İşte Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından satır başları:

Siyasi partilerin temel görevi kavga etmek değildir. siyasi partilerin temel görevi Türkiye’de sorun yaratmak değildir. nedir görev? Var olan sorunları çözmektir. Eğer bu çerçevede hareket edersek gerginlikten de kavgadan da kurtulmuş oluruz.

Çınardere’den gelen arkadaşlarım… 50 yıldır orada oturuyorlar. Kimisinin tapu tahsis belgesi var, kimisinin iptal edilmiş, kimisinin de yok. Ağaçları diktiler, çocukları büyüttüler, torunları kucaklarına aldılar. Orası onlar için vatanın ayrılmaz bir parçasıdır. Şimdi 460 aile var, benzer pozisyonda Kartal belediyesinde de böyle bir sorun vardı. Ama kartal belediyesi herkese tapularını dağıttı. Sözüm söz Pendik’i önümüzdeki seçimlerde bize verin, göreceksiniz ilk 6 ayda tapunuzu alacaksınız. Vatandaş oturuyor 50 yıldır. Belediye karar almış, burada inşaat yapılmaz ev yapılmaz. Bitişiğindeki Kartal’a yapılıyor da oraya mı yapılmaz? Onlara yardım etmek insana yardım etmek, insanı mutlu kılmaz. Bizim felsefemizde, inancımızda, ahlakımızda vardır. Sizin haklarınızı sonuna kadar savunacağız sözümüz sözdür. Beykoz’da Tokatköy ve İncirköy’de, Sultanbeyli’de Hasanpaşa mahallelerinde Kocaeli ve Ankara’da da var. Söz herkesi ev sahibi yapacağız, tapusunu vereceğiz güvenceyle evinde oturacak.

Hep konuşuyoruz ama bir milletvekilimiz her seferinde aramızda yok tam 301 gündür; Enis Berberoğlu. 301 gündür içeride, esir. Hiçbir suçu yok. Konu bir gazete haberi. Önce müebbette hapsettiler, ‘casus’ dediler. Müebbet olmaz dediler, 25 yıl dediler. Sonra yine bozuldu 25 de olmaz bunu 5 yapalım dediler. Ya ne yapıyorsunuz siz?

"AYM ÜYELERİNE AÇIK VE NET ÇAĞRI YAPIYORUM"

Hakim arkadaşlara soruyorum ne yapıyorsunuz siz? CHP grubundan AYM üyelerine açık ve net çağrı yapıyorum. Sizden bir an önce, nasıl olursa olsun bir karar bekliyoruz. Adaletsizliği yaratıyorsunuz, büyütüyorsunuz. Kardeşim Enis Berberoğlu hapiste kalsın diyorsanız verin kararınızı. Adalet arayacağız.

Önüne set çekiyorsunuz. Eskiden karar verdiniz, benzer bir olayda da karar verdiniz. Şimdi ‘suç yoktur’ diyemiyorsunuz. ‘Suçludur’ da diyemiyorsunuz. 301 gündür bekliyorum artık. Bu ülkenin vicdanlı insanları bekliyor 301 gün. Niye içeride? Hangi gerekçeyle içeride? Milletvekilleriyle ilgili de aynı şeyi söylüyorum. Milletvekilleri hapse atılmaz. Milletin vekilinin hapiste ne işi var? Gelirler Meclis’te oturur konuşurlar.

15 Temmuz’u fırsata çevirenler, 20 Temmuz’da darbe yapanlar Türkiye’yi farklı bir sürecin içine soktular. Bugün darbe süreci yaşıyoruz. Yargı korkuyor darbecilerden. Korkmuyoruz, korkmayacağız. Bu ülkeye herkes için demokrasiyi getireceğiz. Bizi sevsin, sevmesin. Oy versin vermesin, bunlar önemli değil.

“Polis kanun adamıdır. Polisler memleketimizde huzur ve sükunu korumak için gecesini gündüzüne katarak çalışan insanlardır” diyor Mustafa Kemal Atatürk. Bugün Polis Teşkilatının kuruluş yılı. Bütün polis arkadaşlarımıza yürekten başarılarımızı diliyoruz ve onları saygıyla selamlıyoruz. 173’üncü kuruluş yıl dönümü. Yaklaşık 200 yıllık bir birikimi bünyesinde barındıran bir kuruluştan söz ediyoruz. Bir polis teşkilatı, kurum varsa bu kurumda liyakatin olması lazım. Geleneklerinin örfleri adetlerinin olması lazım. Bu kurumun sağlıklı yönetilmesi lazım. Toplumun mal ve can güvenliğini sağlayan en önemli aktör olarak ortaya çıkmasın. Görev yapan kardeşlerimizin ‘kimse müdahale etmiyor, yasa dışı talimat vermiyor’ diye görev yapması lazım.

“HER AİLEDE ŞÖYLE VEYA BÖYLE BİR POLİS VARDIR”

2018 verilerine göre, 268 bin 992 kişi çalışıyor, görev yapıyor bunlar. Peki şu soruyu soralım. Polisler hayatımızın hangi aşamasında var? Önce bizim yaşamımızda var. Kimimizin dayısıdır, amcasıdır, damadıdır, gelinidir. her ailede şöyle veya böyle bir polis vardır. Ya biraz uzakta, ya da yakında bir akrabalık ilişkisi vardır. Dolayısıyla polis arkadaşlarımız zaten bizim hayatımızın bir parçasıdır. O zaman dönüp biraz geçmişe bakalım. Polis teşkilatı kurulurken hangi felsefeden yola çıkılmış? 4 temmuz 1934’te, özellikle polis arkadaşlarımın kendi kanunlarının ilk dört maddesini dikkatle okumalarını isterim.

Diyor ki birinci madde, polis asayişi, menfaatini, halkın ırz can ve malını korumak zorundadır. Hatta bir de insani değerlere önem veren bir paragrafı var. “Yardım isteyenlerle, yardıma muhtaç olan çocuk, engelli ve acizlere yardım eder. Vazifelerini yapar.

İkinci maddesi enteresandır. Temel iki görev vardır. Bir kanunlara, iki tüzüklere, üç yönetmeliklerine, dört hükümet emirlerine ve kamu düzenine uygun olmayan hareketlerin işlenmesine önlem almak. Ve bunun devamı olan bir paragraf var. Bu çok önemli. “Kamu güvenliğinin sağlanmasından sorumlu olan polis, amirinden aldığı emri, kanun tüzük yönetmelik hükümlerine aykırı görürse yerine getirmez. Ve bu aykırılığı emri verene bildirir. Ancak amir emrinde ısrar eder ve bu emrini yazılı olarak yenilerse emir yerine getirilir. Bu halde emiri yerine getiren sorumlu olmaz. Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir şekilde yerine getirilmez. Yerine getirenler sorumluluktan kurtulamaz.” 1930’ların polis anlayışı budur. Devletin polisi, halkın polisi.

Dördüncü madde şöyledir. “Polis vazifesinden başka bir işte kullanılamaz”

Ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk polis için şunu söylüyor. “Asker kadar disiplinli, hukukçu kadar adalet adamı, bir anne kadar şefkatli olmalıdır” Yani biber gazı kullanırken, cop kullanırken bir anne kadar şefkatli olmalıdır. O nedenle biz polis teşkilatımızın yasanın verdiği anlamla yoluna devam etmesini isteriz.

BAZI SORULARIMIZ VAR

Ama bazı sorularımız var. 173 yıllık bir polis teşkilatında liyakat sistemi gerçekten oturdu mu? Hayır oturmadı. Sorumlusu kim? Yönetenlerdir, hükümet edenlerdir. Polis teşkilatını A’dan Z’ye kadar FETÖ’ye teslim eden kim? Bir numaralı adamı söyledim, sarayda oturan zat. Siyasi ayağı odur. Ben size yaklaşık 200 yıllık bir kurumdan söz ediyorum. Bir terör örgütü tarafından, siyasi iktidarın desteğiyle teslim alınabiliyor.

“POLİS HÜKÜMETİN DEĞİL, DEVLETİN VE MİLLETİN POLİSİDİR”

İkinci sorumuz. Polis kimin polisidir? Hükümetin mi, devletin mi? Maaşını kimden alır? Hükümet mi öder maaşını? Az önce okudum, polis devletin polisidir. Devletin polisi olduğu için, hükümetten aldığı konusu suç oluşturan emirleri yerine getirmez diyor. Hükümet yasa dışı iş yaparsa onu da takip edeceksin diyor. Maaşı kim öder? TBMM belirler, parayı vatandaş millet öder ve polis maaşını alır. O nedenle polis hükümetin değil, devletin ve milletin polisidir. O nedenle söylüyorum. Polise sıkılan her kurşun, milletimize sıkılmıştır.

Üçüncü soru, polis devletin değil de hükümetin polisi olursa ne olur? Hükümetin polisi olursa halkı baskılamak için bir araç olur. Siz hükümetin polisi olmayı tercih ederseniz siz halktan koparsanız. Hükümet edenlerin çıkarlarını savunmuş olursunuz. Peki hükümetin polisi olmak, polise saygınlık kazandırır mı? En büyük saygınlığı itibarı kendisi kaybetmiş olur. Ama 1934’te çıkan yasa açık ve net biçimde, ‘polis devletin polisi olmak zorundadır’ diyor.

Peki polis devletinde polis halkın can ve mal güvenliğini sağlayabilir mi? Hayır. Polis, polis devletinde hükümet olanların ve onların yandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlar.

Talimatı oradan alıyor, yasalardan değil, hükümeti yasaların üstünde organ olarak görüyor. Hükümeti ve yandaşları korumak için yoluna devam ediyor.

Son zamanlarda polislerden bilinçli olarak bazı yetkilerin alınıp bazı kurumlara devredildiğini görüyoruz. Tüm dünyada suça karışan yabancıların işlerini güvenlik güçleri görür. Biz de ise, bunların değerlendirmesini göç idaresine verdik. Göç idaresi terörle mücadeleyi nereden bilecek? Yabancıya ikamet tezkeresi veriyorsunuz, tamamı göç idaresine verildi. İkamet tezkerelerinin kime verildiğini polis

Siz bazı terör örgütlerinin militanlarını özel olarak korumak mı istiyorsunuz? Yabancılarla ilgili istihbarat güvenlik güçlerine verilmiyor. Niye verilmiyor? Bakın CHP dışında kimse de bunu dillendirmiyor. Polis teşkilatının üzerinde oyunlar oynanıyor. Buraya bir zat geliyor, AK Partinin genel başkanı olarak konuşuyor. Ya Meclis’in çatısı, Meclis’in bahçesi, Meclis’in içi eli uzun namlulu silahlarla polis dolu. Arkadaşlar polisler elbette ki koruyacak. Birisi beni öldürecek. Bizden kimse can ve mal güvenliğim yok derken kıyameti koparıyorsun. Polisten, askerden, vatandaştan korkuyorsun. En çok da laf aramızda söylemeyin, benden korkuyor. Yer gök polis dolu. Ya bu polislerin dünya kadar yapılacak işleri var. Gökte de helikopterler geziyor. Bu zayıflık belirtisidir. Bu ülkeyi yönetememe belirtisidir. Bu “korkuyorum” belirtisidir.

8 Nisan aynı zamanda dünya romanlar günü. Biz de roman vatandaşlarımızla buluştuk. Çok keyifli bir anma günü yaşadık. Yaklaşık 500 bin roman Hitler’in fırınlarında yakılmış, öldürülmüş. Roman kardeşlerime açık ve net söylüyorum. Sizin kimliğiniz, yaşam tarzınız, inancınız ne olursa olsun. İnsanı insan olarak bildik, başımızın üstünde yeri vardır dedik. Bütün roman kardeşlerimin romanlar gününü kutluyorum. Hiç kimseyi ne ikinci ne üçüncü sınıf vatandaş olarak asla görmedik. Herkesin derdiyle sorunuyla dert olduk ve çözüm üretmeye çaba harcadık.

Romanların 5 temel sorunu olduğunu tespit ettik. Birinci sorunları eğitim, ikinci sorunları sağlık, üçüncü sorunları istihdam, dördüncü sorunları barınma, beşinci sorunları sosyal yardımlara ulaşma. Bakın 12 yıllık bir eğitim getirirseniz ve eğitim, çantası, kalemi, servisi tamamı ücretsiz olursa hiçbir romanın veya fakirin çocuğu okulu terk etmez. Şimdi ilköğretime başlatıyorsunuz bir süre sonra okulu terk ediyor. Roman kardeşlerime söyledim, sadece aynı sorunla roman kardeşlerim karşı karşıya değil. Türkiye’deki fakir aileler de karşı karşıya. Kitabı veriyorsun. Defteri niye vermiyorsun? Kalemi niye vermiyorsun? Resim defterini niye vermiyorsun? Servisi niye vermiyorsun? Öğle yemeğini niye vermiyorsun? Vereceğiz, vereceğiz.

Onlara aile sigortasını da anlattım. Diyorlar ki “romanlar günlük yaşıyorlar” Sanki siz 5-6 bin lira para verdiniz de günlük yaşadılar. Yok arkadaşlar, çiçek satıyor, akşam eve götürecek miyim, götüremeyecek miyim. Onlar aile sigortasını anlattım. Hiç kimse gidip birinin önünde dilenmeyecek. Zorunlu olmadıkça çalışmayacak. Evinde oturmak mı istiyor? Aile sigortası kapsamına alacağız. O da memur gibi ay başında aylığını çekecek. Herkesin rızkını vereceğiz, parasını ödeyeceğiz. Daha önce de bu konuda roman hakları belgesini ilk kez hazırlayıp parlamentoya sunan yine CHP.

Elbette ki güzel şeylerden bahsetmek isteriz. Ama Eskişehir’de Osmangazi’de yaşanan olay hepimizi yüreğimizden vurdu. Bir kişi, bir araştırma görevlisi ve üç akademisyeni katletti. Allah’tan rahmet diliyoruz. Bu noktaya nereden geldik? Nasıl oldu da bir üniversitede katliam yaşanıyor. Sizi biraz yakın bir süre öncesine götüreyim. AK Partinin genel başkanı olan zat şöyle bir açıklama yaptı. “Tanıdığınız FETÖ’cüleri ihbar edin” Muhbirliğe zorladı. Vatandaşı, muhtarları, bakkalları muhbirliğe zorladı. Bir baktık ortalık ihbardan geçilmiyor. Bu katliamı yapan kişi de kime kızdıysa FETÖ’cü diye damgalamış. Herkes korkuyor. Bir cadı avı başlatıldı. Hapishaneler tıklım tıklım dolduruldu. FETÖ’cü diye suçlama varsa atın içeriye. Aile boyu suçlamalar yapıldı. Ve sonuçta bu katliamlara siyasal ortam hazırlandı. Ölen kişinin kanları, bu muhbirliğe vatandaşı davet edenin yakasındadır.

Bir şeker mitingi yaptık Çorum’da. Az önce arkadaşlarım dilekçelerini verdiler. Biz mitingi yaparken söyledik. Asla oraya bir partinin bayrağıyla gitmeyeceğiz, Türk bayrağıyla gideceğiz. Şeker vatandır, vatan satılmaz dedik. Yılda her vatandaşımız 35 kilo şeker tüketir. Bir kişi hariç, sarayda yaşayan. O şeker kullanmıyor. Balla besleniyor o, bal ve badem sütü. Bal ve badem sütünü kullanıyorsun, o nedenle şeker fabrikalarını satıyorsun dedim. Bir cümle dahi edemiyor. Sen badem sütünü nerede kullanıyorsun diye soruyorum, tık yok. Ama Kılıçdaroğlu deyince dili kapı gibi maşallah.

Memleketimiz çok güzel, bütün coğrafyamızda şeker pancarı üretilebilir. Şeker üret, Ortadoğu’ya sat. İngiliz satacağına alman satacağına sen sat. Otur şekerini üret sat. Bizim işçi, çiftçi kazansın. Hayır illa kapatacağım. Niçin? Hayatında 15 yıl içerisinde bir tek şeker fabrikası bile açmamış. Şekere ihanet etmek adeta onun için bir görev.

Şeker fabrikalarını Atatürk kurmuş, Menderes kurmuş, Erbakan kurmuş, Özal kurmuş. Ama bir kişi kurmamış. O da diyor ki, ben satacağım intikam alacağım diyor. Kimden? Özal’dan, Demirel’den Erbakan’dan. Babamın malı gibi satacağım diyor.

Hürriyet