Öyle anlaşılıyor ki; ülkenin en önemli gündem maddelerinden birisi “Sivil Anayasa” hazırlanması ve bunun tartışmaları olacaktır. En önemli gündem maddelerinden birisi olması da gerekir. Zira bir ülkenin anayasası o ülkenin pozitif hukuk normlarının en üstünde bulunur. Bunun pratikteki anlamı şudur; öncelikle bütün pozitif normlar (kanun, tüzük, yönetmelik, genelge vs.) anayasaya uygun olmak zorundadır. İkinci olarak, kanun uygulayıcıları yorum yapmaları gerektiği zaman pozitif hukuk normlarını anayasaya göre yorumlayacak ve bu şekilde uygulayacaklardır. Yani anayasa birey ve toplum hayatında çok önemli bir yer tutmaktadır. 


Anayasaların tarihine bakıldığında, ortaya çıkış amacının; devlet otoritesi karşısında bireyin hak ve özgürlüklerinin korunması, egemenliğin kullanma biçiminin tanzim edilmesi, devletin temel kurumlarının ve erklerinin tespiti, bunlar arasındaki ilişkilerin tanzimi vb. temel konular olduğu görülmektedir. Anayasa metinleri incelendiği zaman, içeriğinin de bu yönde olduğu görülür.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarına baktığımız zaman özü itibariyle daha farklı bir durum görülür. Zira Türkiye Cumhuriyeti Anayasaları sanki devlet otoritesini korumak için kaleme alınmış gibidir. Yer yer kendisini dokunulması dahi mümkün olamayan bir metin gibi hissettirir. Zira bazı maddeleri değiştirilemez. Hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemez. Bazı maddeleri değiştirmek istemeyebilirsiniz. Ama anayasanın koyucusu eğer millet ise, o zaman kendi iradesine anlamsız bir sınır koyması izah edilemez. Ancak bu anayasaları yapanlar ve bu hükmü koyanlar halkın iradesini yansıtmayıp, tam tersine halkın iradesine sınır koymuş oluyorlar.
 
Anayasa değişikliği ile ilgili tartışmalara baktığımız zaman birkaç tespit yapmamız mümkündür;
Birincisi, sivil anayasa hazırlama çabasının tarihi bir önemi vardır. Zira milletin seçtiği temsilciler ilk defa millet adına bir anayasa yapma çabası içine girmişlerdir. Bu nedenle tarihi sürece baktığımız zaman, millet iradesini, diğerlerine ( 1921, 1924, 1960, 1982 Anayasalarına) kıyasla en fazla yansıtan yeni hazırlanan bu metin olacaktır. Yâda en azından öyle olması beklenir. Çünkü saydığımız bu anayasaların hepsi olağanüstü zamanların ürünüdür.


Hazırlanacak olan taslağa halkın iradesinin yansıtılması diğerlerine kıyasen daha fazla mümkündür. Sivil toplum kuruluşlarının, ilgili resmi kurumların, çeşitli toplum kesimlerinin görüşlerini alarak hazırlanacak, daha sonra da normal bir zamanda halkın oyuna sunulacak anayasa en azından hazırlanışı ve oylanışı itibariyle 1921, 924, 960, 982 Anayasalarından daha özgürlükçü, halkın iradesine daha yakın olacaktır. Olması beklenir.  
İkinci olarak, bu anayasa taslağını engelleme çabaları çerçevesinde söylenen birçok söz gerçekten ülkenin fikri/bilimsel anlamda gelişmişlik düzeyini göstermektedir ve iç acıtıcı niteliktedir. Zira YÖK başkanı ve rektörler açıklama yaparak anayasa hazırlama çalışmalarının durdurulmasını istiyorlar. Hâlbuki bu ülke insanının, bilim adamlarından beklediği ve istediği şey; yapılan taslağı beğenmiyorlarsa, alternatif taslaklarını kamuoyuna sunmalarıdır. Bilim adamları hükümetin karşısına darbe tehdidi ile değil, bilim ile çıkmalıdırlar. Ayrıca bütün dünyada bilim adamları baskı ve yasaklardan değil özgürlüklerden ve doğru olandan yana tavır koyarlar. Bilim adamlarının şöyle bir meydan okumaları ne kadarda sevindirici olurdu. “Bizler, bir alternatif anayasa taslağı sunuyoruz. Bizim hazırladığımız bu taslak hükümetin hazırlattığı taslağa göre mükemmel ve idealdir” Bu durumda kamuoyu takdirini yapar kendilerine müteşekkir olurdu. Bundan hem hükümet hem de sonuç itibariyle halk faydalanırdı.
 
Hukuk Fakültelerinin, Barolar Birliğinin, Baroların hatta bazı sivil toplum kuruluşlarının alternatif taslaklar sunabilmeleri gerçekten iyi olurdu. Böyle bir çabanın bulunmaması üzücüdür.
 
Kendisinden alternatif tasarı beklenen bazı kurum ve kişilerin, “başörtüsü yasağının” anayasa tarafından kaldırılmaması gerektiğini, hatta bu yasağın kaldırılamayacağını söylemeleri gerçekten esef vericidir. Ayrıca bu tavır demokratik bir tavır olmayıp, tam tersine oligarşik, despotik bir tavırdır. Zira sonuç itibariyle bu yasağın kalkıp kalkmaması halkoyuna sunulacaktır. Eğer halk onlar gibi düşünüyorsa zaten bu yasağın kaldırılmasını reddedecektir. Yok, eğer halk yasağın kaldırılması yönünde irade beyan edecek ise kendisini demokrat olarak ifade edenlerin halkın kararını en azından saygı ile karşılamaları gerekmektedir.
 
Eğer bu taslağın tarihi bir fonksiyon icra etmesi, gerçekten halkın anayasası olması bekleniyor ise hazırlık aşamasında bürokrasinin ve hiçbir kurumun baskısı hissedilmemeli, “acaba şunlar ne düşünür?” gibi sorular sorulmamalıdır. Yalnızca halkın ne düşüneceği, hukukun gereklerinin ne olduğu kaygısı taşınmalı, halkın değerlerine bağlı kalınmalıdır. Başka türlü hazırlanan bir taslak halkın anayasası olamaz.
Anayasası olan tek ülke Türkiye değildir. Bu bakımdan bu taslağı hazırlayanlar başlarını kaldırıp başka ülkelerin anayasalarına da bakmak ve üzerinde düşünmek zorundadırlar.
 
Bu çerçevede birkaç misal vermemiz gerekirse;
Mesela, İngiltere’de anayasa yoktur. Yazılı olmayan, halkın değerleri bir anayasa gibidir ve o değerler devlet organları tarafından ihlal edilmemektedir.
 
Alman Anayasası; “ Allah ve insanlar karşısındaki sorumluluğunun bilincinde olan … Alman halkı …İş bu Almanya Federal Cumhuriyeti anayasasını kabul etmiştir” cümleleri ile başlar.
 
İsviçre Anayasası; “Yüce Allah adına! Biz, İsviçre halkı ve Kantonlar, Yaradılış sorumluluğumuzun bilincinde olup; Özgürlük ve demokrasiyi, dünyaya karşı açıklık ve dayanışma içinde bağımsızlık ve huzuru güçlendirmek için ittifakımızı yenilemeyi kararlaştırarak; Farklılıklarımızı birbirimize saygı duyarak yaşamayı belirtir; Gelecek kuşaklar karşısında genel başarılarımız ve sorumluluklarımızın bilincinde ve Sadece özgürlüklerini kullananların özgür kalacaklarını ve insanların gücünün üyelerinin en güçsüzünün refahı ile ölçüldüğünü bilerek; Bundan dolayı aşağıdaki Anayasayı kabul ederiz” şeklinde başlar.
 
Japon Anayasası; “Biz, Japon halkı, Ulusal Meclis’de seçilmiş temsilcilerimizle hareket ederek, kendimizi ve bütün uluslarla huzurlu bir işbirliğinin meyveleri olan gelecek nesillerimizi ve bütün bu topraklar üzerinde özgürlüğün kutsallığını koruyacağımızı belirtiriz ve … bu anayasayı kararlı bir şekilde kurarız. ... Bununla beraber, anlaşmazlık durumunda, bütün anayasa, kanunlar, kurallar ve kararnameleri reddeder ve iptal ederiz” şeklinde cümleler içeren bir önsözle başlar.
 
ABD Anayasası; “Biz Birleşik Devletler Halkı … bu anayasayı düzenliyor ve koyuyoruz” şeklindeki cümle ile başlar. Bu misaller çoğaltılabilir.
 
Alıntıladığımız misaller bütün anayasaların halk tarafından yapıldığını, halkın iradesine dayalı olduğunu göstermektedir. Bu anlamda Japon anayasasının önsözünden alıntıladığımız “Bununla beraber, anlaşmazlık durumunda, bütün anayasa, kanunlar, kurallar ve kararnameleri reddeder ve iptal ederiz” cümlesi manidardır. Japon halkı bu cümle ile egemenliği gerçekten elinde tuttuğunu belirtmek istiyor. “Bu anayasayı biz koyduk bizim istediğimiz gibi yorumlamazsanız anında iptal eder değiştiririz” diye ifade etmiş oluyor. Bu cümle gerçek hayatta neye tekabül ediyor? Anayasanın dahi halka dayatılamayacağı, hiçbir mahkemenin anayasayı halkın değerlerine aykırı yorumlama hak ve salahiyetine sahip olmadığı gerçeğine tekabül ediyor.
 
Gündemde olan anayasa taslağı nedeniyle Türkiye’de yapılan tartışmaların seviyesine bakılınca, halkın değerlerine uygun bir anayasa yapma sürecinin zor olacağı gözüküyor. Ancak bu adım, tarihi bir adım olup, halkın değerlerine uygun anayasa yapma yolunda atılan bir adım gibi gözüküyor.

Tarih bu vesile ile söylenenleri de yapılanları da kaydetmektedir. 

(Sayın Av. Yasin ŞAMLI\'nın www.hukukcular.org.tr sitesinde yayınlanan yazısıdır.)


Yeni Anayasa çalışmaları ile ilgili farklı görüşler için tıklayınız.