Kamuoyunda “Gezi Parkı Davası” olarak da bilinen; 27.05.2013 tarihi ve sonrasında, Taksim’in yayalaştırılması projesi kapsamında, Gezi Parkı’nda ağaç kesileceği, bu Parkın kaldırılarak yerine alışveriş merkezi inşa edileceği iddiaları üzerine başlayan olaylar nedeniyle görülen kamu davasında, İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen 18.02.2020 tarihli, 2019/74 E. ve 2020/34 K. sayılı gerekçeli kararı incelendiğinde;

Kararda sürekli bir koyulaştırma ve bazı yerleri büyük yazma yöntemi uygulandığı görülmektedir. Gerekçeli kararın yazılması sırasında bu tür yöntemler kullanılmamalıdır. Çünkü gerekçeli karar, bir iddianame veya savunma dilekçesi değildir. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı gereğince bir mahkeme; iddiayı veya savunmayı öne çıkarmamalı veya kendisini haklı gösterme endişesi taşımamalı, davada ortaya koyulan tüm iddia savunma ve delillere eşit yaklaşıp, gerekçeli kararını Ceza Muhakemesi Kanunu m.230 ve 232’ye göre yazmalıdır. Kısa karar öncesinde heyet müzakeresi; CMK m.227 ila 229’a uygun şekilde yapılmalı, sonrasında “kısa karar” olarak da bilinen hüküm fıkrası açıklanmalıdır. “Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar” başlıklı CMK m.232/3’e göre; “Hükmün gerekçesi ve varsa karşı oy gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse, açıklanmasından itibaren en geç 15 gün içinde dava dosyasına konulur”. Kısa kararın 18.02.2020 tarihinde verildiği ve gerekçeli kararın da 24.02.2020’de yazılıp açıklandığı dikkate alındığında, CMK m.232/3’e uyulduğu görülmektedir.

Gerekçeli karara alınan iddianameye göre; suçlamalara ilişkin “delil” olarak sanıkların telefon görüşmelerini gösteren tapelere yer verildiği, örneğin O. K.’nın sanıklardan H. ile yaptığı görüşmede, “Direniş kendi akışında gidiyor ve bir sürü yerde bir sürü acayip şeyler oluyor belki takip ediyorsunuzdur… biraz... yani muhtemelen yakın zamanda bunun ivmesinin düşmesi gibi bir risk olabilir toparlanamaması gibi bir risk olabilir. Biraz bu hareketi toparlamak, hem genişletmek hem de derinleştirmek için ne yapabiliriz diye daha geniş bir kitleyle buluşalım” sözlerinin H. tarafından söylendiği, iddianamenin devamında, “Gezi kalkışmasının enerjisinin azalmasından dolayı amaçsal birliktelik içerisinde olan şüphelilerin tedirgin olduğu, bu nedenle bizzat M. O. K.’nın talimatları ile Gezi kalkışmasının derinleştirilmesi ve Anadolu’ya yayılması ve profesyonel eylemci yetiştirilmesi amacıyla toplantılar ve organizasyonlar yapıldığı anlaşılmıştır.” ibarelerinin bulunduğu, yine iddianamenin devamında O. K. ve diğer bir sanık arasında geçen konuşmalardan hareketle, Gezi parkı eylemlerinde yabancı devlet ve derneklerin yetkileriyle irtibatlı olduğu, Türkiye’de yaşanan Gezi Parkı kalkışmasının ifade özgürlüğü kapsamında yapılan eylemler olduğu izlenimi uyandırarak, Türkiye aleyhine uluslararası baskı kurdurmaya çalıştığı kabulüne varıldığı, yine O. K.’nın ABD vatandaşı bir kişi ile yaptığı telefon görüşmesinden, Uluslararası bağlantılarını kullanarak, Amerika Birleşik Devletleri yetkilerinin basın açıklamasında Türkiye’de yaşanan olaylarla ilgili soru sordurmaya çalıştığı sonucuna varıldığı, O. K.’nın yine bir kişiyle konuşmasında, Kürt Festival filmlerine maddi yardım konusunda konuşmalarından, M. O. K. isimli şahsın PKK/KCK terör örgütü müzahir kurumları tarafından hazırlanan filmlere mali destekte bulunduğu tespit edilmiştir.” ifadelerine yer verilmiştir.

İddianameyi, toplanıp ortaya koyulan ve tartışılan deliller ile katılanların iddialarını, esas hakkında mütalaayı ve esas hakkında savunmalarını değerlendiren İlk Derece Mahkemesi gerekçeli kararında[1];

1- “Somut dosya içeriği değerlendirildiğinde; Dosyamızın soruşturma aşamasında 5271 sayılı CMK'nın 135. maddesi kapsamında 53 adet dinleme kararının bulunduğu, verilen ilk dinleme kararının 18.06.2013 tarihinde 5237 sayılı TCK'nin 220.maddesinde düzenlenen ‘Suç örgütü kurma ve yönetme’ suçuna ilişkin olarak verildiği, TCK'nin 312. maddesi kapsamında ‘Hükümete karşı suç’ suçundan verilmediği, daha sonra dinlemenin uzatılması talep ve kararlarında ayrıca TCK'nın 312. maddesinin de eklendiği, ancak bu tarihlerde 5271 sayılı CMK'nın 135/8 maddesinde sayılan ve yasal dinlemeye konu suçlardan olmadığı, ‘Hükümete karsı suç’ suçunun 02.12.2014 tarihinde eklendiği, bu tarihten sonra verilmiş bir dinleme kararının da bulunmadığı, bu haliyle dinleme kayıtlarının kanuna ve hukuka aykırı delil niteliğinde bulundukları, CMK 206/2-a, 217/2, 230/1-b maddeleri doğrultusunda yapılan değerlendirme ve bu konudaki yerleşik (Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun; 29/11/2018 tarihli 2016/18-1097 Esas ve 2018/591 Karar, 13/6/2006 tarihli 2006/4.MD-122 Esas ve 2016/162 Karar, 3/7/2007 tarihli 2007/5.MD-23 Esas ve 2007/167 karar, 22/01/2008 tarih 2007/5.MD-101 Esas ve 2008/3 nolu kararları ile Yargıtay 2. Ceza Dairesi'nin 2019/12042 Esas ve 2020/412 Karar, Yargıtay 15. Ceza Dairesi'nin 2017/38286 Esas ve 2020/538 Karar, Yargıtay 13.Ceza Dairesi'nin 2019/8433 Esas ve 2019/19226 Karar, Yargıtay 4. Ceza Dairesi'nin 2015/14642 Esas ve 2019/15560 Karar sayılı ilamları) Yargıtay içtihatları ve ‘zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir’ ilkesi de gözönüne alındığında, İDDİANAMEYE KONU TAPELERIN YASAK DELİL MAHİYETİNDE BULUNDUKLARI kabul edilmiştir. Yine dosyamız kapsamında, aynı hukuka aykırı yöntemle soruşturma aşamasında verilen 5271 sayılı CMK'nın 140. maddesi uyarınca Teknik Araçla İzleme kararlarının da aynı gerekçelerle hukuka aykırı olduğu kabul edilmiştir”.

Görüleceği üzere Mahkeme, telefon dinlemelerinin ve teknik araçla izlemelerin hukuka aykırı yapıldığını kabul etmiştir. Gerekçe olarak da; 17-25.12.2013 sonrasında 06.03.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanunun 12. ve 14. maddeleri ile “Silahlı örgüt” başlıklı Türk Ceza Kanunu m.314’ün, CMK m.135 ve 140’dan çıkarıldığı, 6572 sayılı Kanunun 42. ve 43. maddeleri ile “Silahlı örgüt” başlıklı TCK m.314’ü tekrar, “Hükümete karşı suç” başlıklı TCK m.312’yi ise ilk olarak CMK m.135 ve 140’a ekleyen ve 12.12.2014 tarihinden yürürlüğe giren 6572 sayılı Kanun yürürlüğe girinceye kadar, “Silahlı örgüt” başlıklı suç dolayısıyla 06.03.2014 ila 12.12.2014 tarihlerinde ve Hükümete karşı cebir ve şiddetle darbeye teşebbüs suçundan 12.12.2014 tarihine kadar yapılan iletişimin denetlenmesi ve teknik araçlarla takip tedbirleri ile sonuçlarının hukuka aykırılığı gösterilmiştir. Esasen; ayrı bir suç tipi olan Hükümete karşı suçun, TCK m.314’de düzenlenen silahlı örgüt altında görülüp, bu yolla şüpheli veya sanıkların dinlenmeleri ve izlenmeleri de hukuka uygun değildir. Her ne kadar Anayasa ile kurulu düzene, Meclise ve Hükümete darbeye teşebbüs suçlarının örgüt olmaksızın işlenemeyeceğini düşünsek de, kanun koyucu bu suçları birbirinden ayrı düzenlediğinden, katalogda yer almak şartıyla her suçtan ayrı teknik takip kararının alınması zorunludur. Bir suç teknik takip kapsamında sayılan katalogda yer almamakta ise, o suç ile failinin örgüt kapsamında dinlemeye veya izlemeye tabi tutulması kabul edilemez.

Gerekçeli karar incelendiğinde; bir an için, dosya kapsamında verilen 53 dinleme kararından ilkinin 18.06.2013 tarihinde, o dönemde CMK m.135’de yer alan katalog halinde sayılan suçlardan olan TCK m.220’den verildiği, TCK m.220’nin katalog suçlardan 06.03.2014 tarihinde, yani Gezi olaylarından sonra çıkarıldığı, dolayısıyla dinlemelerin yapıldığı dönemde katalogda sayılan suçlardan birisi olan TCK m.220’den alınan bir dinleme kararı olması sebebiyle, sanıklar yönünden yapılan iletişimin tespiti ve denetlenmesi kararlarının hukuka uygun olduğu, bir başka ifadeyle hükmün bu yönüyle hatalı olduğu ileri sürülebilirse de, CMK m.135’de suç veya silahlı terör örgütü olmakla birlikte, bu suçların kapsamında işlenen suçlardan dolayı iletişimin dinlenmesi ve kaydedilmesine dair hüküm bulunmadığından, katalogda yer almayan suçlardan dolayı yapılan dinlemelerden elde edilen deliller ile bunlardan yola çıkarak yapılan dinlemelerin yargılamada kullanılmasının hukuka aykırı olduğu sonucuna varıldığı görülmektedir. Soruşturma aşamasında dinleme kararının “Silahlı örgüt” başlıklı TCK m.314’den değil, “Suç örgütü” başlıklı TCK m.314’den talep edilip verildiğinin anlaşıldığı, bu hususun da esasen iddianameye konu olaya uygun düşmediği, ancak TCK m.314’den iletişimin dinlenip kayda alınması talep edilip karar verildiğinde, yine sonucun değişmeyeceği, çünkü o tarihte “Hükümete karşı suç” suçunun CMK m.135’de yer alan katalog suçlardan olmadığı anlaşılmaktadır.

“Suç işlemek amacıyla örgüt kurma/TCK m.220” veya “silahlı örgüt/TCK m.314” suçlarından yapılan iletişimin denetlenmesi veya teknik araçlarla izleme sırasında, katalogda olup olmadığına bakılmaksızın teknik takibi yapılan diğer suçlar yönünden elde edilen deliller, CMK m.138/2 hariç (o da ilk takip sonuçları istisna) yargılamada sanık aleyhine kullanılamaz. Buna ek olarak; hakkında teknik takip kararı olmayan bir kişinin, teknik takibe muhatap edilen bir şüpheli veya sanık üzerinden dolaylı takibi de hukuka aykırıdır.

Gerçekten de bir delil elde etme yöntemi olan CMK m.135’de iletişimin denetlenmesi ve CMK m.140’da da teknik araçlarla izleme tedbirlerinde yer alan kataloglarda bulunmayan suçlardan dolayı yapılan dinleme ve izlemeler ile bu yollarla elde edilen deliller, Anayasa m.38/6, CMK m.206/2-a, CMK m.217/2, CMK m.230/1-b ve CMK m.289/1-i sebebiyle yargılamada sanık aleyhine kullanılamaz. Bir delilin yargılamada kullanılabilmesi için hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilmesi zorunludur. Hukuka aykırılığın derecesine; büyüklüğüne ve küçüklüğüne, önemine, nispi veya mutlak olup olmadığına, kişi hak ve hürriyetlerini ihlal edip etmediğine bakılmaksızın, hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delil yargılamada sanık aleyhine kullanılamaz. Bu kabul, Anayasa m.2 ile güvence altına alınan “hukuk devleti” ilkesinin doğal bir sonucudur. Anayasa m.11 gereğince normlar hiyerarşisinin tepesinde olan Anayasa; tüm alt hukuk normlarını bağladığı gibi, herkes tarafından uyulması ve uygulanması gereken üst hukuk kurallarını bünyesinde barındırır.

Davaya konu olayların 29.05.2013 tarihinde başlayıp devam ettiği ve “Hükümete karşı suç” başlıklı TCK m.312’nin CMK m.135 ve 140’da olmadığı dikkate alındığında, dinleme ve izleme kararlarının tarihlerine ve bu tarihlerde 6526 sayılı Kanunun yürürlüğe girip girmediğine bakılmalıdır. 6526 sayılı Kanun yürürlüğe girmemişse; 6572 sayılı Kanuna kadar hükümete karşı suç CMK m.135 ve 140’da yer alan kataloglarda öngörülmediğinden, CMK m.135 ve 140 ile ilgili diğer şekil ve esas şartlarının bulunması kaydıyla, elde edilen delillerin hukuka uygun olduğu da kabul edilemez.

Ceza Yargılaması Hukukunda, işlemin yapıldığı tarihte hukuka uygun olup olmadığına bakılmalıdır, çünkü prensip olarak “derhal uygulama” ilkesi kabul edilmiş ve Ceza Hukukundan farklı olarak yasa değişikliğinin sanık lehine geriye dönük tatbiki öngörülmemiştir. Ancak kişi hak ve hürriyetlerini temelden zedeleyen eski kanun ve uygulamaların sanık aleyhine sonuç doğurduğu durumlarda, “derhal uygulama” ilkesine istisna getirilebileceği ve yeni kanunun geriye dönük olarak sanık lehine uygulanabileceği fikri ileri sürülmektedir. Örgüt kapsamında yapılan dinleme ve teknik araçlarla izleme tedbirleri bakımından 6526 sayılı Kanunun genel gerekçesi ile 12. ve 14. maddelerinin gerekçelerinde; özel yetkili ağır ceza mahkemeleri ile Terörle Mücadele Kanunu m.10’a gören yetkilendirilen ağır ceza mahkemelerinin görevi kapsamına giren suçlarda iletişimin denetlenmesi ve teknik araçlarla izleme tedbirlerinde hukuka aykırılıkların yapıldığına, kişi hak ve hürriyetlerinin ihlal edildiğine, bu sebeple de CMK m.135 ve 140’da değişikliğe gidildiğine işaret edilmiştir ki, bu değişikliklerin bazılarından daha sonra yürürlüğe giren 6572 sayılı Kanunla vazgeçilmiştir.

Belirtmeliyiz ki; bir suçun ispatında sadece iletişimin denetlenmesinde elde edilen konuşmalar ve kayıtlar yeterli olmayıp, bunların hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilmiş somut delillerle desteklenip kanıtlanması gerekir. Bir şüphelinin veya sanığın telefon ya da ortam konuşması sırasında suçu işlediğini veya suça katıldığını söylediği durumda, bu suçu işlediğinin veya suça iştirak ettiğinin kabulü için bu konuşmaları destekleyen somut delillere ihtiyaç vardır. Bu deliller de, hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilmelidir. Hukuka aykırı delillerden hareketle toplanan deliller de; zehirli ağacın meyvesi zehirli olacağından, sanık aleyhine mahkumiyete esas alınmamalıdır. Bu kabule, hukuka aykırı delillerin uzak etkisi de denilmektedir.

2- Gerekçeli kararda; iddianamede gösterilen bazı suçlar yönünden daha önce yargılama yapıldığı, CMK m.223/7 gereğince bu yönden davanın reddinin gerektiği sonucuna varılmıştır ki, kararın “Sonuç” kısmının 3. maddesi bakımından da benzer gerekçeye yer verildiği görülmektedir. Ayrıca Mahkeme; davaya konu edilemeyen ve CMK m.225 gereğince “davasız yargılama olmaz” ilkesi kabul edildiğinden, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet edildiğinde bahisle, sanıklar hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmasına karar vermiştir.

3- Bir tanık, can güvenliği nedeniyle CMK m.58/3 dayanak alınarak duruşma salonu dışında ve sanıklar ile müdafilerin yokluğunda dinlenmiş olup, bu sırada aynı anda tanığın sesi ve görüntüsü başkalaştırmak suretiyle sanıklara ve müdafilerine eşzamanlı soru sorma hakkı tanınmadığı, tanığa doğrudan soru sorma hakkını kısıtlamadan kaynaklanan yeterli usuli güvencenin sağlanmadığı, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/3-d ve CMK m.201’in ihlal edildiği, bu ihlalin cumhuriyet savcısı ile katılanlar ve vekilleri bakımından da geçerli olduğu dikkate alınmalıdır. Mahkeme, dosya kapsamında dinlenen tanıkların sanıkların aleyhine beyanlarının olmadığı sonucuna varmıştır.

4- “Hükümete karşı suç” başlıklı TCK m.312’ye göre;

“(1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.

(2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur”.

Mahkeme; Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) raporunun, M. O. K. ile Açık Kültür Vakfı ile Anadolu Kültür A.Ş.’nin, Gezi olaylarının finansal desteğini yaptığına dair somut bir delile rastlanmadığı tespitinde bulunulmuştur. Mahkemeye göre raporda, finansla ilgili hiçbir açıklama ve tespit yer almamaktadır. Mahkeme; dosyada bulunan tapeler hukuka aykırı olup, bu konuşmalarda geçen fiillere yönelik hiçbir somut delil bulunmadığına tekraren işaret ederek, tapeler hukuka aykırı olup, dosyada konuşma kayıtları dışında delil olmadığından, TCK m.312/1’den mahkumiyet kararı veremediğimiz gibi, bu nedenle hüküm kurmaya yetersiz delillerle m.312/2’den de değerlendirme yapmadığını belirtmiştir.

5- Mahkeme; sanıklar hakkında yargılama yaparken, iddiaya konu fiilin Hükümete darbeye teşebbüs suçu olup olmadığı konusunda Gezi olayları ile ilgili değerlendirmede bulunmuştur. Mahkeme gerekçeli kararında; “Başlangıcında Taksim yayalaştırma projesinin uygulaması ve buna bağlı olarak gerçeklesen idari yargı süreçlerindeki işlem ve tasarruflar konusunda doğal akısında tepki gösteren protestocu kitlesi ile birlikte; marjinal grupların ve yasadışı sol örgütlerin önceden planlı şekilde organize edilerek, bunların eylemci halk kitlesiarasında cadde ve meydanlarda planlı hareket etmek üzere kamuflesinin sağlandığı, böylece kamufle olan marjinal grupların ve yasadışı sol örgütlerin ülkede bir kaos ortamı yaratmak, devlet otoritesini zayıf göstermek ve kamu düzenini bozmak amacıyla vahim nitelikte eylemlerde bulunduğu maddi bir gerçektir…” ifadelerine yer vermiştir. Mahkeme; dış destekli kalkışma gruplarının içinde bulunan bazı kişilerin, dış destekli grup lideri ile 2012 yılında görüştüğü ileri sürüyor. Kararda, kaçak sanıklardan birisinin “Mesele gezi parkı değil arkadaş sen hala anlamadın mı?” tweetine yer verildiği görülmektedir. Mahkeme; sahnelenen bir tiyatro oyunundan bahsederek, bu oyunun gezi olaylarının bir provası olduğuna işaret ederek, bir sanat dalı olan tiyatro ile “kalkışma” olarak nitelendirdiği Gezi olayları arasında illiyet bağı olduğunu, bu nedenle bu tiyatro oyununu sahneye koyanların Gezi olaylarından sorumlu tutulacağını belirtmiştir. Mahkemenin bu oyunu sahneye koyanları; suça tahrik veya teşvikten mi, yoksa “kalkışma” olarak nitelendirdiği TCK m.312 uyarınca sorumlularından mı veya tiyatro oyunundan dolayı hukuka uygunluk sebebini tatbik etmek suretiyle oyun ile suça konu fiil arasında illiyet bağı olmadığını mı kabul edecek, elbette bu husus kaçak olan sanıkların sorgu için Mahkeme huzuruna getirilmesi sonrasında netleşecektir.

Sonuç olarak Mahkeme kararında; Gezi’nin doğal olarak gelişmiş bir çevre hareketi olarak tanımlandığı, ancak sonrasında sabote edildiği, protesto eylemlerinin 78 ile ulaştığı, kamu mallarına zarar verildiği, devamında ise kalkışmaya dönüştüğü, birisi emniyet mensubu olmak üzere toplamda beş kişinin hayatını kaybettiği ve iddiaya dayanak yapılan tapelerin hukuka aykırı elde edildiği ifade edilmiştir. Mahkeme, yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmadığından veya yüklenen suçun sanıklar tarafından işlenmediği sabit olduğundan bahisle, CMK m.223/2-a,b’ye göre beraat kararı vermemiştir. Mahkemenin beraat kararı, yüklenen suçun sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmaması gerekçesine dayanmaktadır (CMK m.223/2-e). Böylece Mahkeme; bir taraftan beraat eden sanıklar yönünden delil yetersizliğini, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesini ve CMK m.223/2-e’yi beraat kararlarına dayanak alırken, diğer taraftan Gezi olaylarının niteliği ve sorguları yapılamadığı için davaları tefrik edilen sanıkların hukuki durumları hakkında aleyhe tespitler yapmıştır. Beraatlarına karar verilenlerin aksine dava dosyaları tefrik edilen sanıkların, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni yıkmaya teşebbüs suçunu işlemiş olabileceklerine dair ibarelerin gerekçeli kararda yer aldığı görülmektedir.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-------------------------------------------

[1] Çalışmamızda yer alan tespitler; sadece gerekçeli karar esas alınarak yapılmış olup, iletişimin denetlenmesi ve teknik araçlarla izleme talep ve kararları ayrıca incelenip, yasal şartları ayrıca taşıyıp taşımadıkları yönünden değerlendirilmemiştir.