Dicle Üniversitesi (DÜ) Hukuk Fakültesi tarafından Kongre Merkezi'nde yapılan ''Yargıda Demokratikleşme'' konulu panelde konuşan Osman Can, Türkiye tarihini inceleyen ve geleneksel yargı anlayışına itirazları olan bir grup hukukçu olarak geleneksel yargı anlayışı ve Türkiye'deki siyasi yapıya itirazlarının olduğunu belirtti.

Batıdaki demokratik gelişmeler ve yargının nasıl bir tarihsel seyir izlediğini gözlemleyip inceleyen insanlar olarak itirazlarını hem teorik hem de pratik temelde ortaya koyduktan sonra Türkiye'de artık seslerini yükseltmeleri gerektiğine inandıklarını anlatan Can, ''İtirazlarımıza cevap aradık ve kamuoyuyla paylaştık. Baktık ki kamuoyunun beklediği cevaplar bunlarmış. Bilgisi olmayanın soru sorma ihtimali yok, ama toplumun çok ciddi itirazları ve soruları var. Demek ki toplum çok ileri bir noktada. Sayımız az ama Türkiye'de yarattığımız sinerji büyük. Toplumda bir dalga vardı, biz de o dalgayı yakaladık. Bu anlamda topluma yücelik atfedilmesi gerek'' dedi.

Türkiye'de dile getirilmeye başlanan itirazlara verdikleri cevaplardan birinin hukuk ile siyaset arasındaki ilişki olduğunu ifade eden Can, hukuk ile siyasetin ayrı olduğu ve siyasetin yargıya karışmaması gerektiği gibi geleneksel algının söz konusu olduğunu kaydetti.

Hukuk ile siyaset, bilim disiplini bakımından ayrı olsa da hukukun temelinin, toplumsal çatışmadan doğan taleplerin siyasi kanallarla ortaya çıkması olduğunu vurgulayan Can, şöyle dedi:

''Hukukun temeli çatışmadır. Çatışma da insanın doğasında var. Taleplerimiz karşı tarafın talepleriyle çatışmaya başladığı zaman geri adım atma konusunda pazarlık sürecine girmezsek hukuk normuna başvururuz. Hukuk normu nasıl üretiliyor? Hukuk normu bizim çatışmamızdan elde ettiğimiz siyaset kanallarıyla üretiliyor. Toplum kendi çatışma ekseni içinde neyin hukuk olması gerektiğine siyasal kanallar üzerinden cevap verir, taleplerini dile getirir. Siyaset kurumu da buna cevap verir. Cevabı parlamento üzerinden norm haline gelir. Yani hukuku üretim zemininde siyaset yatar. Toplumdan söz ettiğimize göre bu temel de demokratik bir temeldir.''

YARGIYA MÜDAHALE
1950 yılına kadar yargının, siyaset müdahalesinden söz etmediğini, aksine yargının görevinin, yürütmenin işini kolaylaştırmak olarak tanımlandığına işaret eden Can, bu eleştirinin Demokrat Parti iktidarıyla başladığını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

''1950 yılına kadar yapılan adli yıl açılış törenlerinde, 'yargının görevi yürütmenin işini kolaylaştırmaktır' denilirdi. 1950'de Demokrat Parti'nin iktidara gelmesiyle yargıtay başkanı, 'siyaset yargıdan elini çekmeli' der. Daha önceki siyaset değildi, 1950'den sonra halkın temsilcileri iktidara gelince siyaset oldu. Belli bir ideolojinin inşa unsuru olarak çalıştığı sürece yargı aslında siyaset yapmıyor ve bu eksende oluşturulmuş bir hukuk hukuktur, siyasetle ilgili değildir. Siyaset dediğimiz şey, toplumun temsilcilerinin ürettiği şeylerdir. Buna yönelik bu eksende bir itiraz olduğu zaman siyaset yargıya daima müdahale iradesi gösteren zararlı bir unsur haline gelir.''

Can, Türkiye'de ne hukuk ne yargı sisteminin toplumsal çatışma eksenlerinde ortaya çıkan demokratik taleplere yanıt verecek şekilde kurgulanmadığını da ifade ederek, ''Türkiye'de hukuk ve yargı, toplumsal çatışma eksenlerinde ortaya çıkan demokratik talepleri ötekileştirmek, susturmak üzerine kurulmuştur. Demokratikleşme dediğimiz husus bunları bertaraf etmeye imkan veren bir husustur. Hukuk düzenimizi toplumsal eksende inşa etmek zorundayız, bu Anayasa'yı çöpe atmak zorundayız'' dedi.

Türkiye'de etnik, dinsel, mezhepsel, kültürel, ekonomik, cinsel eksende çatışmanın var olduğunu ifade eden Can, ''Bütün bu çatışmalar aynı zamanda çözüme yönelik bir çağrıyı dillendirmektedir. Bu çağrı hukuk normuyla karşılanır ama öyle bir hukuk normu yaratmalı ki, insanların hepsinin adalet talebine cevap verecek, bu norm hepsinin ortak iradesinin normu olmalı'' şeklinde konuştu.

DARBE ANAYASASI
Yargıtay Başkanı'nın, ''demokratik meşruiyet derseniz işte Anayasa yüzde 91 küsur ile kabul edildi'' dediğini aktaran Can, 1982 Anayasası'nın halkın ürünü olan bir anayasa olmadığını ve her sandığın başında bir jandarmanın olduğu referandum sonucunda onaylandığını kaydederek, darbe anayasası olduğu için de tartışmaya gerek olmadığını söyledi.

Bir anayasayı meşrulaştırmak için bir kurucu meclis olması gerekliliğine değinen Can, 12 Eylül 1980'de hiçbir siyasi partiye üye olmamak yani siyaset dışı olma şartı aranan kişilerden oluşan bir danışma meclisi kurularak oluşturulan anayasa taslağının, emir komuta zincirinin işlediği Milli Güvenlik Konseyi tarafından kabul edildiğini anlattı.

Can, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Anayasa Mahkemesi Yasası, Danıştay Yasası, Yargıtay Yasası ve yargı bağımsızlığı için çırpınan HSYK'nın yasası da böyle bir dönemde hazırlandı. Kısacası hukukun iskeleti darbe dönemlerinde hazırlandı. 1982 Anayasası ne toplumsal çatışmanın, ne de demokratik bir siyasetin ürünüdür. Dolayısıyla Türkiye'nin adalet beklentilerine cevap vermesi ancak duran bir saat gibi günde 2 saat doğruyu göstermesi kadar yanıt olabilir.''

Panelde konuşan Diyarbakır Baro Başkanı Mehmet Emin Aktar ise yargıç ve savcıları izole eden bir sistem olduğunu belirterek, 1992 yılında Ağrı'da görev yapan bir yargıcın baro başkanının yanında oturduğu için meslekten atıldığını kaydetti.

AA


  ANAYASA ÇALIŞMALARI İLE İLGİLİ FARKLI GÖRÜŞLER İÇİN TIKLAYINIZ.