5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.213’de düzenlenen “Halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit” başlıklı suça göre;

“(1) Halk arasında endişe, korku ve panik yaratmak amacıyla hayat, sağlık, vücut veya cinsel dokunulmazlık ya da malvarlığı bakımından alenen tehditte bulunan kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Suçun silahla işlenmesi halinde, verilecek ceza, kullanılan silahın niteliğine göre yarı oranına kadar artırılabilir”.

TCK m.213’ün gerekçesine göre; Bölüm başlığı ‘Kamu Barışına Karşı Suçlar’ olarak belirlenmiştir. Kamu barışı kavramından, bireyler arasındaki ilişkilerde hu­kukun egemen olduğu toplum düzeni anlaşılmalıdır. Bireylerin taşıdığı, ba­rış esasına dayalı bir hukuk toplumunda yaşadıklarına dair duygunun da, kamu barışı kavramı içerisinde düşünülmesi gerekmektedir. Bu kavram, kamu güvenliği kavramından daha geniş bir anlam içeriğine sahiptir.

Madde ile ülkenin belli bir bölgesinde yaşayan halkın hayat, sağlık, vücut veya cinsel dokunulmazlık ya da malvarlığı bakımından tehdit edil­mesi, suç haline getirilmiştir. Suçun oluşması için belirli kişi veya kişilerin değil fakat gayri muayyen kişilerden oluşan kitlelerin tehdide muhatap ol­ması aranır. Tehdidin halkın hayatı, sağlığı, vücut veya cinsel dokunulmaz­lık ya da malvarlığı bakımından bir korku, endişe veya panik meydana ge­tirmek amacıyla yapılmış olması gereklidir. Endişe, korku ve panik kelime­leri halkta meydana gelecek telaş halinin değişik derecelerde olabileceğini ifade amacıyla kullanılmıştır. Suçun oluşması bakımından bu hallerin fiilen gerçekleşmiş olması aranmaz. Tehdidin objektif olarak böyle bir hale sebe­biyet verebilecek nitelikte olması yeterlidir.

İkinci fıkrada, fiilin silahla işlenmesi hali, silahın niteliği de dikkate alınarak bir ağırlaştırıcı sebep olarak öngörülmüştür”.

(i) TCK m.213’ün TCK m.106’da Düzenlenen Tehdit Suçundan Farkları

Halkı korkuya ve paniğe sürüklemek amacıyla alenen tehdit; TCK m.106’da[1] düzenlenen tehdit suçundan, suçun mağduru, manevi unsura dahil olan özel kast ve fiilin aleni bir şekilde işlenmesi zorunluluğu taşıması bakımlarından ayrılmaktadır. TCK m.213’de tehdidin; hayat, sağlık veya cinsel dokunulmazlığa yönelmesi ile bu suçun malvarlığına karşı işlenmesi arasında öngörülen hapis cezası süresi bakımından bir fark gözetilmemesinin, “suçun ve cezasının orantılı olması” ilkesine aykırı olduğu düşünebilir. Vücut, sağlık, hayat ve cinsel dokunulmazlığın, malvarlığı ve mülkiyet hakkından daha mühim olduğu, ilk sayılan hakların korunmasında, diğerine göre daha yüksek bir yarar bulunduğu tartışmasızdır. Bu nedenle; ceza adaleti ve suçlar karşısında öngörülen hapis cezası sürelerinin hakkaniyete uygun bir şekilde, diğer suçlar için öngörülen cezalar ile orantılı olması zorunluluğu gözetilerek, TCK m.213’de de; TCK.106’da olduğu gibi, beden dokunulmazlığına yönelik tehditlerde, malvarlığına karşı tehditlere göre daha ağır bir yaptırımın öngörülmesi gerektiği kanaatindeyiz.

(ii) 213. Maddenin İkinci Fıkrasında Düzenlenen Nitelikli Hal

TCK m.213/2’de; suçun silahla işlenmesi nitelikli hal olarak düzenlenmiş, silahın niteliğine göre cezanın yarısına kadar artırılabileceği belirtilmiştir. Kullanılan aracın silah olup olmadığının tespitinde, TCK m.6/1-f’de yer alan tanım esas alınmalıdır. Buna göre; “1. Ateşli silahlar, 2. Patlayıcı maddeler, 3. Saldırı ve savunmada kullanılmak üzere yapılmış her türlü kesici, delici veya bereleyici alet, 4. Saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler, 5. Yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeler” kullanmak suretiyle, halk arasında korku ve panik yaratılması amacıyla alenen tehditte bulunulması halinde, ceza yarı oranında artırılabilecektir.

(iii) Suçun Fiil Unsuru

Tehdit; gözdağı vermek, göz korkutmak, korkutmak anlamlarına gelmektedir. TCK m.213’de, “tehdit” içerikli fiilin nasıl gerçekleştirileceği, TCK m.106’da olduğu gibi “hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceği veya “malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceği şeklinde açıkça ifade edilmeyip, “tehditte bulunan kişi” ibaresine yer verilmekle yetinilmiştir. TCK m.213 bakımından tehdidin nasıl gerçekleştirileceği konusunda; TCK m.106’da olduğu gibi, failin, hayat, vücut ve cinsel dokunulmazlık bakımından bir saldırı gerçekleştireceğini veya malvarlığı bakımından bir zarara uğratacağını bildirmesi esas alınmalıdır. TCK m.213’de düzenlenen suçun oluşabilmesi için, tehdit içerikli ifadelerin belirli bir ağırlıkta olması, düşünce açıklaması ve eleştiri sınırını aşması gerekir. Aksi takdirde; ne kadar rahatsız edici olursa olsun, ifade hürriyeti kapsamında kalan söz, yazı ve diğer düşünce açıklamalarının Ceza Hukuku kapsamında değerlendirilmesinin, ifade hürriyetinin sınırlandırılma koşullarını düzenleyen Anayasa m.26/2 ve İHAS m.10/2’ye aykırı olacağı tartışmasızdır.

(iv) Suçun Mağduru

Kamu barışına karşı suçlardan, halk arasında korku (bir tehlikeden duyulan kaygı) ve panik (ani dehşet duygusu) yaratmak[2] amacıyla tehdit suçunun mağduru; belirli ve belirlenebilir bireylerden değil, belirli olmayan kişiler olup, halkın bir kesimi veya tamamıdır. Nitekim bu husus TCK m.213’ün gerekçesinde de ifade edilmiştir. “Halk” kelimesinin tanımlarından birisi Türk Dil Kurumu tarafından “Belli bir bölgede veya çevrede yaşayanların bütünü, ahali” olarak ifade edilmiştir. Kanaatimizce; halkın tamamına veya yalnızca bir millete yönelik, maddede düzenlenen diğer unsurları taşıyan tehditler değil, aynı millete mensup olsun veya olmasın veya aynı kültürel değerleri taşısın taşımasın belirli bir bölgede yaşayan insan topluluklarına karşı gerçekleştirilen tehdit fiilleri de TCK m.213’ü meydana getirecektir.

TCK m.106’da düzenlenen tehdit suçunda mağdur; belirli veya belirlenebilir bir kişi iken, TCK m.213’de düzenlenen suçun mağduru belli kimselerden oluşmayan topluluk, halkın bir kesimi, bir bölgede yaşayanlardan, belirli bir gruba üye olan, dini veya politik görüşü benimseyenlerden oluşur. Belirli bir kimsenin hedef gösterilerek tehdit edilmesi halinde, tehdit anında bölgede başkaları veya bir topluluk bulunsa dahi TCK m.213’ün değil, TCK m.106’da düzenlenen tehdit suçunun oluşacağına dair Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 22.11.2011 tarihli, 2009/20409 E. ve 2011/28869 K. sayılı kararında; “Sanığın olay gecesi köy içinde sokak kenarından geçen elektrik tellerinin altında saçmaların tellere isabet edip zarar verebileceğini öngörecek biçimde av tüfeği ile iki el havaya ateş açarak elektrik tellerinin kopmasına neden olmak ve aynı esnada köylüsü mağdur Mustafa Kırbaçoğlu’nun ismini seslenip küfrederek onu kastetmek suretiyle ‘bu köyde bu gece çok canlar yanacak’ şeklinde söz söylemesi eylemlerinin olası kastla mala zarar verme ve kişilerin hayatı ve vücut dokunulmazlığına yönelik saldırı gerçekleştireceğinden bahisle silahla tehdit suçlarını oluşturacağı ve TCK’nın 152/1-a, 21/2 ve 106/1, 2-a maddeleri ile cezalandırılması gerektiği gözetilmeden kasten mala zarar verme ve halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit suçlarından yazılı şekilde cezalandırılmasına karar verilmesi(…)” bozma nedeni sayılmıştır[3].

(v) Aleniyet Kavramı

TCK m.213’de düzenlenen suçun fiil unsurunu, malvarlığı veya bireylerin bedensel ve cinsel sağlıkları bakımından alenen tehditte bulunmak oluşturur. Maddede objektif cezalandırılma koşulu olarak, halk arasında endişe, korku ve panik çıkarılması öngörülmemiş, bu unsurlar, failin manevi unsurunun kapsamı gereken özel kast, yani saik olarak düzenlenmiştir. Doktrinde; bu suçun işlenmesinde genel kastın, yani failin fiili ile halk arasında endişe, korku ve panik yaratacağını bilmesi ve alenen tehditte bulunmayı istemesinin yeterli olduğu ileri sürülmüş, buna gerekçe olarak, kanun koyucunun bu suçta yer verdiği “amacıyla” ifadesi ile yalnızca failin amacını belirlemeyi hedeflediği gösterilmiştir[4]. Bu görüşe katılmadığımızı, çünkü kanun koyucunun, madde metninde “amacıyla”, “maksadıyla”, “saiki ile” veya “bir şeyi yapması için” gibi, failin işlediği fiili neden işlediğine önem atfettiğini gösteren ibarelere yer verdiği durumda, bu ibarelerin görmezden gelinemeyeceğini ifade etmeliyiz. TCK m.213’ün madde metninde, suçun belirli bir amaçla yapılması gerektiği yazmakta olup, suçun manevi unsurunun kapsaması gereken bu amacın ne olduğu da açıkça belirtilmiştir. Halk arasında korku ve panik yaratılmasını amaçlamayan, ancak nitelik itibari ile buna elverişli olan davranışların, suçun manevi unsuru meydana gelmediği için bu suç kapsamında değerlendirilemeyeceği düşüncesindeyiz. Şu halde failin; halk arasında endişe, korku ve panik çıkarılması amacıyla hareket etmesi, ayrıca sözlerinin veya yazılı beyanlarının, halkı korkuya ve paniğe sürüklemeye elverişli olması gerekir.

Buna ek olarak; bu suçun yalnızca söz veya yazı ile değil, işaret ve sembollerle de işlenebileceği görülmektedir. Nitekim Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 16.05.2013 tarihli, 2011/9809 E. ve 2013/7758 K. sayılı kararında; “Sanığın, halkın hayatı, sağlığı, vücut dokunulmazlığı ya da malvarlığı bakımından korku, endişe ve panik meydana getirmek amacıyla terör örgütünün propagandasını içeren yazılar ile birlikte bomba süsü verilmiş paketleri bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda halkın yoğun olarak bulunduğu yerlere bırakılması şeklinde gerçekleşen eylemlerinin, silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunun yanında ayrıca TCK’nın 213. maddesinde tanımlanan halk arasında endişe, panik, korku ve panik yaratılması amacıyla tehdit suçuna da oluşturacağı(…) ifade edilmiştir.

Halk arasında korkuya veya paniğe yol açmaya elverişli fiillerin alenen gerçekleştirilmesi gerekir. Suçun düzenlenme nedeni ve koruduğu hukukin değer dikkate alındığında, aleniyet şartının yerinde olduğu tartışmasızdır. Aleniyet; açıklık, ortada olma anlamlarına gelmekte olup, fiilin belirli olmayan ve birden fazla kişi tarafından duyulmaya veya algılanmaya elverişli olmalıdır. Bu elverişlilik olmadığında, suçun maddi unsuru oluşmayacaktır. Aleniyetin mevcut olmadığı durumda, tehdit içerikli fiillerin mağdurunu belirli olduğu veya en azından belirlenebilir olduğu anlaşılırsa, TCK m.106’da düzenlenen tehdit suçu bakımından inceleme yapılmalıdır.

TCK m.213’ün tatbikinde, failin alenen tehditte bulunması yeterli olmayıp, fiili ile halk arasında endişe, korku ve panik yaratmayı amaçlaması gerekirse de, suçun meydana gelmesi için halk arasında endişe, korku ve panik oluşması şart değildir. İncelememize konu suç, bu yönüyle TCK m.216’dan[5] ayrılmaktadır; zira TCK m.216’da objektif cezalandırılma koşulu olarak, “kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde” failin cezalandırılacağı belirtilmiştir ki, bu yönüyle halk arasında korku ve panik yaratılması amacıyla tehdit suçu ile suçu ve suçluyu övme suçunu düzenleyen ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçları birbirinden ayrılmaktadır.

(vi) TCK m.213’ün Kamu Barışına Karşı Bazı Suçlar ile Benzer ve Farklı Yönleri ve Uygulamada Karşılaşılabilecek Sorunlar

TCK m.213 soyut tehlikeyi yeterli görürken, diğer suçlar netice yönünden somut tehlikeyi, yani karar veren makam tarafından belirlenebilir bir tehlikenin ortaya çıkmasının tespitini aramıştır. Somut tehlikenin oluştuğunun belirlenemediği durumda, suçun maddi unsuru ve fiilin neticesinin gerçekleşmediği ileri sürülebilir. Suça teşebbüsü de gündeme getirebilecek ve dolayısıyla ifade ile basın hürriyetlerini kısıtlayacak bu düşüncenin yerinde olmadığını, TCK m.214, 215 ve 216’da aranan şartın, failin iradesi ve kontrolü dışında gerçekleşen bir objektif cezalandırılabilme şartı olduğunun kabulü isabetli olacaktır. Her ne kadar; “kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlike”, “kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike” ve “kamu barışını bozmaya elverişlilik” kriterleri bir somut tehlikenin tespitine işaret etse de, kanaatimizce bu kriterin varlığının belirlenmesi failin iradesi dışında ve fiilin yol açtığı neticeye göre değişecektir. Suçun maddi unsuru bakımından neticede ise, failin kastı bakımından oluşacak tehlikeli veya zararlı netice failin iradesinde ve kontrolünde bulunmaktadır.

Uygulamada TCK m.213, 215 ve TCK m.216’nın birbiri ile karıştırıldığı; basında yer alan röportaj, haber ve yazılar ile televizyon kanallarında yayınlanan röportaj, mülakat ve tartışma programlarında sunucu veya konukların söylediği bazı sözlerin veya siyasi parti sözcüleri, temsilcileri, üyeleri veya liderlerinin yaptığı, halkın bir kesimini veya bir kesiminin inandığı değerleri hedef alan, eleştiriyi aşan açıklamaların veya bazı kitaplarda yer alan bilgi verme, edebiyat veya eleştiri sınırının dışında kalan ifadelerin, bu üç suçtan birisini meydana getirip getirmediğine dair tartışmaların ortaya çıktığı görülmektedir.

Bu üç suç fiil unsuru bakımından birbirinden ayrılmaktadır.

“Suçu ve Suçluyu Övme” başlıklı TCK m.215’e göre; “İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, bu nedenle kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”.

Bu suçla korunan hukuki değerin, TCK m.213 ve 216’de olduğu gibi kamu barışını korumanın yanında, yeniden suç işlenmesini önlemek olduğu görülmektedir. TCK m.215 bu bakımdan caydırıcılık özelliği de göstermekte, suçun işlenmesinin önlenmesi görevi de ifa etmektedir.

Suçun fiil unsuru; mahkeme kararı ile işlendiği sabit olan bir suçun veya suç işlediği mahkeme kararı ile kesinleşen failin alenen övülmesidir. Övmek; “Birinin veya bir şeyin iyiliklerini, üstünlüklerini söyleyerek değerini yüceltmek, methetmek, sena etmek, yermek karşıtı.” anlamına gelmektedir[6]. Müebbet hapis cezasını gerektiren bir suçun övülmesi ile adli para cezasını gerektiren bir suçun övülmesi arasında, TCK m.215 bakımından bir fark bulunmaması ceza adaleti bakımından doğru değildir[7]. Övülen suç ceza miktarının, TCK m.61 gereği cezanın bireyselleştirilmesinde dikkate alınması gerektiği, müebbet hapis cezasını gerektiren kasten insan öldürme suçunun veya failinin övülmesi ile adli para cezasını gerektiren hafif olarak tabir edilebilecek bir suçun veya failinin övülmesi sonucunda verilecek hapis cezasının aynı olmaması gerektiği ise tartışmasızdır.

Henüz işlenen suçun ve suçu işleyen failin mahkeme kararı ile ortaya çıkarılmadığı durumda, işlendiği iddia edilen, soruşturma veya kovuşturma aşamasında bulunan bir yargılamaya konu suçu veya bu kapsamda soruşturulan veya kovuşturulan şüpheli veya sanığı öven kişinin, suçu ve suçluyu övme suçunu işlediğinden bahsedilemeyecektir. Aksinin kabulü, suçsuzluk/masumiyet karinesinin ihlali anlamına gelecektir. Her ne kadar, suçsuzluk/masumiyet karinesinin yalnızca övülen kişiyi koruyacağı, suçu veya suçluyu öven kişinin, yukarıda verilen örnek bakımından bu ilkeden yararlanamayacağı, dolayısıyla yargılama aşamasında olsa dahi, suçu veya suçluyu öven kişinin TCK m.215 gereği cezalandırılması gerekeceği akla gelebilirse de, suçu övdüğünden bahisle yargılanıp ceza alan kişinin, bir suçluyu övdüğü kabulünün, övülen kişi bakımından suçsuzluk/masumiyet karinesinin ihlali anlamına geleceği kanaatinde olduğumuzu, çünkü suçu öven kişinin mahkum olma gerekçesinin, henüz hakkında suçlu olduğuna dair kesinleşmiş, yani olağan kanun yolları tüketilmiş mahkeme kararı olmayan, bu nedenle suçsuzluk/masumiyet karinesinden yararlanmaya devam eden kişinin suçlu olduğu kabulüne dayandığını ifade etmeliyiz.

İlk derece mahkemesince verilen mahkumiyet hükmünün, kanun yolu aşamalarından geçmese de, TCK m.215’e konu olacağı düşüncesinde olanlar varsa da, “suçta ve cezada kanunilik” prensibi gereğince, TCK m.215’in lafzından kişi aleyhine bu şekilde kısıtlayıcı bir sonuca varılamaz. Çünkü madde metninde; “işlenmiş olan bir suça veya işlemiş olduğu bir suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven bir kimse” ibaresine yer verildiğinden, övülen bir fiilin suç veya suçlu olabilmesi için öncelikle somut bir suçun ve suçlunun varlığını tespit edip kesinleşmiş bir mahkeme kararının ilan edilmesi gerekir. Aksi halde; “işlendiği iddia edilen bir suçu veya suç işlediği iddia edilen kişiyi” ibaresi TCK m.215’de yer almadıkça, hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen bir suçun veya şüpheli veya sanığın işlediği iddia edilen suçtan övülmesi, TCK m.215’de tanımlanan suçun maddi unsurun oluşması için yeterli olmayacaktır. Bir düşünceye göre, işlenmiş ve işlendiği yargı kararıyla kesinleşmiş bir suç veya suçlu olmadıkça TCK m.215 düşülemeyeceğinden hükümde aranan bu şartın bir önşart olduğu savunulmalıdır. Bu düşüncede isabet olduğu görülmektedir.

Hakkında soruşturma veya kovuşturma yürütülen, yani henüz cumhuriyet savcısının soruşturduğu veya ilk derece, istinaf veya temyizde kovuşturmaya konu bir fiilin “suç” ve failin de “suçlu” olarak kabul edilebilmesi için, yargılamanın olağan kanun yolları evresinin bitirilmesi gerektiğinden, bu sürece gelinmediği durumda fail tarafından alenen yapılan övme kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkmasına yol açsa da, TCK m.215 gündeme gelmeyecek, ancak “suçta ve cezada kanunilik” prensibine göre bir başka suçun oluşup oluşmadığına bakılabilecektir. Uygulamada her ne kadar suçu ve suçluyu övme suçu bakımından kesinleşmemiş mahkumiyet kararının ve hatta soruşturmanın veya kovuşturmanın varlığının yeterli görülmesi gerektiği iddia edilse de, bu düşünce kıyasa yol açan genişletici yorum olup, Anayasa m.38 ve TCK m.2 ile güvence altına alınan “suçta ve cezada kanunilik” prensibine aykırıdır.

TCK m.213’de halkın korku ve paniğe kapılması amacını taşıyan aleni tehdit fiilleri ve TCK m.215’de ise işlenen bir suç veya suçlunun aleni olarak övülmesi suçun maddi unsuru/fiil olarak düzenlenmiştir. Her iki suç bakımından da aleniyet, fiil unsurunun taşıması gereken bir niteliktir. İşlenen bir suçun aleni bir şekilde övülmesinin, halkta panik ve korku meydana getirmesi durumunda failin hangi suçtan cezalandırılacağı sorusu gündeme gelebilir. Bu soruya cevap vermeden önce TCK m.215’de, suçun veya suçlunun övülmesinin, kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması” durumuna neden olması gerektiğini ifade etmeliyiz. Kamu düzeni bakımından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkıp çıkmadığının; objektif cezalandırılma koşulu olarak, dar anlamda tipikliğin dışında değerlendirilmesi gerekir. TCK m.213’e göre fiilin kamu düzenini bozucu etkisi, özel kast olarak, failin sahip olması gereken manevi unsur kapsamında kalmaktadır. Bir suçlunun aleni bir şekilde övülmesinin, halk arasında korku ve paniğe neden olması halinde, bir fiil ile birden fazla suç meydana geleceğinden, fail “Fikri içtima” başlıklı TCK m.44 gereğince en ağır cezayı gerektiren suçtan, yani TCK m.213’den sorumlu tutulacaktır.

TCK m.216’da;“Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik” etmek fiil olarak düzenlenmiştir. Bir kimseyi, kötü bir iş yapması için harekete geçirme, kışkırtma anlamına gelen “tahrik” kavramı, aklında hiç suç işleme düşüncesi olmayan kişilerin, suça yönlendirilmesi ile beraber, hali hazırda suç işleme kararı olan kişilerin, bu kararlarının güçlendirilmesini de kapsar. TCK m.216’da, TCK m.213’den farklı olarak, halkın bir kesimini, diğer bir kesimine karşı suç işlemeye tahrik etme varken, TCK m.213 soyut tehlike suçu olup, halkı alenen tehdit etme, halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit suçunun fiil unsurunu teşkil eder.

TCK m.216’nın ve 2. ve 3. fıkralarında, 1. fıkranın nitelikli hallerine değil, esas itibari ile farklı suçlara yer verilmiştir. Elbette bu üç fıkrada da korunan hukuki temel olarak kamu barışı ve sükunu korunmaktadır. TCK m.216/2 ve 3’de; “Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”.

TCK m.216/2’de halkın bir kesiminin, sahip olduğu değerler nedeniyle aşağılanması, TCK m.216/3’de ise, halkın benimsediği dini değerlerin aşağılanması suç olarak düzenlenmiştir. Aşağılamak ise, küçültücü davranışlarda bulunmak ve hor görmek anlamına gelmektedir[8].

TCK m.213 ve 215 için yukarıda yer verdiğimiz suçların içtimaı tartışması, TCK m.213 ile 216 bakımından yapılabilir. Halkın belirli bir kesiminin alenen tehdit edilmesinin, aynı zamanda halkın belirli özelliklere sahip bir kesiminin, bir başka kesimine karşı tahrik edilmesi olarak değerlendirilebileceği haller düşünülebilir. Örneğin; arkasında geniş halk kitlelerini sürükleme kabiliyetine sahip bir siyasetçinin, karşıt görüşte kişilere karşı miting meydanında veya televizyon programında dile getirdiği tehdit içerikli ifadeler, kendisini destekleyen kişilerce hedef gösterme olarak algılanıp, bu kişileri halkın diğer bir kesimine karşı tahrik etme, kışkırtma olarak değerlendirilebilir. Örnekte, siyasetçinin sözlerinin kamu güvenliği bakımından açık ve yakın bir tehlike meydana getirdiği kabul edilirse, objektif cezalandırılma koşulu da yerine gelmiş olacağından, bir fiil ile hem TCK m.213 ve hem de TCK m.216 oluşacaktır. Bu durumda fail, bir fiil ile iki suç işlediğinden, TCK m.44 uyarınca hakkında daha ağır olan TCK m.213 tatbik edilecektir. Bu örnekte akla; halk kitlelerini sürükleyen failin tehdit içerikli sözlerinden hareketle, tehdit içeren sözlerin muhatabı olan bir kesimin liderine veya üyesine zarar verildiğinde, acaba bu gerçekleşen zarardan dolayı tehdit içerikli sözleri söyleyen kişi suça azmettiren olarak sorumlu tutulabilecek midir? Aynı soru TCK m.214’de düzenlenen suç işlemeye tahrik suçu bakımından da sorulabilir. Burada konuyu, TCK m.38’de düzenlenen ve suça iştirakin bir görünüşü olan azmettirme ile suça yönelik kastın varlığının olup olmadığına göre ele almak gerekir. Failde; aklında suç işleme niyeti ve kararı olmayan kişiye bir suç işletmek amacıyla onu suça yöneltme ve tahrik etme kastı olup da azmettirme seviyesine gelmiş bir iştirak halinin varlığından bahsedilebilirse, bu durumda TCK m.213’ün ve 214’ün dışında gerçekleşen suçlardan ceza sorumluluğunun doğması da gündeme gelebilecektir. Nitekim aynı görüşü, ifade hürriyeti ve ceza sorumluluğunun sınırının genişletilmesine dair olumsuzluk da gözetilerek, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu m.7/2’de düzenlenen terör örgütünün propagandası suçunun sonucunda da görmek mümkün olabilmektedir. Ceza sorumluluğunu bu derecede genişletmek elbette tehlikelidir, ancak toplumun, kamu barışının ve başkalarının hak ve hürriyetlerinin dikkate alınması gerektiği de gözardı edilmemelidir. Elbette Ceza Hukuku bakımından sorumluluğu; şekli suç, objektif sorumluluk, bir suçun unsurları dışında kaldığı halde unsurlara dahil etme gayreti veya “suçta ve cezada kanunilik” prensibini aşan takdir ve değerlendirmelerle ele alıp tespit etmek doğru değildir. Bu şekilde, hem ceza sorumluluğunda keyfiliğe ve hem de hukuk güvenliği hakkının öngörülemez bir biçimde tehdide muhatap olmasına sebebiyet verilebilir.

Elbette; yukarıda temel unsurlarına yer verdiğimiz halk arasında korku ve panik çıkarılması amacıyla tehdit, suçu ve suçluyu övme ile halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama suçlarından hangisinin unsurlarının meydana geldiği, her somut olayda ayrıca incelenecektir.

(vii) Son Söz

Son olarak; düşünce açıklaması niteliği taşıyan ifadeler Ceza Hukuku kapsamında değerlendirilmemeli, ifade hürriyetinin alanı gereğinden fazla daraltılmamalıdır. Çünkü TCK m.213, m.215 ve 216 ifade hürriyeti ile doğrudan bağlantılı olup, bu hakka yapılan müdahaleler, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.10 ve Anayasa m.25 ile 26’da öngörülen sınırlama sebepleri bulunmadıkça, bireylerin ifade hürriyetinin ihlali anlamına gelecektir. İfade hürriyetine müdahalenin varlığının tespiti halinde, bu müdahalenin meşru olup olmadığı incelenecektir. “Meşruiyet” kavramı, iç hukukta kanuni bir karşılığın bulunup bulunmaması ile ilgilidir. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi“meşruluk” bakımından değerlendirmesini, verilen kararın Mahkeme içtihatlarına uygun olup olmadığı yönünden yapmaktadır. Kanunilik kriterini karşılayan bir müdahalenin, meşru bir amaca dayanıp dayanmadığı incelenecektir. Meşru amacın ne olduğu, “İfade özgürlüğü” başlıklı İHAS m.10’da sayılmıştır[9]. Son olarak demokratik bir toplumda gereklilik ve ölçülülük değerlendirmesi yapılmaktadır. Müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olup olmadığı kriteri, İHAS m.10’a esneklik tanıyan, Sözleşmenin durağanlığının önüne geçerek, Mahkemenin gelişen ve değişen toplumlara göre içtihatlarını güncellemesine olanak sağlamaktadır[10]. Bu kısıtlama nedenleri ile temel ilkelerin, yazımızda yer verdiğimiz tüm suçlar bakımından dikkate alınması gerektiği tartışmasızdır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Buğra Şahin

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.

--------------------------------------------

[1] TCK m.106’ya göre; “Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikayeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur”.

[2] Madde gerekçesinde “korku” ve “panik” kavramlarından ne anlaşılması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre; Endişe, korku ve panik kelime­leri halkta meydana gelecek telaş halinin değişik derecelerde olabileceğini ifade amacıyla kullanılmıştır. Suçun oluşması bakımından bu hallerin fiilen gerçekleşmiş olması aranmaz”.

[3] Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökçen-Mustafa Artuç, Yorumlu - Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 5. Cilt, Adalet Yayınevi, 2. Cilt, Ankara, s.6485-6486.

[4] Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökçen-Mustafa Artuç, a.g.e, s.6487.

[5] TCK m.216/1’e göre; Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”.

[6] https://sozluk.gov.tr/(Erişim Tarihi 18.08.2020)

[7] Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökçen-Mustafa Artuç, a.g.e.,s.6511.

[8] https://sozluk.gov.tr/ (Erişim Tarihi:18.08.2020)

[9]İHAS m.10/2’ye göre;“Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir”.

[10] Ersan Şen-Nilüfer Yenice, İfade Hürriyetinde Sınırlama ve Güvence Rejimi, Seçkin Hukuk, Ankara, 2017, s.18-22.