Meşhur bir hikayedir. Hz. İbrahim sofrasında misafir olmazsa yemek yemezmiş. Bir gün bir misafiri ile oturmuş yemeğe. Başlamadan önce Hz. İbrahim besmele çekmiş ama karşıdaki adam bir başka isim söyler. Hz. İbrahim sen Allah’tan başkasının mı adıyla yemek yiyorsun deyince, adam evet diye cevap verir. Hz. İbrahim, “kalk git soframdan ben Allah’a inanmayan birine yemek yedirmem” deyince adam kalkıp gider. Hikaye odur ki, Hz. İbrahim, sert bir şekilde Yaradan tarafından uyarılır: “Ben yetmiş yıldır bana inanmadığı halde doyurdum bu kulumu sen bir öğün bile doyuramadın”. Hz. İbrahim koşar gider ve inanmayan birinden özürler diler.

Bu kadar yıl yaşadığımız bu ülkede belki de “devlet” olarak anlayamadığımız şey tam da bu. Bütün ülkedeki sorunların özünde de bence bu duruyor. Herkesin ekmeğe ve aşa ihtiyacı var ve herkesin evinde geçinmeyi bekleyen bir ailesi var.

Ama bizim ülkemizde hangi mevki olursa olsun adam kayırma, torpil ve tavassutla işe girilir. Bazen Allah rızası için kadro doldurma olur bunun adı. Allah adına meşrulaştırılır her şey. Sonra da ağızlar doldurula doldurula Hz. Peygamberden hadis nakladilir: “İşler ehline verilmeyince kıyameti bekleyin”. İlk mesleğe başladığımda benim gibi düşünenler girsin isterdim her işe. Ancak –şükür ki, benim seçme imkanım olduğunda- çoktan bu düşüncemi terketmiştim. Buna en yakınımdakiler şahittir.

Bir ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük nedir diye sorarsanız söyleyebileceğim şey, ekmek ve aşa erişimde haksızlıktır derim. Bu, insanların ümitlerini kırar, çalışmayı bitirir ve yetenekleri köreltir, şahsiyetleri eritir ve toplumu yalakalaştırır.

Bu türden büyük kötülükleri işleyenler ve irtikap edenler ise maalesef bizler tarafından seçilen iktidar partileri. Sanırım kayırma ile işe aldıkları ya da ihale dağıttıkları insanların alkışları, kalbi kırık insanların hüzünlü sessizliğini bastırdığı için asla aldıkları vebalin ağırlığını anlayamayacaklar! Belki de neden hüzünlü insanların “iyi ki ahiret var” demelerinin hikmetini de hiç çözemeyecekler!

Dünyanın her insana yetecek kadar büyük olduğunu da anlamıyoruz. Bu vesile ile ülkemize gelen mültecilerle ilgili de bir kaç söz söylemek isterim. Suriyeliler bizim işimizi kapıyor bunlara neden iş veriliyor diye basının da tahriki ile zihinlerimiz bulanabiliyor. Ne yapalım yani? Zaten ülkelerini, evlerini terk etmek zorunda kalan ve perişan olan bu insanları bir de biz mi perişan edelim?

Hocalık ve dekanlık yaptığım dönemde asistanlık müracaatlarında sınav yaptım. Her seferinde isimleri kapattık aldık asistanlarımızı, sözlü de yapmadık. Kimdir nedir diye bakmadık ve geri kalan ömrümde de böyle yapacağım. Bu bir yarışsa herkes eşit olmalı ve adalet olmalı.

Daha yaşanabilir bir ülke için ister devletlü olalım ister özel bir işin patronu hepimiz kapımıza gelen herkese eşit muamele yapmak zorundayız. Partisi, inancı, düşüncesi, giyimi ne olursa olsun işi yapabilecek ise ayırmadan işe almak gerek. Bırakın evine ekmeğini o da götürebilsin sizin gibi. O da kazansın. Hz. İbrahim’e denildiği gibi, Allah’ın sofrasından o da kendi nasibini alsın.

Bir kaç gözlemimi de paylaşmak istiyorum siz sevgili dostlarımla. İnsanlar en çok kendisine iş sağlayanı hayırla yad ediyorlar. Hele haksızlığa karşı durarak bunu yapanlar varsa inanın onlar hiç unutulmuyor. Ve insanlar en çok ekmek ve iş konusunda kendisine haksızlık yapanları unutmuyorlar, en çok onlara kızıyorlar ve en çok onları beddualarla anıyorlar.

Sabahları metroya saat 8.30 gibi bindiğimde oluk oluk akan insanların arasından geçiyorum. Her inançtan her kıyafetten her yaştan insanla dolu. Bu kalabalığın içinde asgari ücretle çalışan da var patron olan da. Ama günün ilk saatinde herkesin koşturmacası aynı. Ekmeklerini kazanmak için koşturuyorlar. Aralarından geçiyorum bu kalabalığın, omuzum omuzlarına değiyor, yüzlerine bakıyorum ve inanın içimden dua ediyorum. Allah’ım hepsinin gününü bereketli kıl diye.

Bir ülkede insanlar çalıştığında ve hak ettiğinde ekmeğe ve aşa ulaşabileceğinden eminse ve kendisine iş konusunda haksızlık yapılmadığının  farkında ise inanın o ülkede huzursuzluk olmuyor. Türkiye’ye cihad ilan eden Kaplancıların acaba neden ezanların bile açıktan okunamadığı Almanya’ya cihad ilan etmediklerini çok sorgulamışımdır. Çünkü kendilerini Kaplancı olarak niteleyen bu insanlar kendi işlerinden, aşlarından ve hayatlarından emin. Diğer gelişmiş ülkelerde de insanlar siyasetle ilgili değiller. Zira her gelen iktidarın zaten adil davranacağı ve kendi yandaşlarını işe almak konusunda haksızlık yapmayacağı noktasında kanaatleri oluşmuş. Ne diyelim darısı başımıza.

Abimin ciddi bir kazası sonrasında kaza mahalline yakın bir evde kısa bir misafirliğim olmuştu. Kazadan hemen sonra eve girdiğimizde evin sahibi Hüseyin amca, aç mısınız diye sorunca şaşırmıştım. Ben şaşırınca şunu söyledi: “Acı ile yaşanır aç yaşanmaz”.

İnsanların evine rızık götürebilmesi için işe ihtiyaçları var. Rızık ise ayrımsız bütün canlılara ait. Hiç bir güç hiç bir düşünce ile insanların ekmekleri ile oynamamalı. Acıları olsa da aç yaşayamazlar, aşsız yapamazlar zira.

Sevgili öğrencilerim ve dostlarım,

Hangi makamda olursanız olun  her konuda olduğu gibi iş ve aş konusunda da adil olun. Taşıyamayacağınız veballeri yüklenmeyin.

Unutmayın ki nasıl sizin ekmeğinizle oynandığında acı çekiyorsanız ve üzülüyorsanız birilerini kayırmak adına başkalarının ekmeği ile de oynadığınızda acı çekenler vardır. Aşa ve işe sadece sizin ve sevdiklerinizin değil yaşayan herkesin ihtiyacı olduğunu unutmayın.

Şemsi Tebrizi’den bitirelim bari: “Sözün kıymetini lal (dilsiz) olandan, ekmeğin kıymetini aç olandan, aşkın kıymetini hiç olandan öğren. (Şems-i Tebriz)

5 Kasım 2019