Hukuka aykırı olarak elde edildiği yolunda iddialar bulunan delil türlerini çoğunlukla dinleme kararları ile arama kararlarının icrası sonucunda elde edilen deliller oluşturmaktadır. Bu hususlarda hâkim ve Cumhuriyet savcılarımız büyük bir özveri ile hareket etmektedirler ve yine Emniyet ve Jandarma teşkilatlarımız üzerilerine düşen görevleri layıkıyla yapmak gayesi ile hareket etmektedirler inancı içerisindeyim.

Buna rağmen, yaşanan olumsuzluklar ve mahkeme kararlarına yansıyan hak ihlalleri toplumuzun yargıya olan güvenini zedelemektedir. Yine de, yargımızın gerek AİHM kararları ile uyumlu değerlendirmeleri gerekse uluslar arası standartlara uygun kanuni düzenlemelerimize azami hassasiyet gösteren tavrı ile yakın gelecekte daha adilane ve hakkaniyete uygun kararların var olacağına kuşkum bulunmamaktadır. Bu itibarla bu yazımda aşağıdaki hususlara değinmekte fayda bulunacağını düşünüyorum.

Schenk/İsviçre (no.10862/84, 12 Temmuz 1988) kararında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme), Sözleşme’nin 6. maddesinin delillerin kabul edilebilirliğine dair bir kural belirlemediğini ve delillerin değerlendirilmesinin öncelikle ulusal mahkemelerin görevi olduğunu belirtmiştir.

Bu sebeple dikkat edilmelidir ki, yerel mahkemelerce olguların veya hukukun değerlendirilmesindeki farklılıklar, Anayasa ve AİHS tarafından güvence altına alınan haklar ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece başvuru konusu yapılamayacaktır (Teixeira de Castro/Portekiz, no. 25829/94, par. 34, 9 Haziran 1998).

Bunun neticesinde delillerin değerlendirilmesi bakımından adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialar gündeme gelmektedir. AİHM’e göre, bir delil  türünün, örneğin hukuka aykırı olarak elde edilmiş  delillerin iç hukuk açısından kabul edilebilir olup olmadığı konusu başvuru konusu yapılamaz. Zira önemli olan, delillerin elde edilme yolu da dahil, yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığıdır (Gafgen/Almanya [BD], no. 22978/05, par. 163, 1 Haziran 2010).

Bireysel başvurular bakımından verdiği kararlarıyla Anayasa Mahkemesi de benzer şekilde, bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamayacağını düşünmektedir. Buna göre Anayasada yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ya da açıkça keyfilik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamayacaktır. Bu çerçevede, Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde açıkça keyfilik bulmadıkça bu takdire müdahalesinin söz konusu olamayacağını kabul etmektedir (12 Şubat 2013 tarihli 2012/1027 no’lu Recep ve Necati Gündüz başvurusuna ilişkin karar).

Yine de taraflarca haklı olarak, gerekçeli kararda kullanılan delillerin güvenilirliğine ve kalitesine yönelik şikayetlerde bulunulabilmektedir.

Bu bakımdan da AİHM, delillerin kalitesi hususunda ciddi kuşkuların mevcut olduğu bir durumda, bu delili tekrar incelemekten ziyade böyle bir delilin elde edilmesi ve değerlendirilmesini çevreleyen usulî güvenceleri dikkate almaktadır (Cornelis / Hollanda, 994/03, 25 Mayıs 2004).

Örneğin AİHM, bazı kararlarında, her ne kadar delilin ulusal ceza usul mevzuatının ve 8. madde altında başvurucunun özel hayatının ihlaliyle elde edilmiş olduğunu kabul etse de; gizli kayıtların mahkumiyeti desteklemek için ek delil olarak kullanılmasının istenmeyen soruşturma yöntemi olarak kabul edilmeyeceğini ifade etmiştir (Schenk/İsviçre, no. 10862/84; Khan/Birleşik Krallık, no. 35394/97).

Yine AİHM’e göre, gizli takip/izleme veya gizli kayıt kullanılması işlemleri ulusal mevzuat veya Sözleşme’nin 8. maddesini ihlal etse bile, bu şekilde elde edilen delil sanığın mahkum edilmesinde belirleyici veya hatırı sayılır ağırlıkta kullanılmadığı sürece, 6. maddeyi ihlal etmeyecektir (Khan/Birleşik Krallık, par. 35-37).

Benzer şekilde kısmen usule aykırı gerçekleştirilen bir arama neticesinde elde edilen delil, mahkumiyet açısından belirleyici olsa bile, 6. maddeyi ihlal etmeyebilir. Esas nokta, ulusal hukuk bağlamında delilin kabul edilebilirliğinden ziyade, elde edilme ve kullanılma yöntemine dair yargılama veya temyiz aşamasında sanığın kullanımına açık olan itiraza ilişkin usulî imkanlardır (Lee Davies / Belçika, no. 18704/05, 28 Temmuz 2009, par. 40-54).

Yasadışı yoldan elde edilmiş delillerin kabul edilebilirliğiyle ilgili olarak AİHM, yasal bir temele dayanmadan ya da yasaya aykırı olarak elde edilmiş delillerin yargılamada kullanılmasının, eğer usule ilişkin güvenceler sağlanmış ve bu delillerin niteliği ya da kaynağı baskı, cebir ya da tuzak gibi yöntemlerle bozulmamış ise Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasında yer alan hakkaniyet standardının genel olarak zarar görmeyeceğini ifade etmiştir (Chalkley/Birleşik Krallık, no. 63831/00).

Bu itibarla, hukuka aykırı olarak elde edildiği iddia edilen delilin bir gerekçeli kararda delil olarak gösterilebilmesi ve mahkûmiyete esas teşkil edebilmesi için;  yargılamanın bütününün adil yargılanma hakkına uygun olarak yürütülmüş olması, delillerin takdirinde açıkça keyfilik bulunmaması, delilin elde edilmesi ve değerlendirilmesini çevreleyen usulî güvencelerin mevcut ve etkin olması, sanığın mahkûm edilmesinde belirleyici veya hatırı sayılır ağırlıkta kullanılmamış olması, yargılama veya temyiz aşamasında sanığın kullanımına açık olan itiraza ilişkin usulî imkanların mevcut olması, baskı, cebir ya da tuzak gibi yöntemlerle elde edilmemiş olması gerekmektedir.


(Bu köşe yazısı, sayın tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)