İSTANBUL (AA) - Cumhuriyet gazetesi yönetici ve yazarları hakkında açılan, firari sanıklar gazetenin eski genel yayın yönetmeni Can Dündar ve İlhan Tanır ile aralarında Akın Atalay ve Ahmet Şık'ın da bulunduğu 20 sanık hakkındaki davada verilen kararın gerekçesi tamamlandı.

İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi'nce hazırlanan 269 sayfalık gerekçeli kararda, iddianame, mütalaa, sanık savunmaları, tanık beyanları, terör örgütleri FETÖ, PKK ve DHKP/C'nin yapısı, dosyadaki delillerin değerlendirmesi ve kısa karar yer aldı.

Gerekçeli kararda, Cumhuriyet gazetesinin yapısı ve vakfına ilişkin bilgiler de aktarıldı. Kararda, Cumhuriyet gazetesinin kurulduğu ilk günden bu yana temel ilkelerini bu davada da çokça tartışılmış olan vakıf senedinin belirlediği ilkeler çerçevesinde oluşturduğu bir yayın çizgisi ile haber yaptığı belirtilerek, ''Toplumsal yapıya ve demokrasiye katkısını bu şekilde sunmuştur. Gazete zaman zaman eleştirilmiş, zaman zaman referans alınmış ama her daim Atatürkçü ve aydınlanmacı çizgisi ile bilinegelmiştir. Nitekim gazete kendi adıyla ve ilkeleriyle özdeşleşmiş Nadir Nadi, İlhan Selçuk gibi adeta efsane olmuş başyazarlarını toplumla tanıştırmıştır.'' ifadelerine yer verildi.

Vakfın yapısı, amacı ve senedinden detaylı olarak bahsedilen gerekçeli kararda, vakıf senedine ilişkin şu değerlendirme yapıldı:

''Elbette bir gazetenin kendi vakıf senedindeki ilkelere uyup uymadığı hususu bir ceza yargılaması konusu olmayıp cezai yaptırımdan uzaktır ve öyle de olmalıdır. Ta ki bu gazetenin terör örgütlerine yardımdan suçlanması aşamasında vakıf senedinden başlangıç ilkelerinden ve vakfın amacından ayrılmanın bir kriter olarak yer almasına kadar.''

Kararda, savunmanın bildirdiği "gazetecilik yargılanamaz" savı, Basın Kanunu, hak düşürücü süreler ve editoryal bağımsızlık konularına ilişkin değerlendirmelere yer verildi. Gerekçeli kararda, davada savunma tarafının gerek sanıklar tarafından bireysel bir biçimde gerek vekillerin sözlü ve yazılı açıklamalarıyla ileri sürdüğü ve davanın yersizliğini dayandırdığı ana argümanlardan bir tanesinin de "gazeteciliğin yargılanamaz" olduğu şeklindeki söyleminde bulunulduğu anımsatıldı.

Davada gazetenin birtakım manşetleri, köşe yazıları ve haberlerinin delil olarak yer aldığı hatırlatılan kararda, davada gazetenin yayın politikasının değiştirilmesinin eleştirilmediği ve fakat yayın politikası değişikliği ile yardım olunan örgütler arasında illiyet kurulmak için bu yayın politikasının değişikliğine atıflarda bulunulduğu kaydedilerek, ''Bir mukayese söz konusudur. Kaldı ki bu durum iddianamenin kendi örgüsünde yer alan bir şey de değildir. Yayın politikasının dramatik şekilde değiştiği hususu, bizzat bir kısmı tanık olarak dinlenen, bir kısmı iddianamede görüş olarak yer alan gazetenin eski köşe yazarları, etkili kalemleri tarafından da bildirilmektedir. Dolayısıyla bu değişiklik iddiası, bizatihi iddianamenin ve davanın kapsamında ortaya konulan yeni üretilen, yaratılan bir tartışma konusu olmamıştır.'' ifadesine yer verildi.

- Basın özgürlüğü

Basın Kanunu'na ve basın özgürlüğüne de değinilen kararda, basının demokrasilerin vazgeçilmez unsurlarından biri olduğu, fakat dünyanın herhangi bir yerinde en demokratik olduğu bildirilen yerlerde bile basının tüm kurallardan bağımsız olduğu ve basına sınırsız bir özgürlük tanındığının söylenemeyeceği belirtildi.

Basın Kanunu irdelendiğinde birinci maddede kanunun amacının, basın özgürlüğünü ve bu özgürlüğün kullanımını düzenlemek olarak açıklandığını anlatılan kararda, üçüncü maddede ise "basın özgürlüğü" kavramının başlık olarak ele alındığı, buna göre, "Basın özgürdür. Bu özgürlük bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir." denilmek suretiyle devlet otoritesinin, yasama gücünün basının özgür olduğunu bildirip bunun sınırsız olmadığını, net bir şekilde ikinci fıkradaki istisnai durumda ortaya koyduğu vurgulandı.

Kararda, ''Basın mensupları ve medya organları, gazeteciler kurallardan bağımsız değildir. Davada gazeteciliğin yargılandığı ve yapılamaz olduğu yönündeki argüman yasal zeminde karşılık bulmamaktadır.'' ifadesi kullanıldı.

Basın Kanunu'ndaki hak düşürücü süreye ilişkin yapılan itirazlara da cevap verilen gerekçeli kararda, davada her bir sanığın yazmış olduğu tek bir köşe yazısından yargılanmadığı gibi gazete yöneticilerinin de gazetedeki tek bir haberden dolayı yargılanmadığı belirtilerek, Basın Kanunu'ndaki 4 aylık hak düşürücü süre bu şekliyle ya da uzamış haliyle geçmiş olsun ya da olmasın, her bir yazı ya da haber münferit olarak yargılama konusu olmamakta ve fakat açılan davada ana suçlama olan "terör örgütlerine bilerek ve isteyerek yardım" suçlamasının olup olmadığını değerlendirmeye kriter oluşturan birer "delil" niteliğinde olduğu anlatıldı.

Kararda, eğer yazıların ya da haberlerin bizzat kendisinin bir sanık için yargılama konusu olması halinde o zaman bunların 26. madde çerçevesinde irdelenmesi gerektiği ifade edilerek ancak bu haber ya da yazıların bütünün içerisinde birer parça teşkil eden sanıkların kastını tartışmaya irdelemeye ve diğer delillerle bütünleştirmeye yönelik birer unsur olarak yer aldığı anımsatıldı. Tüm yazı ya da haberlerin CMK 206 ve devamı maddeleri çerçevesinde tanımlanmış birer "delil" mahiyetinde olduğu anlatılan kararda, ''Bu nedenle de bazı yazı ya da haberlerin hak düşürücü süreden dolayı bu davada tartışılamaz olduğu yolundaki savunmalar, davanın mahiyetinden dolayı kabul edilebilir değildir." denildi.

Gerekçeli kararda, "editoryal bağımsızlık" konusunda ise mevcut davada aslında her iki halinin de davada tartışıldığı ya da tartışılması gerektiği bir süreç yaşandığı hatırlatılarak, davadaki ana hareket noktalarından birinin zaten gazetenin, gazete dışı ve gazete ilkeleri ötesinde güç odağı niteliğindeki örgüt ya da örgütlenmelerden etkilenerek yayın yaptığı, diğerinin ise haberlerin verilme şekli, manşete yansıma biçimi hususunda aslında fiili durumun ideale çok da yakın olmadığı hususu olduğu dile getirildi.

Konuya ilişkin sanıklar Ahmet Kadri Gürsel ve Ahmet Şık'ın duruşmadaki beyanları şu şekilde aktarıldı:

''Sanık Ahmet Kadri Gürsel: 'Fiili durumu anlatayım: Gazete günde dört toplantı yapar. Birinci toplantı servis müdürleri ile yazı işlerinin bir araya gelerek yaptığı toplantı. Sonra Genel Yayın Yönetmeni, Yazı İşleri Müdürü, Haber Müdürü ve benim katıldığım, bu sunumların değerlendirildiği ikinci bir toplantı. Öğlen servis şefleri ve benim sayfanın çizimiyle ilgili olan birinci sayfanın yapılması ile ilgili olan toplantı... Yani günde iki toplantıya katılırdım ve sorulara öneri ricalarına ve varsa önerilerimi bu toplantılarda dile getirirdim'

Sanık Ahmet Şık, 14 Mart 2015 tarihli (Ya APO Kandil'e, Ya Biz İmralı'ya) başlıklı röportajın açıklamasını yaparken 'Söyleşi yapılmış ve hiçbir şekilde hakikati eğip bükmeyen haberin öznesinin söylediği cümleleri kendisinin söylediğini belirtilerek ekleme ya da çıkarma yapmadan sadece dil bilgisi kurallarını düzelterek, bir hakikati işaret eden, nesnel gerçekliği herhangi bir şekilde tahrif etmeden anlatılmış bir haberdir.' ifadesini kullanmıştır. Ancak haberlerin tartışılması, veriliş şekli hususunda bizzat sanık Gürsel'in beyanları dikkate alındığında da bu defa fiilen bir editoryal bağımsızlık olmadığı yani haberin tartışıldığı, yayın danışmanından fikir alındığı, görüş sorulduğu anlaşılmakla aslında bu haberin yapılmasında gazetenin de bir ilavesinin olduğu ortaya çıkmaktadır.''

Kararda, firari sanıklardan Can Dündar tarafından yazılmış olan ve yargılama aşamasında da bahsi geçen ''Tutuklandık'' kitabının 17. ve devamı sayfalarında yer alan MİT tırları haberleri konusundaki tartışmayı naklettiği, söz konusu tartışmaya göre sanığın aslında haberin bir tek genel yayın yönetmeni olarak değil vakıf yöneticisi ve icra kurulu başkanı olan Akın Atalay'ın da bilgisi dahilinde olduğu, o zaman haber koordinatörü olan Murat Sabuncu'nun olumlu görüş bildirdiği, sanık Bülent Utku'nun ise haberin yapılmamasından yana görüş bildirdiği hususuna yer vermesi ile vakıf yöneticilerinin ya da icra kurulunun haberlerde ana unsur olarak yer aldığını gösterdiği kaydedildi.

- Karar

Mahkeme heyetinin 25 Nisan'da davaya ilişkin açıkladığı kısa kararına göre, sanıklar Bülent Yener, Turhan Günay ve Günseli Özaltay hakkında ''silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte terör örgütüne yardım etme'' suçundan dava açıldığını belirterek, sanıkların terör örgütlerine yardım ettikleri iddia olunan süreçte taşıdıkları sıfat, yardım kavramını somutlaştıran iş ve eylemlere yönelik katkı durumları dikkate alındığında cezalandırılmalarına yeter her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden beraatlerine karar verilmişti.

Mahkeme heyeti, Cumhuriyet gazetesi İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay'ın, "PKK, DHKP/C ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütlerinin içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte bu örgütlere bilerek ve isteyerek yardım etmek'' suçunu işlediğinin tüm deliller kapsamında değerlendirildiğini belirterek, suçun işlendiği zaman, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, güttüğü amaç ve saik, kasta dayalı kusurunun ağırlığı ve eylem içerisinde yer alma şeklini dikkate alarak, Atalay'ı bu suçtan 8 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına çarptırmıştı.

''Terör örgütüne üye olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek yardım etmek'' suçundan Cumhuriyet gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Vakıf Başkanı Mehmet Orhan Erinç'in 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılmasına hükmeden mahkeme heyeti, aynı suçtan Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Murat Sabuncu ve muhabir Ahmet Şık'ın da ayrı ayrı 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermişti.

Mahkeme heyeti, "terör örgütlerine bilerek ve isteyerek yardım etmek" suçundan sanıklar Bülent Utku'yu 4 yıl 6 ay, Kadri Gürsel'i 2 yıl 6 ay, Aydın Engin'i 7 yıl 6 ay, Hikmet Aslan Çetinkaya'yı 6 yıl 3 ay, Güray Tekin Öz, Hacı Musa Kart, Hakan Karasinir, Mustafa Kemal Güngör ile Önder Çelik'i de ayrı ayrı 3 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırmıştı. Mahkeme ayrıca, Yusuf Emre İper'i ''terör örgütü propagandası yapmak'' suçundan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına çarptırmıştı.

Twitter'daki "jeansbiri" hesabının sahibi Ahmet Kemal Aydoğdu hakkında "terör örgütü yöneticisi olmak'' suçundan dava açıldığını hatırlatan mahkeme, sanığın mevcut deliler kapsamında ''silahlı terör örgütü üyesi olmak'' suçuna vücut verdiğini değerlendirerek, sanığın örgüt içerisindeki konumu, eylemin yoğunluğu, ''jeansbiri'' isimli sosyal paylaşımları nedeniyle etki gücü gibi nedenleri dikkate alan mahkeme, sanığı bu suçtan 10 yıl hapis cezasına çarptırmıştı.

- ''Jeansbiri'nden ele geçirilen paralar müsaderede

Mahkeme, Aydoğdu'da ele geçirilen para sayma makineleri, 238 bin 843 dolar, 48 bin 910 lira ve 3 adet toplamda 34 bin lira tutarındaki çeklerin suçun işlenmesiyle elde edilen ekonomik kazançlar olduğu anlaşıldığından müsaderesini kararlaştırmıştı.

Ceza alan 14 sanık hakkında yurt dışına çıkış yasağı koyan mahkeme, sanıklar Mehmet Orhan Erinç, Bülent Utku, Güray Tekinöz, Önder Çelik, Hacı Musa Kart, Hakan Karasinir, Mustafa Kemal Güngör, Hikmet Aslan Çetinkaya, Turhan Günay ve Akın Atalay'ın ''güveni kötüye kullanma'' suçundan beraatlerine hükmetmişti.

Mahkeme heyeti, haklarında yakalama kararı bulunan firari sanıklar gazetenin eski genel yayın yönetmeni Can Dündar ve İlhan Tanır'ın yapılan tüm aramalara rağmen henüz yakalanmamış ve savunmalarının alınamamış olması nedeniyle dosyalarının ayrılmasına karar vermişti.

(Sürecek)