Adını anmaya bile kıyamadığım o küçük yavruya acımasızca kıyanlara hangi cezanın verilmesi gerektiği tartışılıyor bugünlerde. Yürürlükteki Kanun uyarınca verilmesi muhtemel hapis cezası yetersiz ve adaletsiz geliyor kulaklarımıza. Evet haklıyız, çünkü daha hayatının baharını yaşayamayan bir yavruya el uzatanlarla aynı havayı teneffüs etmek bile dokunuyor kanımıza, bir zaman sonra şartlı tahliye edildiklerinde aynı toprağa ayak basacak olma ihtimalimiz bile midemizi bulandırıyor ne yazık ki…

Peki tartışılan konuların başında gelen idam cezasının yasalarımıza yeniden girmesi mümkün mü?

Avrupa`ya baktığımızda sadece Beyaz Rusya`da ölüm cezasının saklı tutulmaya devam ettiği görülmektedir. Dünyaya baktığımızda da ABD`nin bazı eyaletlerinde, Çin, Vietnam, Tayland, Japonya, Kuzey Kore, Endonezya, Pakistan, Singapur, Iran, Irak, Suudi Arabistan, Mısır, Libya, Sudan, Somali ve Botswana`da ölüm cezasının halen uygulanmakta olduğu anlaşılmaktadır.

Uluslararası Af Örgütü`nün açıkladığı rakamlar dikkate alındığında; 2013 yılında dünya genelinde 778 kişinin idam edildiği anlaşılmaktadır. ABD`de 39, Iran`da 369, Irak`ta 169, Suudi Arabistan`da 79 kişinin idam edildigi ifade edilmektedir. Buna karşılık, 140 ülke ölüm cezasını yasalarında tanımamakta ve bu cezayı uygulamamaktadır. 

Ölüm cezasının yanlısı olan görüşler;
Ölüm cezasının caydırıcı, toplumu korumak için gerekli, toplumun adalet duygularını tatmin edici olduğunu ifade etmektedirler. Aksi görüştekiler tarafından ise; ölüm cezasının cezanın amacına uygun olmadığı, insan onuru ile bağdaşmadığı, geri dönüşünün mümkün olmadığı, bir tür işkence olduğu ve adil olmadığı savunulmaktadır.

Ülkemiz bakımından ise idamın tarihçesine bir göz atmak istiyorum. 1990 yılına kadar hukukumuzda toplam 51 adet suçun karşılığı olarak ölüm cezasının belirlendiğini görmekteyiz. Bunlardan 28 tanesinin Türk Ceza Kanunu`nda (devletin güvenliğine karşı işlenen suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti, cinsel saldırı, kasten öldürme vd.)  20 tanesinin Askeri Ceza Kanunu`nda, 2 tanesinin Vatana Ihanet Kanunu`nda ve 1 tanesinin de Kaçakçılığın Önlenmesi Kanunu`nda düzenlendiği anlaşılmaktadır. 21 Kasım 1990 tarihli Ceza Kanunu`nda değişiklik yapan Kanun ile ölüm cezalarının sayısında indirime gidilmiş olduğunu anlıyhoruz. Böylece Türk Ceza Kanunu`nda ölüm cezasını öngören madde sayısı 13`e düştüğü görülüyor. 1920 ile 1937 yılları arasında toplam 269 (istiklal mahkemelerinin uygulamaları dahil değil), 1937 yılından 1984`e uzanan süreçte, ülkemizde toplam 443 kişinin idam cezasının infaz edildiğini görmekteyiz. 1980 darbesinden sonra ölüm cezası infaz edilen 49 kişiden 28`inin siyasal nitelikli suçlardan mahkum olduğu, idam edilen toplam 712 kişinin ezici bir çoğunluğunu 20-30 yaş grubundakilerin oluşturduğu ve ölüm cezalarının en çok ülkede yaşanan askeri veya yarı askeri rejim dönemlerinde infaz edilmiş olduğunun da dikkate değer olduğu göze çarpıyor.

Yukarıda ifade ettiğim hususlardan anlaşıldığı üzere ülkemizde idam cezası, uluslararası konjonktürün de etkisiyle, 1984 yılından itibaren uygulanmamış ya da daha doğru bir ifadeyle infaz edilmemiştir.

Bu uygulamanın sonucu olarak 2001 yılında, 4709 sayılı Kanunla Anayasa’da yapılan değişiklikle “savaş, savaş tehdidi ve terör suçları” halleri dışında ölüm cezası verilemeyeceği öngörülmüştür. 2004 yılında 5170 sayılı Kanunla öngörülen düzenleme ile ise ölüm cezası ve ilişkili ifadeler Anayasadan tümüyle çıkarılmıştır.

Türkiye, uluslarası gelişmelere paralel olarak, 2003 yılında, 1985 yılında yürürlüğe girmiş olan ve “savaş zamanı ya da yakın savaş tehdidi” dışında ölüm cezasını kaldıran “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek Ölüm Cezasının Kaldırılmasına İlişkin 6. No.lu Protokol”ü imzalamış ve onaylamıştır. Avrupa Konseyi tarafından, 2003 yılında, “Ölüm Cezasının Her Koşulda Kaldırılmasına İlişkin 13 No.lu Protokol”ü yürürlüğe koyulmuş ve ülkemiz anılan protokolü 2006 yılından uygulamaya koymuştur.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 15 Aralık 1989 tarihli Kararıyla kabul edilen “BM Ölüm Cezasının Kaldırılmasını Amaçlayan Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme`ye Ek Ihtiyari 2. Protokol”ün 2. maddesi ölüm cezası kaldırılmıştır. Ülkemiz ise anılan protokolü 2006 yılında uygulamaya koymuştur. 

Ülkemizin sürdürmüş olduğu dış politika, mevcut Anayasa`mızda yer alan insan haklarına saygılı devlet olma niteliği, uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerimiz ve diğer sosyolojik unsurlar değerlendirildiğinde, kişisel olarak bazı suçlar bakımından (nitelikli kasten öldürme, vatana ihanet vd.) varolması gerektiğine inansam da, idam cezasının yeniden yasalarımızdaki yerini almasının zayıf bir ihtimal olduğu anlaşılmaktadır. 

Peki idam cezası dışında hapis cezasına alternatif yaptırım türleri olası mıdır?

Hapsetmek ceza vermenin en doğal biçimiymiş gibi kabul görse de durumun böyle olmadığını düşünüyorum. Belirtmek gerekir ki; hafif suçlarla suçlananların ve bazı hassas grupların rehabilitasyonu ve topluma kazandırılması konusunda hapsetmenin ters etki yaptığı da bazı araştırmalar ile gösterilmiştir. Hapsetmeye alternatifler söz konusu olduğunda özellikle önemli bir belge, 1986’da imzalanan Hapis Dışı Tedbirlere ilişkin Birleşmiş Milletler Minimum Standart Kuralları (Tokyo Kuralları) olarak kabul görmektedir. Yalnız, anılan belgelerde yer alan öneriler daha çok hapis cezasını gerektirmeyen nitelikteki eylemler için birer yol gösterici nitelik taşımaktadır.

Hapis cezasının alternatifi olarak kısas mümkün müdür?

Meri ceza kanunumuz, suç karşılığında uygulanan yaptırım olarak cezaların, hapis ve adli para cezaları olduğunu belirlemiştir. Kanun`umuz başka bir tür ceza sistemini benimsememiştir.

Bugünlerde bir hayli gündemde olan ve cinayette ödeşme olarak tanımlanabilecek olan kısasın ise, gerek öldürme ve yaralama gerek herhangi bir uzvun yok edilmesi veya işe yaramaz duruma getirilmesi şeklinde işlenen suçların faillerinde, olanak elverdiği taktirde, işledikleri suçun aynı ile cezalandırılması olarak ifade edilmektedir.

Anılan hukusal sistemin ya da hapis ve adli para cezası dışında verilmesi muhtemel cezaların kabulü de yasal değişiklikle mümkün olabilecektir. Evrensel ölçekte kabul ettiğimiz insan hakları ilkeleri ile uyum arzedecek şekilde, kısas kavramının tartışılmasında bir yersizlik görmüyorum. Bu bakımdan Avrupa Insan Hakları Sözleşmesi`nin 3. maddesinde yer bulan işkence yasağının (Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz) gerek Avrupa Insan Hakları Mahkemesi ve gerekse millet olarak bizlerin vicdanında yeniden değerlendirilebileceğini düşünüyorum.

Bu çerçevede; kamu vicdanını tatmin olmadığı, ceza adaletinin sağlanmasına hizmet etmediği, bireysel ve toplumsal barışın bozulmasını önleyemediği hallerde hapis cezasının uygulanması yerine buna alternatif olarak kısas usulünün uygulanmasının gerekebileceğini değerlendiriyorum. Adaletin sağlanması adına, yüreklerdeki yangını söndürmesi adına, yeni Özgecan`ların olmaması adına hadım etme yöntemi de dahil olmak üzere işlenen suçla bağlantılı cezaların tartışılmasından yana olduğumu belirtmek istiyorum.

Her an her nefeste yeniden sorguluyorum adaleti… “Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil…” diye büyütülmedik mi biz diye soruyorum günlerdir kendi vicdanıma. Soruyorum ama cevabını vermeye cesaret edemiyorum. Düşünmeden edemiyorum, ya o bedenlerine bir masumun kanı bulaşmış kişiler, onlar da bir vicdan muhasebesine girişmişler midir acaba? Bir ailenin, bir milletin yüreğine ateş düşürdüklerinin; tertemiz bir kızın bembeyaz hayallerini kararttıklarının farkındalar mıdır? Macbeth kadar da mı insan değillerdir acaba bu insafsızlar ve kalplerinde yankılanmaz mı şu gerçekler: “Yapmakla olup bitseydi bu iş, hemen yapardım, olup biterdi. Döktüğüm kanla akıp gitse her şey, bir vuruşta sonuna varılsa işin, bir anda bu dünyayı olsun kazanıversen, zaman denizinin bir kumsalı olan bu dünyayı, öbür dünyayı gözden çıkarır insan. Ama bu işlerin daha burada görülüyor hesabı. Doğruluğun şaşmaz hesabı bize sunuyor, içine zehir döktüğümüz kupayı.” Raskolnikov kadar da mı bilmiyorlardı bir masumun canını alanın sonsuza kadar ölümle yaşam arasında dönüp duracağını, her an ve her an yeniden öleceğini, kendi vicdanında işkence göreceğini?


(Bu köşe yazısı, sayın  tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)