- Genelkurmay Başkanlığı’nın ortaya çıkan Balyoz Harekât Planı belgelerinin bir plan seminerine ait olduğunu açıklaması, bu tür çalışmaların kanuni dayanağını bir kez daha tartışma konusu yaptı. Seminere dayanak olan ‘iç düşman’ tanımı dayanağını ‘Türkiye’nin Kırmızı Kitabı’ olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nden alıyor. İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay arasında 28 Şubat döneminde 1997’de imzalanan ve kısa adı EMASYA olan Emniyet ve Asayiş Yardımlaşma Protokolü de askere kentlerdeki toplumsal olaylara doğrudan müdahale yetkisi tanıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinde yer alan düzenlemeyse bilindiği gibi darbelere bile dayanak yapılıyor.
Taraf gazetesinin yayımladı Balyoz Harekât Planı adlı bilgiyle bir kez daha gündeme gelen ‘askeri müdahale’ ve ‘iç düşman’ kavramları dayanağını üç önemli kaynaktan alıyor.

1) TSK İç Hizmet Kanunu


Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 1961’den beri kullandığı 211 sayılı İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinde “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır” ifadesi yer alıyor. TSK’nın daha önce imza attığı darbe ve müdahaleler bu maddeye dayandırıldı. Aynı kanunun 36. maddesi TSK’ya ‘Harb sanatını öğrenmek ve öğretmek’ vazifesini veriyor. Maddedeki ‘Bu vazifenin ifası için lazım gelen tesisler ve teşkiller kurulur ve tedbir-ler alınır’ ifadesi, Genelkurmay’ın son planlarla gündeme gelen ‘harp oyunu’, ‘Plan semineri’ ve ‘tatbikatlar’ın yasal dayanağını oluşturuyor.

2) Kırmızı Kitap


Türkiye’nin Milli Güvenlik Siyaseti, kamuoyunda ‘kırmızı kitap’ olarak bilinen ‘Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne göre belirleniyor. Söz konusu belgede ‘Devletin Milli Güvenlik Siyaseti’ şöyle tanımlanıyor: “Milli güvenliğin sağlanması ve milli hedeflere ulaşılması amacı ile Milli Güvenlik Kurulu’nun belirlediği görüşler dahilinde Bakanlar Kurulu tarafından tespit edilen iç, dış ve savunma hareket tarzlarına ait esasları kapsayan siyaseti ifade eder.”
Belgede, Türkiye Cumhuriyetlerinin milli menfaati ve milli hedeflerine karşı tehlikeler sıralanırken düşmanlar ‘iç ve dış’ olarak sınıflandırılıyor.
Belge, ‘geniş ve esnek’ ifadelerle anlatılan iç ve dış düşmanlar ile tehlikelere karşı izlenecek Milli Güvenlik Siyaseti’nin seçimle gelen hükümetler değiştiğinde de sürdürülmesi için hazırlanıyor. Bu nedenle belgenin uygulama aşamasında büyük sorumluluk ‘seçilmişlere’ değil ‘atanmışlara’ özellikle de güvenlik kuruluşlarına yükleniyor. TSK da bu kuruluşların başında geliyor. Devlet, bu belgenin ‘Gizli Anayasa’ olduğunu reddetse de uygulamada böyle.

3) EMASYA Protokolü


Necmettin Erbakan’ın Başbakan olduğu dönemde ordunun ‘postmodern’ müdahalenin yaşandığı 28 Şubat döneminde İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında imzalanan EMASYA protokolleri de güvenlik kuruluşları arasında ordunun etkinliğini artırıyor. 7 Temmuz 1997 tarihli protokol, EMASYA birliklerine, valilik talep etmese de, kendisi gerekli gördüğü durumlarda toplumsal olaylara el koyma yetkisi veriyor. Yasalara göre bir ildeki en büyük mülki amir vali olsa da protokol iç güvenlik operasyonlarında en üst rütbeli Kara Kuvvetleri Komutanlığı mensubunu yetkili kılıyor. 27 maddelik söz konusu protokol, 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/D maddesine dayandırılıyor. Bugüne kadar basına sızan EMASYA uygulamaları, protokolün, gerekli görülen durumlarda, iç asayiş olayları ve güvenlik durumlarında askeri güçlerin nasıl devreye gireceğini düzenlediğini ortaya koyuyor. Söz konusu uygulamalara dair gizli belgeler de EMASYA birimlerinde askerlerin, polis özel harekât timlerini, köy korucularını, jandarma iç güvenlik birliklerini ve jandarma birimlerini yönlendirebildiğini, kâğıt üzerinde İşişleri Bakanlığı’na bağlı olan Jandarma’nın mülki işler bakımından askeri otoriteye bağlı olduğunu, illerde yapılan güvenlik toplantılarında toplanan tüm toplumsal ve istihbari bilgiler askerin elinde toplandığını, Askerin, bu protokolü kullanarak gerek gördüğünde polisin görevi olan ‘toplumsal olaya müdahale’ görevini devralabildiğini gösteriyor. Buna karşın Milli Savunma Bakanlığı 1997’de imzalanan protokolün ardından bu tür yapılanmalara gidildiğine dair haberleri yalanlıyor.

Genelkurmay, ‘rutin’ dedi ama birçok soru yanıtsız


Genelkurmay Başkanlığı dün bir açıklama yaparak darbe iddialarına konu olan ‘Plan Semineri’nin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 2003-2006 yıllarına ait Tatbikat Programı çerçevesinde gerçekleştirdiğini duyurdu. “Bu Plan Semineri’ne ilişkin olarak ortaya atılan iddiaları, aklı ve vicdanı olan hiçbir kimsenin kabul etmesi mümkün değildir” diyen Genelkurmay, Fatih ve Beyazıt camilereninin bombalanması, Ege’de bir Türk jetinin düşürülmesi, on binlerce kişinin gözaltına alınması, darbe sonrası oluşturulacak Bakan’lar Kurulu’nda kimlerin yer alacağının belirlenmesi, gazetecilerin ‘tutuklanılacaklar’ ve ‘kullanılacaklar’ diye ikiye ayrılması gibi iddiaların yer aldığı öne sürülen ‘Çarşaf’, ‘Sakal’, ‘Orji’ gibi uygulama planlarının söz konusu seminerdeki senaryoyla ilgisi bulunup bulunmadığı konusunuysa yanıtsız bıraktı.
Genelkurmay Başkanlığı, resmi internet sitesine dün koyduğu kısa bilgi notunda şu açıklamaları yaptı:
“1. 1’inci Ordu Komutanlığı tarafından 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında icra edilen Plan Semineri’ne ilişkin çeşitli iddialar ve değerlendirmeler medyada yer almaktadır.
2. Söz konusu Plan Semineri, Genelkurmay Başkanlığı 2003-2006 yılları Tatbikatlar Programı’nda bulunmaktadır.

Gaye, "personeli eğitmek"
3. Plan Seminerinin gayesi, dış tehdide ilişkin olarak hazırlanan Harekât Planları’nı geliştirmek ve ilgili personelin eğitimlerini sağlamaktır.
Plan Semineri, giderek tırmanan bir gerginlik dönemini kapsayan bir senaryo içerisinde uygulanmıştır.
1’inci Ordu Komutanlığı sorumluluk bölgesinde icra edilen bu Plan Semineri’nde, Ordu Geri Bölge Emniyeti ve savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi halinde de uygulanan sıkıyönetim konuları üzerinde de durulmuştur.
4. Bu Plan Semineri’ne ilişkin olarak ortaya atılan iddiaları, aklı ve vicdanı olan hiçbir kimsenin kabul etmesi mümkün değildir.
5. Söz konusu iddiaları ciddiye alarak üzerinde yorumlar yapılmasının ve bilgi kirliliği yaratılmasının; özellikle toplumumuzda tedirginlik yaratmak isteyenlerin amacına hizmet edeceği değerlendirilmektedir.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.”

Radikal