Son yıllarda Türkiye, aldığı göç nedeniyle,  büyük bir tartışmanın, endişenin, başı ve sonu bilinmeyen bir oluşumun odağı konumuna gelmiştir. Gelen insanların çoğunu; yaşamı, amaç ve kültürleri tamamen farklı olan Suriyeli Araplar, Iraklılar ve Afganlar oluşturmaktadır. Bu insanlara, kimi zaman göçmen, kimi zaman muhacir, kimi zaman sığınmacı denmektedir. Yaşanan soruna gerçekçi bir teşhis koymak ve çözüm bulmak için, bu sözcüklerin anlamını ve kapsamını bilmek gerekir.

Mülteci (refugee) kime denir.

Uluslararası hukukta “mülteci” kavramı, vatandaşı olduğu ülke dışında olan ve “ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncesi nedeniyle zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu” için vatandaşı olduğu ülkeye dönemeyen veya dönmek istemeyen kişileri ifade etmektedir. Tatil ve bayramlarda bile ayrıldığı ülkesine dönen  Suriyelileri mülteci olarak kabul etmenin mümkün olmadığı açık bir şekilde görülmektedir.

Sığınmacı (asylumseeker) nedir.

Mülteci olarak uluslararası koruma arayan ancak statüleri henüz resmi olarak tanınmamış kişilere denir. Bu terim genellikle, mülteci statüsü almaya yönelik başvurularının hükümet ya da Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tarafından karara bağlanmasını bekleyen kişiler için kullanılır. Suriyelilerin konumu mülteci olarak kabul edilemeyeceğine göre, mülteci konumu almak için bir ön araç olan sığınmacı olarak kabul edilemeyecekleri de açıktır.

Göçmen (immigrant) kime denir.

Göçmen; ülkesinde zulme uğradığı veya uğrayacağı gibi nedenlerle göç eden kişiler değil, daha iyi koşullarda yaşamak için kendi vatanından ayrılan kişi veya aile fertlerini kapsamaktadır. Göç işlemi genel olarak pasaport ve vize gibi resmi belgelerle yapılır ve göçmenler, göç ettikleri ülkelerde, vatandaşı oldukları ülkenin korumasından yararlanmaya devam ederler. Bu durumda; ülkelerinden kaçtıklarını iddia eden ve yasal yollardan giriş yapmayan Suriyelilerin veya diğer Arapların, göçmen statüsünde de olmadıkları görülmektedir.

Gelişmiş ülkelerin çözümü

Ama ortada da bir gerçek vardır ki; arap ülkelerinden düzensiz, yasa dışı ve büyük kaçışlar vardır. Bu kaçışları, Avrupa’ya sıçramadan durdurmak gerekmektedir. Bu durumda gelişmiş ülkeler bazı çözümler aramış ve bulmuşlardır.

Çözümlerden biri; yasal değişikler yaparak ve yaptırarak, bu işe bir kılıf bulmaktır. Türkiye’nin 1961 yılında onayladığı Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi ile 1967 yılında onayladığı Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Protokol’de yer alan üstü örtülü bazı deyimlere değişik anlamlar verilerek, Türk mevzuatı da 2014 yılında çıkarılan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ile alt üst edilerek karmaşık bir hale getirilmiştir. Bu değişikliklerle getirilen “düzensiz göçmen” ve “şartlı mülteci” deyimleri bile, söz konusu hareketi hiçbir şekilde karşılamamakta ve yasal hale getirmemektedir.

Zira “düzensiz göçmen” terimi, göç ettiği ülkeye o ülkenin yasalarını ihlal ederek giriş yapan, ülkede kalmak için yasal hakkı bulunmayan kişiler için kullanılır ve bu kişiler sınır dışı edilir. “Şartlı mülteci” ise Avrupa dışından gelenlerin, üçüncü bir ülkeye yerleştirilinceye kadar yararlandıkları kısa süreli bir statüdür. Suriyeli ve diğer arap göçmenlerin, başka bir ülkeye yerleştirilmeleri söz konusu olmadığına göre, bu tanım kapsamına da girmemektedirler. Görüldüğü üzere, zorlama bir şekilde yerleştirilmeye çalışılan ve kafa karışıklığı yaratmaya yönelik bu değişiklik ve deyimler, söz konusu yasa dışı hareketi hiçbir şekilde karşılamamaktadır. Bir de son olarak icad edilen “geçici koruma” sözü vardır ki burada sormak gerekir. “Kimi, kime karşı koruyacaksın.” Bu düzensiz ve yasa dışı göç karşısında asıl korunması gereken Türk Halkı’dır.

Para yardımı kandırmacası

Gelişmiş ülkelerin bulduğu çözümlerden bir diğeri ve en önemlisi, göç veren ülkelere yakın olan ve göçün yoğun olduğu Türkiye gibi ülkelere “para yardımı sözü vererek”, yasa dışı göçü orada durdurmak ve kendi ülkelerine sıçramasına engel olmaktır. Bu yol çok etkili ve başarılı olmuştur. Kendi sınırlarına barikatlar ören, koruma altına alan, denizden gelen göçmenleri bile ölüme terk eden gelişmiş ülkeler, insan hakları ve para yardımı maskesi ile kendilerini koruma altına almışlardır. Aynı para yardımının ve hatta daha fazlasının bile kendilerine yapılması halinde, bu kişileri hiçbir şekilde kabul etmeyecekleri açıktır. Kabul ettikleri çok az sayıdaki kişi ise, üstün yetenek ve bilgileri sonucu bu ayrıcalığa ulaşmışlardır. Bundan çıkan sonuç; insan hakları, koruma, korunma gibi isimleri kullanarak, çok önemli bu toplumsal sorunu başkalarının üstüne yıkmak ve hatta bu yıkımdan değişik çıkarlar sağlamaktır.

Kayıtlı olduğu yerler

Son günlerde söylenen ve çözüm olarak gösterilen, bu göçmenlerin kayıtlı olduğu illere gönderilmesi, bu güne kadar yapılan yasa dışı işlemlerin kabulü ve hatalı uygulamaların sonucudur. Bulundukları ülkeyi nihai hedef ve yerleşecekleri ülke olarak görmeyen ve uyum sağlamayan kişilerin, bir takım illere kayıt edilmesi ve hatta vatandaşlık verilmesi, yasalara uygun olmadığı gibi onarılması çok güç zararlara yol açacaktır.

Yukarıdan  beri yaptığımız açıklamalardan açık bir şekilde görüleceği üzere; yaşamakta olduğumuz göç dalgası; bu konudaki hiçbir tanıma uymamaktadır. Yaşanan olay; adeta bir sel baskını, beklenmeyen afet gibidir ve bir afet sonucunu doğuracaktır.

Diğer büyük zararları

Korunma ve muhtaç olma adı altında milyonları bulan bu göç dalgasının mensupları; geldikleri ülkenin dilini, yaşam tarzını öğrenmeye en ufak bir istek göstermemektedirler. Hatta o kadar ki “siz bizim dilimizi öğrenin” diyebilmekte ve gördükleri ufak tepkiler karşısında ülkenin asıl halkını, buraları terk etmeye davet edebilmektedirler.

Geldikleri ülkede, işsizliği tetiklemekte, geçici olarak olsa da buldukları işlerde, yasa dışı çalışarak haksız kazanca ve işsizliğe sebep olmaktadırlar. Ayrıca geldikleri ülkede kökü kazınmış bir takım hastalıkların yeniden canlanmasına yol açmışlardır. Bir takım zorunlu nedenlerle dahi olsa, bulaştıkları yasa ve ahlak dışı uğraşlar, kavga ve çatışmalar, toplumun yapısını bozmakta, rahatsızlıklara neden olmaktadır.

Bu göç dalgasını, Avrupa’ya ve özellikle Almanya’ya çalışmaya giden Türk işçilerine benzetenler, bilerek ve isteyerek büyük hata yapmaktadırlar. Zira o ülkelere giden Türk işçiler, istek üzerine, başvurucular arasından yapılan seçimle, yasal yollardan gitmişler, o ülkelerin ekonomisine katkıda bulunmuş, sosyal dokusuna zarar vermemiş ve hatta büyük ölçüde yarar ve uyum sağlamışlardır.

Yanlışı tamamlayan yanlışlar

Bütün bunlara rağmen, sayıları milyonları aşan; tam olarak kim oldukları, nerede oldukları, ne yaptıkları bilinmeyen, laik cumhuriyet düzenini ve kadın erkek eşitliğini benimsemeyen bu kişilere sağlanan sosyal, maddi, manevi, eğitim, sağlık yardımları, aylık ödemeler, tüketim indirimleri ve benzeri ayrıcalıklar, yapılan yanlışı tamamlayan yanlışlardır. 

Bu yanlışı doğuran olayların sınır ötesinden yani emperyalist ülkelerden kaynaklanan amaçları; bu çatışmanın olduğu ülkelere yeni sınırlar çizmek, kaynaklarını kullanmak, bölgeye yeni şekiller vererek egemen olmaktır.

Olayların yaşandığı ülkelerdeki yönetimin amaçları ise; göç dalgası ile gelenleri beden güçleri ve zihinsel inançları bakımından kullanmak, siyasi destek ve korunma sağlamak, kendi ideolojilerini gerçekleştirmek için onlardan adeta bir alet gibi yararlanmaktır.

Bütün bunları gerçekçi bir şekilde değerlendirip, soruna; Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milleti ile bölünmez birlik ve bütünlüğünü, demokratik, laik Atatürk İlke ve İdeallerini koruyacak şekilde çözüm bulunulması kaçınılmazdır.

Av.A.Erdem AKYÜZ