Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Anadolu Ajansı Genel Müdürlüğü ile İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın ortak organizasyonuyla düzenlenen, ''Kültür Başkentinde Haber Ajansları Buluşması''nın açılışından ayrılırken gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.

Bülent Arınç, ''Açığa alınan 3 generalin Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'ne başvurduğunun anımsatılması'' üzerine şunları söyledi:

''Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) içerisinde askeri hakimin bulunmasına rıza göstermeyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve bunu aynen olumlu kabul eden TBMM varken, komutanların kendilerinden daha ast rütbede olan hakimlere karşı dava açmasını ve o hakimlerin bu komutanlar hakkında hukuka tam uygunluk içinde karar verip veremeyeceklerini kamuoyunun takdirlerine sunuyorum. Böyle bir karar her zaman tartışmalı olacaktır. Tümgeneral emredecek daha düşük rütbedeki askeri hakim bunun dışında bir karar verebilecek.

Mümkündür ama Türkiye'deki yaşadığımız şartlar içerisinde o hakimlerin işlerinin çok zor olduğunu düşünüyorum. O yüzden belki bu olaylar ileride yapılacak bir Anayasa değişikliğinde yargı birliğine gidişte Türkiye'nin çok ciddi davranması gerektiğini ve bu konuda parlamentoya önemli görevler düştüğünü de bize gösteriyor. Türkiye'de meydana gelen her olay, gerçek bir hukuk devletine giderken bizim önümüzü açıyor.''

25 yıl avukatlık yaptığını anlatan Arınç, ''Eğer hakimler ve savcılar, özgürlükçü anlayışla hareket ederler, kararlarında buna dikkat ederlerse, dava açarken de kovuşturma süreci için de bu gözlükle yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, AİHM kararları ve bütün Türkiye'deki yazılı hukuk, yazılı olmayan içtihatlarla hareket ederlerse en katı ceza kuralları bile sonunda yumuşayabilir, hatta beraatla sonuçlanan kararlar verilebilir. Ama bunun tam aksi olursa, özgürlükçü anlayışı terk eder, katı bir anlayışla hareket ederseniz hiç layık olmadığınız cezalarla karşılaşabilirsiniz'' diye konuştu.

Dünkü yargılamalar sırasında İstanbul'da 3 kişinin beraat ettiğini belirten Arınç, ''Şimdi açılan pek çok davaların sonucuna baktığımızda, önce 163. madde vardı. Onun yerine Terörle Mücadele Kanunu geldi, o gitti 312 geldi, o gitti yerine 301 geldi. 312'de de, 301'de de eğer bir hakim özgürlükçü bir anlayışla, suçun unsurlarını tahrip eder ve beraat yönünde karar vermek isterse ki, veriyordu, elini tutan hiçbir güç yoktu. Ama tam aksine siz başka şekilde anlar ve sonucunda ceza uygulama düşüncesiyle hareket ederseniz, alacağınız cezadan başka bir şey değildir'' dedi.

Basın Kanunu'nun sadece 2 maddesinde para cezalarının hapis cezalarına çevrildiğini, bu maddelerin 18 ve 22. maddeler olduğunu belirten Arınç, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''Datça'daki gazete sahibinin aldığı para cezası Basın Kanunu'nun 7. maddesindeki, beyanname verme hükümlülüğünün yerine getirilmemesinden kaynaklanan para cezasıdır. Bunun hapse dönüşmesi de mümkün değildir. Hakimin verdiği bir yanlış karardır, bunun itiraz ve temyiz mercileri de bulunmaktadır. Mevcut yazılı hukuk içinde sıkıntılar olabilir, bunlar konusunda (şöyle olsa daha iyi olacak çünkü bu kötüye yorumlanıyor, suiistimal ediliyor ve bundan basın, gazeteciler, meslektaşlarımız zarar görüyor) denebilir. O yüzden kanunsuz suç ve ceza olmaz prensibi, hukukun evrensel prensiplerindendir. Bu şu demektir, bir suç varsa bütün unsurları açık ve sarih olmalıdır, bu unsurların varlığı halinde ancak ceza verilebilmelidir, yoruma müsait olmamalıdır, muğlak olmamalıdır.''

'TELEFON DİNLEMELERİ BİZİ FEVKALADE RENCİDE EDİYOR'

Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Telefon dinlemeleri bizi fevkalade rencide ediyor. İzinli dinlemelerin, kanun gereğince savcının talebi, hakimin karar vermesiyle sonuçlandığını biliyorum. Bununla ilgili de itirazlar da oldu ama son yapılan araştırma sonuçlarında Türkiye İletişim Başkanlığı (TİP) dediğimiz kurumun, kendisine gelen talepler konusunda yasalar çerçevesinde izinler verdiği, bunların takibe alındığı ve saklandığı, sonunda bir şey çıkmadıysa muhataplarına bildirildiği veya adli makamlara intikal ettiği şeklinde kayıtlar var.

İzinsiz şekilde bir insanın haberi olmadan dinlemeler yapılıyor ve bunlar ifşa ediliyorsa, bunlar belirli amaçlarla kullanılıyorsa ki, fazlaca bu işler yapılıyor, bunun cezalarının artırılmasında fayda gördük. Haberleşmenin gizliliğini ihlal etme konusundaki cezaları artırıyoruz. Bu konuda artık ikinci kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kaydına ilişkin 133. madde cezalarını artırmak istiyoruz. Özel hayatın gizliliğini ihlali kapsayan 134. maddesindeki hapis cezalarını artırmak istiyoruz.''

132, 133 ve 134. kanun maddelerinin, mevcut TCK'daki son fıkralarında ''Bu suçlar basın yayın yoluyla işlendiği takdirde cezalar şu miktarda artar'' şeklinde bir kaydın bulunduğunu belirten Arınç, ''Onu kaldırıyoruz. Tekrar bu mevcut cezalar üzerinden temel ceza üzerinden basın ve yayın organları tarafından işlenmesi halinde bir kat daha ağırlaştırılmasını kaldırıyoruz. Ama mevcut cezayı da artık suçtan caydırıcılık noktasına getirebilmek düşüncesiyle inşallah mümkün olabilir, 132, 133, 134'üncü maddeyi unsurları itibarıyla daha net hale getiriyoruz'' dedi.

''Yargı görevi yapanı etkilemek'', ''Soruşturmanın gizliliğini ihlal'', ''Adil yargılamayı etkilemek'' maddeleriyle ilgili yapmak istediklerini de anlatan Arınç, ''Suçun unsurlarını yeniden belirliyoruz, muğlaklığı ortadan kaldırıyoruz. Kanun yapıcı şüphesiz yasama organıdır ama bunu uygulayacak olan yargının da hem dış etkilerden korunmasını hem de bu konuda karar verirken yazılı hukukta da suç unsurlarının belirlenmesini istiyoruz.

Temel cezaları indiriyoruz. Mevcut soruşturma ve kovuşturmaları etkileyecek bir fıkra ilavesiyle de soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin kamu yararı amacıyla ve haber verme sınırları aşılmaksızın haber konusu yapılması halinde suç oluşmaz gibi bir maddenin ilavesini de uygun buluyoruz'' diye konuştu.





AA