Akşama kadar duyduğu makine gürültüsü nedeniyle sese karşı duyarlılığını kaybeden Hacı yemek yarışmasını izlerken uyuyakalmıştı. Hafif uyanmaya yeltense de buna gücü yetmedi. En rahat yatakta uyumaktan daha iyi bir uyku olan, ister otobüste ister sandalye üzerinde olsun kendiliğinden zihni ve bedeni ele geçiren uykunun karşı konulmaz gücü Hacı’yı da kapıvermişti. 

Hacı rüyasında ağabeyinin hapishaneye düştüğünü gördü. Bu güzelim uykuyu berbat eden bu rüyaya göre Hacı’nın ağabeyi Rüstem bir yerde çalışırken yaşanan hırsızlık nedeniyle yakalanmıştı. Hacı ağabeyinin kaba saba biri olsa da hırsızlığa tenezzül etmeyecek kadar adam olduğunu bildiğinden duruma çok içerledi. Önce eve polis geldi. Rüstem’i apar topar götürdüler. Ne olduğuna dair hiçbir şey söylemediler. Hacı polislerin arkasından bakakaldı. “Var zahar bir bildikleri” demeyi kendine yediremedi. Rüstem ne yapmış olabilirdi ki? Sabah altıda uyanıp akşam 6’ya kadar gürültü, kir ve pas içinde çalışan, kimseye zararı olmayan, akşam eve iki ekmekle dönen ve yarım yamalak bir şeyler izleyip uyuyan bir adamcağızdı Rüstem. Hayatında bunun dışında bir faaliyet neredeyse olmayan Rüstem hırsızlıkla suçlanıyordu. 

Rüyaya göre ve aynı zamanda iddiaya göre fabrikada üç tane çek çalınmıştı. Kamera görüntülerine göre o gün odaya Rüstem girdiği için tek şüpheli Rüstem’di. Polis kamera kayıtlarının sadece yarım saatini izlemişti. Böyle olduğu aylar sonra anlaşılacaktı. 

Doğrudan nezarete attılar. Suçlama ile ilgili bir şey söylemediler. Sıran gelince öğrenirsin dediler. Demir karyola benzeri yataktaki battaniye çok pis kokuyordu. Rüstem fabrikadaki kir ve yağ kokusunu bu kokuya tercih edeceğini düşündü. Nezarethanede başka kimse yoktu. Olduğu yere çömeldi. Bir yandan kokuya alışmaya çalışıyor, bir yandan da durumu anlamaya çalışıyordu. Duruma itiraz edecek gücü de bulamıyordu kendisinde. Halbuki masumiyet ve haklı olmak güçlü olması için yeterliydi ama galiba burada bu duygular geçer akçe değildi.    

Nezarethaneden aldılar yukarıya çıkardılar. İfadeyi alacak olan polis memuru önündeki evraklara bakıyordu. Bilgisayardan ifade tutanağı örneği açtı ve Rüstem’in bilgilerini eklemeye başladı. Avukat çağırmak için sisteme giriş yaptı. 

Rüstem’in hiçbir şeyden haberi yoktu. Polis Rüstem’in yüzüne bile bakmıyordu. Bu kadar mı değersizim diye düşündü Rüstem. Neyse buradan çıkayım da gerisinden bana ne diye iç geçirdi. 

Hacı ise inşallah bu bir rüyadır diye ağır bir ruh sıkıntısıyla rüyayı izliyordu. İzlemek bile zahmetliydi. Hacı dışında rüyada kim olduğu belli olmayan tipler vardı. Ama durumu kimse umursamıyordu. Herkes durumu uzaktan izliyor, Rüstem’e yardımcı olmak yerine acaba ne olacak diye meraklarını tatmin ediyorlardı. 

Hacı’nın aklına bir fikir geldi. Muhtara gideyim diye düşündü. Muhtar uyanık adamdır, siyasetçileri de tanır, bizden de oy aldı, bir yardım edecektir diye düşündü.

Muhtarın kapısına dayandı, zili çaldı. Kapıyı Muhtar Mevlüt açtı.

- “Hayırdır Hacı, bu saatte ne oldu” dedi. 

- “Muhtarım bir sıkıntımız var, iki dakka konuşabilir miyiz ?”

- “Gel buyur gir içeri”

Hacı durumu anlattı. Muhtar dinledi. Rüya bu ya tüm bunlar saniyeden daha hızlı süre zarfında gerçekleşiverdi. 

Muhtar “Dur Ahmet Bey’i arayım” dedi. 

Ahmet Bey siyasetçiydi. Telefonu açmadı. İkinci kez aradı. Yine açmadı. Yarım saat sonra Ahmet Bey aradı. 

“Hah arıyor” dedi Muhtar kasılarak. 

“Başkanım saygılar” diyerek başladı anlatmaya.

Ahmet Bey ilgileneceğini söyledi. İlgilenmedi. 

Rüstem’in ifadesi başlamıştı. 

Suçlamaları reddetti. İfadesini imzaladı. Avukata ne olur bu iş diye sordu. Avukat bişe çıkmaz dedi. Polis sabah savcıya çıkacaksın dedi ve Rüstem tekrar pis kokulu battaniyenin olduğu nezarethaneye indirildi. 

Yorgunluktan sızmıştı. Sabah polis uyandırdı. Saçı darmadağın olmuştu. Sırtı ağrıyordu. Pis de kokmaya başlamıştı. Polis bir tost uzattı. Bir de karton bardakta çay.

“Kahvaltını et. Birazdan çıkacağız.” 

Çıkmak güzel sözdü. Ne de olsa savcı durumu anlayacaktı. 

Savcı ifade almadı. Sadece “İçeri getirin” dedi. Şöyle bir tipini süzdü. Bir iki soru sordu. Tipe bakılırsa Rüstem’in işi zordu. Yıllar onu yormuştu. Genetik olarak kıllıydı. Beli kalındı. Bu tiple işi zordu. 

“Tamam çıkarın” dedi. Odanın dışında beklerken savcının çıktığını ve yan odaya girdiğini gördü.

Odadan çıkan polis elinde evraklarla mahkemeye gidiyoruz dedi. 

“Niye” diye sordu Rüstem.

Polis cevap vermedi. Avukatı aradılar.

Yarım saat sonra avukat geldi. 

“Tutuklama istemiş savcı” dedi. 

Rüstem bakakaldı. 

Hacı adliyeye geldi. Uzaktan Rüstem’i seyretti. El salladı. Sanki otuz yıldır görüşmüyormuşçasına özlem duyuyordu. Koşup sarılmak istedi ama oraya geçemedi. 

Sorgu hakimi şişman ve kısa boyluydu. Rüstem’in yüzüne bakmıyordu. 

Dosyayı karıştırdı, karıştırdı, karıştırdı. 

O da bir iki soru sordu, tutanağa geçirdi. Tutanağın düzenli olmasına özen gösteriyor ama Rüstem’in ne dediğine dikkat etmiyordu. 

“… şüphelinin TUTUKLANMASINA” lafını duydu Rüstem. Hakimle tek gerçek teması bu sözü duyduğu andı. 

Eli ayağı buza kesilmişti. Aynı anda beyninden aşağı doğru akan sıcak bir şeyler hissediyordu. 

Avukatı “Merak etme itiraz ederiz.” dedi ve gitti. 

Rüstem’e kelepçe taktılar. Kardeşine el sallamasına izin verdiler. Ekip aracı kısa sürede adliyeden ayrılmıştı. 

Avukata bir şeyler sordu ama ne dediğini anlamadı. 

Aşağıya inerken Bakanlığın “Lekelenmeme Hakkı” diye bir afişi olduğunu gördü. Buradan bir şey çıkar mı acaba diye düşündü. 

Rüya devam etti. İlerleyen bölümde Rüstem’in çalıştığı fabrikanın sahibini kalabalık bir masada Muhtar ve Ahmet Bey’le tava yerken gördü. 

Uyandığında şükür Allah’ıma dedi. Gördüklerinin rüya olduğunu anladığında hissettikleri dünyanın en güzel hislerinden birisi gibiydi. 

Kahvaltı ederken haberlerde sahte hırsızlık iddiası ile ilgili bir olaydan bahsedildiğini duydu. İş adamının sigortadan para alabilmek için hırsızlık iddiasında bulunduğu, bunun üzerine işyerinde çalışan iki yabancı uyruklu işçinin tutuklandığı anlatılıyordu. Fazla düşünecek zamanı yoktu. Ekmek peyniri bir lokmada yutup üzerine çayını kafaya dikti. Servisin gelmesine az kalmıştı.