1. GENEL OLARAK:
Son zamanlarda ceza yargılamalarında en fazla görülen tedbirlerden biri de gizli soruşturmacı tedbiridir. Maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amacıyla başvurulan bu tedbir Ceza Muhakemesi Kanunu’nda belli şartlara bağlanmıştır. Öncelikle gizli soruşturmacı ile ilgili kısa ve genel bir bilgi verdikten sonra kendilerine doğrudan soru sorulamamasının hukukiliğine değineceğim.

            Gizli soruşturmacı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 139. maddesinde düzenlenmiş olup, ilgili madde “Soruşturma konusu suçun işlendiği hususunda somut delillere dayanan  kuvvetli  şüphe  sebeplerinin  bulunması  ve  başka  surette  delil  elde  edilememesi  hâlinde,  kamu  görevlileri  gizli soruşturmacı olarak görevlendirilebilir. Bu madde uyarınca yapılacak görevlendirmeye ağır ceza mahkemesince oy birliğiyle karar verilir. İtiraz üzerine bu tedbire karar verilebilmesi için de oy birliği aranır.” şeklinde düzenlenmiştir. İlgili maddenin dördüncü fıkrası ise “Soruşturmacı, faaliyetlerini izlemekle görevlendirildiği örgüte ilişkin her türlü araştırmada bulunmak ve bu örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili delilleri toplamakla yükümlüdür.” şeklindedir. Bununla birlikte yine ilgili maddenin 7. fıkrasında sayılan suçların varlığı halinde ancak gizli soruşturmacı görevlendirilebilecektir. Buna ek olarak 7. fıkrada sayılan suçların ancak bir örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesi gerekmektedir. Bir başka ifade ile 7. fıkrada belirtilen suçların örgüt kapsamında işlenmemiş olması durumunda gizli soruşturmacı görevlendirmesi yapılamaz.

 
  1. GİZLİ SORUŞTURMACI GÖREVLENDİRMENİN ŞARTLARI:
b.a) Yalnızca Soruşturma Evresinde Mümkün Olması:
            Kanuni düzenleme gereğince gizli soruşturmacı ancak soruşturma evresinde gerçekleştirilebilir.[1] Bir başka ifade ile kovuşturma evresine geçilmesi durumunda gizli soruşturmacı görevlendirilemez. Soruşturma aşamasında suçun işlendiği hususu başlangıçta belirsiz iken gizli soruşturmacı görevlendirilmesi için olayların somutlaştırılmış, soruşturma konusu suçun ise işlenmiş ya da işlenmekte olması gerekmektedir.[2] Nitekim kovuşturma evresinin özelliklerinden birinin açıklık olması sebebiyle gizli soruşturmacının bu evrede görevlendirilemeyeceği açıktır. Tedbirin amacının gizlilik olduğu göz önüne alındığında kovuşturma evresi ilkeleri ile ters düşmektedir.

 
      b.b) Somut Delillere Dayanan Kuvvetli Şüphe Sebeplerinin Bulunması:
            Buradan anlaşılması gereken şey ise genel itibarı ile somut olarak kuvvetli delillerin bulunması gerektiğidir. Kuvvetli şüphe sebepleri bir başka ifade ile ise örgütün işlediği ve kanunda belirtilen suçlara ilişkin yetkili merciin elinde somut delillerin olmasını ifade etmekte olup, somut delillere dayanmayan kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunmadığı durumlarda örgüt faaliyetinde işlenip ilgili maddede sayılan suçlardan birinin işlendiği iddia edilse dahi gizli soruşturmacı görevlendirilemez.[3]

 
                b.c) Başka Surette Delil Etme İmkanının Bulunmaması:
            Öncelikle bu düzenlemenin kendi içerisinde çelişki olduğunu düşünmekteyim. Nitekim hem somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesinin aranması hem de başka surette delil etme imkanının bir arada bulunması hususu oldukça zordur.[4] Başka surette delil elde etme imkanının bulunmadığı bir durumda somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin oluşması söz konusu olamaz. Şayet bu durum var ise bu kez de başka surette delil etme imkanının bulunmamasından söz edilemez. Şüpheli hakkında bu tedbire başvurmadan bir başka tedbir ile delil etme imkanı var ise bu durumda gizli soruşturmacı görevlendirilemez.[5] Yani klasik yöntemler ile delil etme mümkün ise bu tedbire başvurulamaz.[6] Yargıtay’da bu hususta aynı görüştedir.[7]

 
              b.d) Ağır Ceza Mahkemesi’nce Oy Birliği ile Karar Verilmelidir:
            Kanuni düzenlemeye bakıldığında gizli soruşturmacı görevlendirilmesi için ağır ceza mahkemesinin oy birliği ile karar vermesi aranmaktadır. Bununla birlikte Cumhuriyet savcısının bu yönde ağır ceza mahkemesinden talebi bulunmalıdır ve gecikmesinde sakınca bulunması gereken hal dolayısıyla Cumhuriyet savcısı kendiliğinden karar veremez.[8] Talebin reddi durumunda bu duruma itiraz edilmesi halinde ise yine ağır ceza mahkemesinin oybirliği aranmaktadır.

 
  1. DOĞRUDAN SORU YÖNELTME:
Ceza Muhakemesi Kanunu m. 201 “Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. 

Burada asıl sorun yukarıda belirttiğim üzere gizli soruşturmacının kimliğinin gizli tutulması ve mahkeme huzuruna getirildiğinde kimliğinin açığa çıkacak olması, diğer taraftan ise kendisine karşı tanık sıfatıyla soru sorma hakkı olan kişilere karşı bu hakkın kullandırılmamasının hukuki sonuçlarıdır. Bir başka ifade ile gizli tanık olarak dinlenecek gizli soruşturmacıya doğrudan soru yöneltilip yöneltilemeyeceğidir.

Öncelikle CMK m. 58/2 ve 58/3 bu hususu “Tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya çıkması kendileri veya yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacaksa; kimliklerinin saklı tutulması için gerekli önlemler alınır. Kimliği saklı tutulan tanık, tanıklık ettiği olayları hangi sebep ve vesile ile öğrenmiş olduğunu açıklamakla yükümlüdür. Kimliğinin saklı tutulması için, tanığa ait kişisel bilgiler, Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından muhafaza edilir. Hazır bulunanların huzurunda dinlenmesi, tanık için ağır bir tehlike teşkil edecek ve bu tehlike başka türlü önlenemeyecekse ya da maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından tehlike oluşturacaksa; hâkim, hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan da tanığı dinleyebilir. Tanığın dinlenmesi sırasında ses ve görüntülü aktarma yapılır. Soru sorma hakkı saklıdır.” şeklinde düzenlemiştir. Görüldüğü üzere şayet tanık gizli olarak dinlenecek ise bile mahkeme ses veya görüntüsü aktarması yapmak şartı ile doğrudan soru sorma hakkı olan kişilere bu hakkı kullandırmak durumundadır.

Nitekim AIHM İsgro – İtalya kararında “Duruşmada tanığa doğrudan soru hakkı kısıtlanan İsgro’nun haklı olduğunu ve bu hususun AİHS m. 6/3-d ihlali olduğunu belirtmiştir.[9] AİHM Yine buna benzer bir kararında haklarında verilen mahkumiyet kararının temel teşkil ettiği gizli soruşturmacılara karşı doğrudan soru sorma hakkı elinden alınan Lüdi’nin başvurusu haklı bulunmuş ve doğrudan soru sorma hakkı elinden alındığı için bu eylemin AİHS 6/1 ve 6/3-d maddesine aykırı olduğu kararı verilmiştir.[10] Benzer bir kararında ise AİHM “Kimliği açıklanmaya tanığın vermiş olduğu ifadenin teknik imkanlarla sanık ya da avukatına aktarılması ve tanıklara soru sorma imkanının tanınması” gerektiğini açıkça belirtmiştir.[11] Yargıtay ise bu hususa benzer bir durumda ““Tanık olarak dinlenen kolluk görevlilerince kendileri tarafından bilinen X- muhbir tarafından sanığın uyuşturucu madde sattığının söylendiği belirtildiğinden; CMK m.58 dikkate alınarak muhbirin tanık olarak dinlenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ile hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.”[12] şeklinde hüküm kurmuştur.

Kanaatimce yukarıda belirttiğim üzere gizli soruşturmacının duruşmaya çıkarılması durumunda kimliğinin ortaya çıkacağı ve kendisi için bu durumun yakın tehlike doğuracağı düşünülecek ise de bu durumda CMK m. 58/2 ve 58/3 hükümleri uygulanarak doğrudan soru sorma hakkı bulunan kişilere karşı bu hakkın kullandırılması gerekmektedir. Aksi taktirde adil bir yargılamadan söz edilemez. Umarım faydalı olmuştur. Saygı ve sevgilerimle.

 
Av. Murat YILMAZ

-----------------------------------
[1] ÜNVER / Yener, HAKERİ / Hakan, Ceza Muhakemesi Hukuku Ders Kitabı, 9. Bası, Ankara, Ağustos 2014, s: 473 
[2] Yargıtay 10. Ceza Dairesi, E:2012/17806, K:2013/1225, T: 11.02.2013 Tarihli Kararı. 
[3] IŞIK / Mehmet, Gizli Soruşturmacı Görevlendirilmesi, TBB Dergisi, 2014 (110), s: 386
[4] Aynı Yönde: CENTEL / ZAFER, Ceza Muhakemesi Hukuku, 12. Bası, s.449.
[5] Yargıtay 10. Ceza Dairesi, E: 2012/17806, K: 2013/1225, T: 11.02.2013 Tarihli Kararı. 
[6] YENİSEY / Feridun, NUHOĞLU / Ayşe, Ceza Muhakemesi Hukuku, 3. Baskı, s.473.
[7] Yargıtay 10. Ceza Dairesi, E: 2012/17806, K: 2013/1225, T: 11.02.2013 Tarihli Kararı. 
[8] CENTEL / ZAFER, a.g.e, s.450.
[9] İsgro vs İtalya, 19.02.1991 Tarihli Kararı.
[10] Lüdi vs İsviçre, 15.06.1992 Tarihli Kararı.
[11] Artner vs Avusturya, 28.08.1992 Tarihli Kararı.
[12] Yargıtay 10. Ceza Dairesi, K: 22325, T: 20.10.2010 Tarihli Kararı.