Babamdan bana kalan ve o nedenle benim için önemli ve değerli olan iki obje var. Birisi ben daha henüz küçük bir çocukken babamın bana verdiği tüfek, diğeri de bronzdan yapılmış üzerinde adam olan bir küçük at heykeli.

Bu sözler yaşıtım pek çok çocuk gibi benim çocukluğumun da vazgeçilmezlerinden olan kovboy filmlerinin unutulmaz oyuncusu John Wayne’nin oğlu Ethan’a ait.

Bir Amerikan gazetesine verdiği röportajda bunları söyleyen Ethan sonra şöyle devam ediyor; ‘Ama benim için objelerden daha aziz olan, film yıldızından daha çok bir insan ve baba olan onunla birlikte geçirdiğim çocukluğuma ait hatıralar, bana her zaman ilham veren, rehberlik eden, onun bana bıraktığı sözler, örnekler ve deneyimlerdir. Bana hayatın yaşanmak için var olduğunu o öğretmiştir. O hiçbir zaman olduğu yerde kalmamıştır. Hiç geçmişe bakmamış, hep ileriye, daha ileriye doğru bakmış, olumlu olana odaklanmıştır. Küçük olandan, anlamsız olandan, amaç değil araç olandan her zaman sakınmıştır. Atla, bisikletle, motosikletle gezmeye çıktığımızda, bana, tuttuğunu bırakma, mücadele etmekten vazgeçme, at da, bisiklet de, motosiklet de, hayat da aynı şekilde çalışır, tuttuğun şeyi bırakırsan düşersin, onun için tuttuğun hiç bir şeyi bırakma ve nereye gitmek istiyorsan oraya git demiş ve bunu bana o öğretmiştir.

Ethan’ın babasından, yani John Wayne’dan, o adil, o güçlü, o dirayetli kovboydan, biz de çok şey öğrendik çocukluğumuzda. Ne mi öğrendik? Behçet Necatigil’in o güzel şiirinde yazdığı şeyi öğrendik. ‘…Kötüler ceza yer en sonda / Adalet var, iş onda! / Hak hukuk dağıtma yeri / Kovboy filmleri’ Ama ne yazık ki öğrendiğimizle kaldık! Zira büyüdükçe gördük ki, hayat hiç de öyle işlemiyor ve adalet denilen o yüksek idealin gözleri Themis Heykeli gibi gerçeklere kapalı. Ve adalet sadece kovboy filmlerinde var.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan emekli olan bir başsavcının görevini ve cübbesini devrettiği yeni Başsavcı’ya; ‘…birilerini fazlasıyla rahatsız etmeden görevini yapacağına ve bunu başarıyla yapacağına yürekten inanıyorum’ şeklindeki öğüdünü okuyunca, kovboy filmleri, John Wayne, Behçet Necatigil, hak, hukuk, adalet aklıma gelmiş ve bu yazıyı 24 Mayıs 2015 tarihinde yazmıştım. Şimdi güncelleyerek yeniden yayınlıyorum.

Bu yazıyı yazmayı düşünürken John Wayne’nin önemli filmlerinden biri aklıma geldi. Ülkemizde ‘Kahramanın Sonu’ adıyla gösterilen ‘The Man Who Shot The Liberty Valence’ isimli film. Tam Türkçe karşılığı ‘Özgür Valence’ı Vuran Adam

Kasabanın düzenini bozan, herkesin başına bela olan ‘Liberty Valance’ isimli haydudun hakkından gelen ve böylece kasabaya yeniden adalet ve düzen getiren bir kovboyun hikayesi anlatılır bu filmde.

Filmin bende iz bırakan çok da güzel bir şarkısı vardır. Altmışlı yılların önemli rock şarkıcılarından Gene Pitney’in söylediği filmle aynı adı taşıyan, yani ‘The Man Who Shot The Liberty Valence’ isimli şarkı.

Kovboy filmlerinde adaleti sağlayan, toplumun düzenini, huzurunu koruyan iyi kovboylar vardır. Kötülerin karşısına hep bu iyi kovboylar çıkar ve sonunda da her zaman bu iyi kovboylar kazanır.

Kovboy filmlerinde iyi kovboyların yaptıkları bu işi, günümüzde ve hukuk devletlerinde savcılar yapar. Esasen savcılar bunun için vardır. Yani savcılar, kötü adamlarla, suçla ve suçlularla mücadele etmek için vardır. İyilerin yanında, kötülerin karşısında olan, olması gereken savcılar, yargıçlar gibi tarafsız değil, taraftırlar. İyilerin yanında, doğrunun yanında, halkın, kamunun, toplumun yanında, hukukun, adaletin, devletin yanında taraftırlar. Birilerini rahatsız etmemek için değil, aksine birilerini, kötüleri, suç işleyenleri, toplumun huzurunu bozanları, yasaları çiğneyenleri rahatsız etmek, onlara dokunmak, hukukun, adaletin gücünü onlara göstermek için vardırlar. Bu görevlerini yapabilmek için de, hem statü, hem de vicdani yönden bağımsız olmak durumundadırlar.

Kamu adına hareket eden, toplumun huzuru, güveni ve yararı için suçu ve suçluları takip eden, soruşturan, bu amaçla iddia eden, iddiasının ve iddiası içinde yer alan ithamının dayanağını oluşturan kanıtları toplayan ve gerektiğinde dava açan savcıların, insan haklarının korunması, insan haklarına saygılı olunması bağlamında da önemli görevleri vardır.

Daha önce yargıçlık yapan, şimdi ise avukat olan Murat Aydın’ın ‘Kamu Davasının Açılması ve İddianame‘ isimli kitabında vurgu yaptığı üzere, iddia etmek, iddianın ve ithamın dayanağını oluşturan kanıtları toplamak, savcı için nasıl bir görev ise, lekelenmemek de şüphelinin/sanığın hakkıdır. Esasen itham edilmiş, hakkında soruşturma ve onu takiben dava bile açılmış olsa, suçlu olduğunun kanıtlanmasına kadar kişinin suçsuz sayılacağını öngören masumiyet karinesinin doğal bir unsuru ve uygulamadaki uzantısı olan ‘lekelenmeme hakkı’, temel bir insan hakkıdır. Genelde tüm sanık/şüpheli hakları dahil, lekelenmeme hakkının korunması, dahası sadece sanığın/şüphelinin aleyhine olan delilleri değil, lehine olan delilleri toplamak da savcıya, savcılara ait bir görevdir.

Cumhuriyetin merkez-i idaresinde bir Hukuk Mektebi açmak vesilesi bugünkü içtimaimizi ihzar etmiş bulunuyor. Bugün şahit olduğumuz, hâdise, yüksek memur ve mütehassıs âlimler yetiştirmek teşebbüsünden daha büyük bir ehemmiyeti haizdir. Senelerden beri devam eden Türk İnkilâbı, mevcudiyetini ve zihniyetini, hayat-ı içtimaiyenin mebnâsı olan yeni esasat-i hukukiyede tesbit ve teyit etmek çaresine tevessül etmiştir… Cumhuriyetin müeyyidesi olacak bu büyük müessesenin küşadında hissettiğim saadeti hiç bir teşebbüste duymadım ve bunu izhar ve ifade etmekle memnunum.

Bu sözler Büyük Atatürk’e ait. Atatürk bu sözleri, Ankara Hukuk Mektebi’nin/Ankara Hukuk Fakültesi’nin açılışında, yani 05 Kasım 1925 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (1. Meclis Binası) Genel Kurul Salonu’nda yaptığı konuşmada söylüyor..

Pek çok yönüyle önemli ve değerli olan bu veciz konuşmanın bana göre en önemli yönü, Büyük Atatürk’ün hizmete açtığı hukuk fakültesini ‘Cumhuriyetin müeyyidesi’ olarak nitelendirmesi, oradan mezun olacak olanları Cumhuriyet Devrimleri’nin ‘mevcudiyetini ve zihniyetini hayat-ı içtimaiyenin mebnâsı olan yeni esasat-i hukukiyede tesbit ve teyit etmek çaresi’ olarak görmesi, yani toplumsal hayatın temelinin, yani devletin, yani Cumhuriyetin temelinin hukuk olduğunu, yargıcıyla, avukatıyla, savcısıyla hukukçular olduğunu ifade etmesidir.

Bunu şimdilik kenara koyalım ve Dünya Adalet Projesi’nin (World Justice Project), Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ne (Rule of Law Index) bakalım. Bu endekse göre Türkiye 2020 yılında 128 ülke arasında 107. sırada yer almaktasdır. Türkiye ile aynı endeks puanına sahip diğer ülkeler ise, Angola, İran ve Nijerya’dır. Aynı araştırmada, Türkiye hükümetin hesap verebilirliği açısından 128 ülke arasında 97. / yasal ve yönetsel düzenlemelerin adil ve etkili biçimde uygulanması açısından 128 ülke arasında 110. / iktidarın sınırlanması açısından ise 128 ülke arasında 124. sıradadır. Hukukun Üstünlüğü Endeksi çalışmasının son beş yıllık sonuçları da aynı şekilde, Türkiye’de hiçbir zaman iyi durumda olmayan hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı konusundaki gerilemeyi de açıkça ortaya koymaktadır. Buna göre, 2015’te 102 ülke arasında 80. sırada yer alan Türkiye, 2016’da 113 ülke arasında 99. / 2017-2018’de 113 ülke arasında 101. / 2019’da ise 126 ülke arasında 108. sıradadır Benzer biçimde, Dünya Ekonomik Forumu tarafından 2019 yılında yapılan bir araştırmada da, Türkiye, düşük endeks puanına sahip ülkeler arasında yer almış ve yargı bağımsızlığı açısından yapılan değerlendirmede 141 ülke arasında 104. olmuştur.

Herhalde yüzümüzü kızartması gereken bu sonuçtan, iktidarıyla, muhalefetiyle ama en başta yargıcıyla, avukatıyla, savcısıyla biz sorumluyuz.

Peki! Ne yapalım? Önce aklımızı başımıza toplayalım, daha sonra konuşmayı, nutuk çekmeyi, onu bunu suçlamayı bir tarafa bırakalım, aynaya bakalım ve işimizi yapalım. İşimizi iyi yapalım, yapar gibi yapmayalım, yapalım, adam gibi yapalım. Bir de hem vakit geçirmek, hem de adalete olan özlemimizi az da olsa gidermek, hukuk fakültesinde okuyarak, bu kadar yıl avukatlık, yargıçlık, savcılık yaparak öğrenemediğimiz adalet denilen, hak hukuk denilen o dersi öğrenmek için kovboy filmlerini izleyelim biraz.

Hem kovboy filmlerini seyredelim, hem de 1945 yılında yazılmış olmasına rağmen, günümüz Türkiye’si yönünden güncelliğini hala koruyan usta şairimiz Behçet Necatigil’in o güzel şiirini okuyalım:

KOVBOY FİLMLERİ

Ucuz sinemalara giderim, / Cebimde fazla para oldukta / Otururum koltukta. / Kovboy filmlerine biterim: / Kızı hesaba katma, / Artistler yalnız erkek. /Şarkı, çalgı, gürültü / Kavga, yumruk, tabanca / Yaşa, vur, kır sesleri / Çın çın öter salonda. / Sahneler basitmiş, basit / İncelik yokmuş, yok! / Kötüler ceza yer en sonda / Adalet var, iş onda! / Hak hukuk dağıtma yeri / Kovboy filmleri.