uluslararası toplumun ihdas etmiş olduğu siyasi ve hukuki mekanizmaların etkin kullanımı yoluyla, uluslararası barış gücü askerlerinin Filistin coğrafyasına sevki, İsrail’e yönelik olarak kapsamlı ambargo uygulanması, Siyonist güçlerin ve yerleşimcilerin tüm işgal edilmiş topraklardan çıkarılması, tüm Filistinli mültecilerin ana yurtlarına dönüş hakkının sağlanması, Filistin’in güvenli sınırlara sahip olması ve sürdürülebilir bir Filistin devletinin kurulması, işte belki de bu "Barış İçin Birleşme" mekanizmasının da sağlayacağı katkıyla mümkün ve muhtemel olacaktır.''