Bir önceki yazımda, Ak Parti Genel Merkezine yapılan saldırıda kullanılan lav silahı nedeniyle Ergenekon bağlantısına dikkat çekmiştim. Emniyet Genel Müdürlüğü Terör örgütü DHKP-C  tarafından AK Parti'ye yapılan saldırıda kullanılan LAW silahı ile Poyrazköy'deki kazılarda çıkan silahların aynı seriden olduğunu doğruladı. DHKP-C’yi taşeron olarak Ergenekon’un kullandığına dair iddiaları teyit eden bu gelişme önemliydi.
 
Balyoz davasında esas hakkında mütalaa verilmesinden sonra yaşananlar ile savcıların Ergenekon mütalaasını mahkemeye sunmaları aşamasında verilen tepkiler aynı mahiyette. Sanıkların adil yargılama yapılmadığı yolundaki tepkileri destekçileri tarafından da dillendiriliyor. Buna karşılık gerek Ergenekon, gerek Balyoz davasında bir kısım sanıkların tutukluluk kararlarının hukuka aykırı olduğuna dair şikayet yolu ile AİHM’ne yaptıkları başvurular AİHM tarafından reddedildi. Yani tutukluluğu gerektiren yeterli delillerin bulunduğundan bahisle müracaatları haklı bulmadı. Adil yargılama ilkesinin tümden ihlal edildiği iddialarının ise henüz yargılama sonuçlanmadığı için incelemeye alınmadığını bildirdi.
 
Darbecilere selam durmaya alışmış olanlar, yargılananlar darbeciler olunca, yargı bağımsızlığını, tarafsızlığını, hukukun üstünlüğünü hukuk önünde eşitliği hatırlamak istemezler. Yargının siyasallaştığından, siyasal iktidarın yargı eliyle muhaliflerini susturmak istediğinden söz etmeyi tercih ederler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını da gündemden düşürmek için görmezden gelmeyi, konuşmamayı tercih ederler. Kimi siyasetçi, kimi gazeteci, kimi hukukçu bu darbeseverler, darbelerden yana olduklarını açıkça söylemeseler de darbeci ve vesayetçi anlayıştan kurtulamadıklarını gizleyemezler.
 
Değerli gazeteci ve hukukçu Taha Akyol son yazılarından birinde darbecileri alkışlayan ve Yassıada sözde mahkemesine başkanlık teklifini hemen kabul eden Salim Başol ile, darbecilerin teklifini reddederek adli yıl açılış konuşmasında mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olması gerektiğini, darbecilerin yüzüne karşı ifade eden Yargıtay Başkanı Recai Seçkin’i mukayese ediyor. Hukuk öğrencilerinin dikkatine sunduğu iki yargıçtan Salim Başol’un uygulamalarının adalet tarihimizin yüz karası olduğunu, Recai Seçkin’in sözlerinin ve tutumunun ise adalet tarihimize şerefle yazıldığını ifade ediyor.
 
Gerçekten adalet tarihimizde baktığımızda yüksek yargıda darbecileri alkışlayanları çokça görüyoruz. Alkışçıları da darbecilerin ödüllendirdiğini, Anayasa Mahkemesi üyesi, Yargıtay üyesi, daire başkanı gibi görevlere getirdiklerine, böylece vesayeti kabul etmiş bir yüksek yargı oluştuğuna şahit oluyoruz. 27 Mayıs kanlı darbesiyle başlayan bu gelenek 12 Eylül 1980 darbesiyle devam ediyor. Dönemin Yargıtay 1. Başkanı olan Mehmet Derviş Turhan, adli yıl açılış konuşmasında darbecilere övgüler yağdırıyor;
 
“...Tüm ısrarlı uyarıların bir sonuç vermemesi üzerine, Türk Silâhlı Kuvvetleri; ... 12 Eylül 1980 günü tarihi bir görev yüklenerek devlet yönetimine tümüyle elkoymuştur.12 Eylül Harekatı'ndan sonra Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarımız görevlerini huzur ve güven içinde yürütmektedirler. Bu kıvanç verici ortamı sağlayan Türk Silâhlı Kuvvetleri'ne yargı adına en içten teşekkürlerimi sunmayı zevkli bir ödev sayarım.
 
Ülkede darbe yapılmış, T.C. Hükümetinin görevine silahla, cebir ve şiddetle son verilmiş, TBMM kapatılmış, darbeciler açıkça suç işlemiş, suçu soruşturmak suçluları yargılamakla görevli yargı adına darbecilere teşekkür ediliyor. Hukuku uygulayamayan hakim ve savcıların huzur içinde görevlerini yürüttükleri ifade ediliyor.
 
Darbecilere teşekkürü zevkli bir görev addeden anlayış maalesef 2010 Anayasa referandumuna kadar devam etmiştir. 2007 ve 2008 yıllarında yayımlanan Yargıtay ve Danıştay başkanlar Kurulu bildirileri, seçimle oluşan yasama ve yürütme erklerinin görev alanına  doğrudan müdahale etmekte açık birer örnektir. Hatırlanacağı gibi eğitim özgürlüğü alanını genişleten Anayasanın 10 ve 42 madde değişiklikleri Meclis’te büyük çoğunlukla kabul edilmişti. Bunun üzerine Yargıtay Başkanlık Kurulu, “toplumun yoğun ve isabetli refleksi, anılan taslağın yasalaştırılması girişiminde duraksama yaratmış; ancak, Anayasanın 10. ve 42. maddeleriyle ilgili değişiklik, engellenemeyen bir hızla yasalaştırılmıştır”  açıklamasıyla milli iradeye ve TBMM’ne karşı tavrını açıkça ortaya koymuş, başörtüsü de dahil eğitim özgürlüğünü teminat altına alan anayasa değişikliğini gündeme getiren Ak Parti’nin kapatılması için Yargıtay Başsavcılığı kapatma davası açmıştır.
 
Sonuç malum, yaşanan süreçte demokrasiye yapılan müdahale yüksek yargıdan destek görürken, demokrasiye müdahaleye tepki gösteren millet 2010 referandumuyla Anayasada köklü bir değişikliği onaylamıştır. Milletin onayladığı Anayasadan aldığı güç ile şimdi darbecileri yargılayan bir yargı var. Türkiye tarihi bir değişim süreci yaşıyor. Yargıda da tarihi bir değişim var. Darbecileri alkışlayan anlayıştan, darbecileri yargılayabilen bir sisteme doğru.
 

(Bu köşe yazısı, sayın Reşat PETEK tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)