11.06.2022 tarihli “HAGB Kararı ile Birlikte Verilen Müsadere Kararının İnfazı” başlıklı yazımızda; sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve müsadere kararı verildiği durumda, müsaderenin derhal infazına başlanmasını mülkiyet hakkı çerçevesinde değerlendiren Anayasa Mahkemesi’nin iki kararı incelenmiş olup, bu yazıda ise Anayasa Mahkemesi’nin görüşü doğrultusunda mülk kavramı kısaca değerlendirildikten sonra, hükmün açıklanmasının geri bırakılması halinde, müsaderesine karar verilen eşyanın akıbeti incelenecektir.

I. Müsaderesine Karar Verilen Eşya Yönünden Mülkiyet Hakkı

Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen “Eşya Müsaderesi” kenar başlıklı 54. maddesinin ilk 4 fıkrasına göre;

“(1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir. Eşyanın üzerinde iyiniyetli üçüncü kişiler lehine tesis edilmiş sınırlı ayni hakkın bulunması halinde müsadere kararı, bu hak saklı kalmak şartıyla verilir.

(2) Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkansız kılınması halinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir.

(3) Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir.

(4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir”.

Hükmün gerekçesine göre; müsaderenin hukuki niteliğinin “güvenlik tedbiri” olduğu, bu nedenle müsadereye hükmedilmesi için bir suç işlenmesi zorunlu olmakla birlikte, kişinin bu suçtan cezaya mahkum edilmesi şartı aranmamaktadır.

Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik içtihadına göre; Anayasanın 35. maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkı, iktisadi değer ifade eden ve para ile değerlendirilebilen her türlü malvarlığını kapsamaktadır. Bu kapsamda; menkul ve gayrimenkul ve bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ile fikri hakların yanında ayrıca icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dahildir[1]. AYM; mülkiyet hakkının, özel hukukta veya idare hukukunda kabul edilen mülkiyet hakkı kavramlarından farklı bir anlam ve kapsama sahip olduğunu, bu alanlarda kabul edilen mülkiyet hakkının yasal düzenlemeler ve içtihattan bağımsız olarak özerk bir yorumla ele alınması gerektiği kanaatindedir.

Ayrıca AYM; mülk teşkil eden bir varlığın bulundurulması, taşınması kullanılması veya alım-satımının suç veya kabahat oluşturması veya suçta kullanılmasının, o şeyin mülk olma vasfını değiştirmediğini, esas itibariyle mülkün toplum yararına aykırı kullanılmasının kontrolü çerçevesinde bu varlığa elkoyulmasını meşru hale getirdiği görüşündedir.

AYM bireysel başvuru kapsamında mülkün mevcut olup olmadığını incelerken; mülke elkoyan veya onun mülkiyetini kamuya geçiren idari bir işlem veya yargısal kararın değil, müdahale öncesi durumun dikkate alınması gerektiğini belirtmektedir.

Bu doğrultuda; bir önceki yazımıza konu Süleyman Başmeydan kararında AYM çoğunluk görüşü, müsadereye konu ağaçların başvurucu tarafından dikildiği ve kendisine ait olduğu, bu durumda bu ağaçlar yönünden başvurucunun Anayasa m.35 anlamında mevcut bir mülkü bulunduğu sonucuna ulaşmıştır. Karşı oyda ise; Anayasa m.35’de düzenlenen mülkiyet hakkının mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvence olduğu, kişinin sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkının, istisnai olarak, belirli durumlarda bir iktisadi değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik “meşru bir beklenti” şartının gerçekleşmesi halinde mümkün olabileceği, temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığının meşru beklentinin kabulü için yeterli olmayacağı ifade edilmiştir.

II. Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Halinde Müsadere Kararının Akıbeti

Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 13.03.2019 tarihli ve 2019/779 E. 2019/4257 K. sayılı kararına göre; “hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile birlikte verilen müsadere kararı da bu hükme bağlı olduğundan askıda bir karardır ve hüküm açıklanıncaya kadar hukuki sonuç doğurma yeteneği bulunmamaktadır. Hüküm açıklanmadıkça müsadere kararı da sonuç doğurmayacaktır”.

Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 13.02.2019 tarihli ve 2018/17120 E. 2019/8011 K. sayılı kararında; “…hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarının dava konusu elkoyulmuş eşya ve nakil aracının müsaderesine ilişkin kararları da kapsadığı, 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 5. fıkrası, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade eder şekilde düzenlenmiş olup, bu hükmün içinde yer alan müsadere kararının da uygulanma imkanının bulunmadığı, ancak açıklanması halinde hükümle birlikte değerlendirilebileceği…” denilerek, HAGB kurumu ile birlikte verilen müsadere kararının, hüküm açıklanıncaya kadar askıda olduğu vurgulanmıştır.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” başlıklı 231. maddesinin 5. fıkrasına göre; “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade eder”.

Yargıtay içtihadı ve CMK m.231/5 hükmü uyarınca; HAGB kararı verilen hallerde, denetim süresi içerisinde müsadere kararının infazı mümkün değildir. Kural olarak; müsadere kararının infazı için, sanık hakkında verilen mahkumiyet hükmünün kesinleşmesi gerekmektedir. Mahkumiyet hükmünün kesinleşmesi ise; sanığın denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uymaması üzerine, hüküm açıklandıktan sonra olağan kanun yollarının tüketilmesi halinde gerçekleşir.

Müsadere konusu eşyaya yargılama sürecinde elkoyulduğundan ve HAGB kararı verilmesi ile hükmün askıda kaldığı sürede bu eşya sanığa yediemin sıfatı ile bırakılmadığından, sözkonusu eşya denetim süresi içerisinde sanığın tasarrufunda bulunmamaktadır. Bununla birlikte; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 11.07.2014 tarihli, 2014/6-66 E. ve 2014/365 K. sayılı kararında da ifade edildiği üzere, TCK m.54/4 kapsamına giren eşya hariç olmak üzere, müsadereye konu edilen eşyanın denetim süresinde yediemin sıfatıyla sanığa teslimine karar verilip verilemeyeceğinin de mahkemece değerlendirilmesi gerekmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 256 ila 259. maddelerinde; müsadere kararı verilmesini gerektiren hallerde, kamu davası açılmamışsa veya kamu davası açılmakla birlikte bu konuda esasla birlikte bir karar verilmemişse, davayı görmeye yetkili mahkemeden bu hususta karar vermesinin istenebileceği, iade edilmesi gereken eşya veya malvarlığı değeri (örneğin eşyanın iyiniyetli üçüncü kişiye ait olması) ile ilgili esasla birlikte karar verilmemişse, davayı gören mahkemece re’sen veya talep üzerine iade kararının verilebileceği, müsaderenin konusunu oluşturan eşyanın “suç konusu eşya” olması halinde bu konuda kararın duruşmalı şekilde yapılacak inceleme üzerine mahkemece verileceği, bu karara karşı istinaf yoluna başvurabileceği, “suçun konusunu oluşturmamakla birlikte müsaderesi gereken eşya” (suç konusu olmayan, suçta kullanılmayan ve sahibi hakkında ceza davası açılmayıp bulundurulması, taşınması izne tabi bulunduğu için zoralımı gereken eşya) hakkında sulh ceza hakimliği tarafından dosya üzerinden yapılacak inceleme ile karar verileceği düzenlenmiştir. CMK m.267 uyarınca, sulh ceza hakimliğinin bu kararına karşı itiraz yoluna başvurulabilir.

Müsadere kararı verilebilmesi için, sanığın mahkumiyetine hükmedilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Sanığın; ceza sorumluluğunu kaldıran hallerden birisinin varlığı, suçu işlediğinin ispat edilememesi veya suçu işlemediğinin anlaşılması, zamanaşımı sebebiyle düşme kararı verilmesi gibi durumlarda mahkumiyetine karar verilmediği halde, şartları oluştuğunda eşyanın müsaderesine karar verilebilmektedir. Özetle; eşyanın müsaderesi, sadece sanığın ceza sorumluluğu ile ilgili bir müessese olmayıp, sanık hakkında cezaya hükmolunmasa bile TCK m.54’de sayılan şartları taşıyan eşya hakkında müsadere kararı verilebilir[2].

Müsaderenin güvenlik tedbiri olması nedeniyle, kural olarak düşme kararının verilmesi ile eşyanın veya kazancın iadesi gerekmektedir. Ancak eşyanın; TCK m.54/1 kapsamında “suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlike oluşturduğu” veya m.54/4 kapsamında “eşyanın üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı başlı başına suç oluşturduğu” durumlarda, mahkumiyet kararı verilmemesine rağmen eşya müsadere edilecektir.

Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 22.12.2021 tarihli, 2021/15949 E. ve 2021/18008 K. sayılı kararında; “12.03.2010 tarihli karar ile sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, kararın kesinleştiği 12.05.2010 tarihinden itibaren denetim süresi olan 5 yıl içerisinde kasten yeni bir suç işlemediği gerekçesiyle 21.03.2016 tarihli ek karar ile 5271 sayılı CMK’nun 231/10. maddesi uyarınca açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılmasına ve davanın düşmesine karar verildiği anlaşılmakla; duruşma açılması ve suça konu kaçak orman emvali ile nakil aracının müsaderesi hususunda yeniden bir karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm verilmesi…” bozma sebebi sayılmıştır.

Sanığın 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun m.13/1 uyarınca cezalandırılmasına, suça konu tabanca ve şarjörün müsaderesine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar sonrasında, düşme kararı ile birlikte bulundurma ruhsatlı tabancanın akıbeti ile ilgili yeniden karar verilmesi gerektiğine dair Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 16.03.2020 tarihli, 2019/22602 E. ve 2020/11574 K. sayılı kararına göre; “hükmün açıklanmasıyla birlikte hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararın bütün hüküm ve sonuçları ile ortadan kalkacağı gözetildiğinde, mahkemece denetim süresi içinde suç işlenmemesi nedeniyle açılan kamu davasının düşürülmesi kararı ile birlikte suça konu silahın akıbeti hususunda yeniden bir karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi karşısında, merci tarafından itirazın kabulü yerine, yazılı gerekçe ile reddine karar verilmesinde hukuka uygunluk görülmemiş ve anılan kararın kanun yararına bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir”.

Belirtmeliyiz ki; sadece HAGB ve davanın düşmesi kararlarında değil, zamanaşımı, beraat, kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararları verilmesi halinde de, eşyanın müsadere edilmesini gerektiren nitelikte olduğunun tespiti halinde müsadere edilmesi mümkündür.

Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 2018/8112 E. 2019/4146 K. sayılı kararında; “…suça konu silahın kurusıkı tabanca olduğunu bildikleri yönündeki savunmalarının aksine ele geçen tabancanın vasıflarını bilerek bulundurduklarına dair her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı halde, bizatihi suç teşkil eden 6136 sayılı yasa kapsamındaki tabancanın müsaderesi ile sanıkların beraatine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmediği” belirtildiği üzere, sanıkların beraatine karar verilse dahi bulundurulması suç teşkil eden eşyanın müsaderesine karar verilmesi gerekmektedir.

Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin 07.02.2019 tarihli ve 2016/1586 E. 2019/755 K. sayılı kararında; “Şüpheli hakkında yürütülen soruşturma esnasında ele geçirilen ve müsaderesi talep edilen esrarın TCK’nın 54. maddesinin 4. fıkrası anlamında üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturmakta ise de, şüpheliye isnat edilen ve TCK’nın 191. maddesinde düzenlenmiş olan ‘kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma’ suçunun konusunu oluşturmakta olup, öncelikle TCK’nın 54. maddesinin 1. fıkrası kapsamında müsadere edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, her ne kadar TCK’nın 191. maddesinin 2. fıkrası uyarınca kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar verilmiş olması nedeniyle, şartları oluşması halinde kanundaki özel düzenleme gereğince kamu davası açılmama ihtimali olsa dahi, suça konu esrarın öncelikle TCK’nın 54. maddesinin 1. fıkrası kapsamında müsadere edilmesi gerektiğinden, CMK’nın 256. maddesinin 1. fıkrasında yer alan bu konuya ilişkin özel düzenleme ve 257/1. maddesi uyarınca müsadere incelemesi için kamu davası açılmamış olsa dahi davayı görmeye görevli mahkeme duruşma açarak karar vermesi gerekirken, duruşmasız olarak yapılan inceleme sonucu karar verilmesi…” bozma sebebi sayılmıştır.

Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 19.03.2008 tarihli ve 2008/1883 E. 2008/2722 K. sayılı kararına göre; “Sanığın ruhsatsız olarak taşıdığı anlaşılan silahın üzerinde yapılan bilirkişi incelemesi sonucuna göre, silahın ateş almadığı, ustalık gerektiren ve üzerinde uğraşılmak suretiyle giderilebilecek bir arızası bulunduğundan bahisle sanığın beraatına karar verilmiş ise de, Türk Ceza Kanunu m.54/4 uyarınca üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan silah ve şarjörünün müsadere edilmesi yerine, yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmediğinden…” gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.

Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 21.12.2021 tarihli ve 2021/3620 E. 2021/17838 K. sayılı kararına göre; temyiz inceleme gününde 5237 sayılı TCK’nun 66/1-e maddesinde öngörülen 8 yıllık asli zamanaşımı süresi tamamlanmış olmakla sanığın temyiz itirazları yerinde görülerek hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK'nun 321. maddesi uyarınca bozulmasına, TCK'nun 66/1-e ve CMK’nun 223/8. maddeleri uyarınca sanık hakkındaki kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine, kaçak akaryakıtın 5607 sayılı Yasanın 13. maddesi yollamasıyla TCK'nun 54/4. maddesi gereğince müsaderesine” karar verilmiştir.

Sonuç olarak; Yargıtay içtihadı ile kabul edildiği üzere, sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğinde, bu karar müsadere hükmünü de kapsayacaktır. Bu sebeple; denetim süresi içerisinde müsadere kararının infaz edilmesi mümkün olmayıp, müsadere kararı denetim süresinde askıda kalacaktır. Hükmün açıklanması ve kanun yolları tüketilerek mahkumiyetin kesinleşmesi halinde müsadere kararı infaz edilecek olup; denetim süresinde kasıtlı bir suç işlenmediği ve belirlenen yükümlülüklere uygun davranıldığı durumda, CMK m.231/10 uyarınca davanın düşmesine karar verilmesi halinde ise, eşyanın müsaderesi ile ilgili mahkemece yeniden değerlendirme yapılacaktır.

Bu değerlendirmede; eşyanın niteliği itibariyle TCK m.54/1 ve 54/4 kapsamında müsadereyi gerektirip gerektirmediği incelenecek, suçta kullanılmayan, suçun işlenmesine tahsis edilmeyen, suçtan meydana gelmeyen, üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç teşkil etmeyen eşya iade edilebilecektir.

Eşyanın kişi hakkında kamu davası açılmasa bile bizatihi müsadereye tabi olması ve/veya her halükarda kanun gereği müsaderesinin gerekmesi sebebiyle; HAGB kararı ile birlikte verilen müsadere kararının hükmün açıklanması ve kanun yollarının tüketilmesi üzerine mahkumiyetin kesinleşmesi veya düşme kararı verilmesi beklenmeksizin infaz edilebileceğine dair görüş bulunmakta ise de, içtihadın müsadere kararının HAGB kapsamında askıda olduğunu ve denetim süresi içerisinde hukuki sonuç doğurmayacağını kabul etmesi karşısında, bu konuda açık yasal düzenleme yapılmadığı sürece bu görüşün tatbikine imkan bulunmamaktadır. Kanaatimizce, bu görüşün içtihat yolu ile geliştirilmesi mümkün gözükmemektedir. Çünkü müsaderenin konusu olan eşya; Anayasa Mahkemesi’nin kabul ettiği üzere mülkiyet hakkını ilgilendirmekte olup, Anayasanın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesi ve “Mülkiyet hakkı” başlıklı 35. maddesi uyarınca yasal düzenleme yapılmasını zorunlu kılmaktadır.

Anayasa Mahkemesi Süleyman Başmeydan kararında; “HAGB kararı verildiği takdirde elkoyulan eşya yönünden nasıl bir karar verileceği ve müsadere tedbirinin nasıl uygulanacağı konusunda bir belirsizlik bulunduğu anlaşılmaktadır. Kanundan kaynaklanan bu belirsizliğin ise somut olayda olduğu gibi mülkiyet hakkının ihlaline sebebiyet veren uygulamalara yol açtığı görülmektedir. Mülkiyet hakkının ihlaline yol açan söz konusu belirsizliğin nasıl giderileceği, HAGB kararı verildiği takdirde elkoyulan eşya ile ilgili olarak 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) ve (4) numaralı fıkraları kapsamında olup olmadığına göre nasıl bir karar verileceği, yine HAGB kararının verildiği hallerde elkoyma tedbirinin devamı veya sona erdirilmesi ya da müsadere kararına karşı nasıl ve ne şekilde kanun yoluna başvurulacağı, müsadere tedbirinin ne zaman uygulanacağı, bir an önce uygulanmasının zorunlu olduğu durumlarda tazminat dahil çeşitli mekanizmalar öngörülmek suretiyle mülk sahibinin haklarının nasıl korunacağı gibi hususları belirlemek ise yasama organının takdirindedir. Buna göre bütün bu hususların değerlendirilmesi için kararın bir örneğinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bildirilmesi gerekir.” gerekçelerine yer vererek, bu konuda yasal düzenleme yapılması gerekliliğini vurgulamıştır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Beyza Başer Berkün

Stj. Av. Berra Berçik

------------------------

[1] Anayasa Mahkemesi’nin 01.02.2017 tarihli ve 2014/11441 başvuru numaralı Mahmut Duran kararı.

[2] Ersan Şen - Beyza Başer Berkün, Temyiz İncelemesinde Müsadere Hakkında Verilebilecek Kararlar, Erişim Tarihi: 13.06.2022.