Son yıllarda had safhada artan “Kadın Cinayetleri ve Kadına Yönelik Şiddet” meselesine ilişkin çok sayıda örgüt ve kurum tarafından çeşitli çalışmalar yapılıyor. Bu çalışmaların en önemli ayaklarından biri de yasalar bazındaki çalışmalar.

Daha önceki yazılarımdan birinde belirttiğim üzere, kadın hakları hususunda CEDAW(Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi’)’ın ve İstanbul Sözleşmesi’nin önemi bizim için büyük. Esasında, kadın cinayetlerini ve kadına yönelik şiddeti önlemede yapılacaklar listesi çok uzun. Şimdilik, bu iki metni kısaca tanıtıp, aciliyet teşkil ettiğini düşündüğümden, kadın cinayetlerinde iyi hal indirimi ve haksız tahrik indirimi konusuna değinmekte fayda var.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 1979′da kabul edilen, 1981′de yürürlüğe giren ve Türkiye tarafından 1985 yılında imzalanan CEDAW, taraf devletleri kadınlara karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılması için somut adımlar atmakla ve CEDAW Komitesine düzenli olarak kadının insan haklarının geliştirilmesi konusunda ülkedeki devlet uygulamalarını raporlamak ve sunmakla yükümlü kılar. Bu bakımdan son derece kıymetlidir.
CEDAW, kadın-erkek eşitliğinin fiili anlam kazanabilmesi ve kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi adına yasal manada tüm önlemlerin alınmasını ve bu yönde bir politika izlenmesini/uygulanmasını öngörmektedir.

Özü CEDAW’a dayanan Mayıs/2011’de Türkiye tarafından imzalanan ve Ağustos/2014’te yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’nin 2.2. maddesi “Taraflar bu Sözleşmenin hükümlerinin uygulanmasında toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin kadın mağdurlarına özel olarak dikkat göstereceklerdir” der.  4.4. maddesine göre ise; kadınların toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı korunması için gerekli olan bu özel tedbirler, bu Sözleşme hükümlerince ayrımcılık olarak sayılmayacaktır.


Bu noktada, başta temel bir hak olan yaşama hakkını güvence altına almaya ve kadına şiddeti önlemeye ilişkin olarak özel hukuki ve cezai düzenlemeler/yaptırımlar getirilmesi aynı zamanda Sözleşme’nin de gereğidir.


Sözleşme’nin 3. Maddesinde kadına şiddet, “kadınlara karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık” olarak tanımlanmıştır. Yaşama hakkı ise insan haklarının en başında yer alır. Bu noktada kadın cinayetleri konusunda da bu sözleşme son derece önemlidir. Zira 4. Madde açıktır: Taraflar herkesin, özellikle de kadınların, gerek kamu gerekse özel alanda şiddete maruz kalmaksızın yaşama hakkını yaygınlaştırmak ve korumak için gerekli olan yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır.


Sözleşme’nin kadına şiddeti önlemeye yönelik hükümleri III. Bölüm’de 12. - 17. Maddeler arasında ele alınmış olup, toplumun her alanını kapsayan, eğitim odaklı tedbirleri gündeme getirmektedir. Kadına şiddeti ve kadın cinayetlerini önlemede bana kalırsa en önemli kısım bu kısımdır. Zira, bir insanı ilerde kadına şiddet uygulamaktan alıkoyacak bilinç, bu sayede aşılanacaktır. Lakin, Ceza Kanunu’nda yer alan yaptırımlarda düzenlemeye gidilmesi de kadına şiddeti ve kadın cinayetlerini önlemede atılacak son derece önemli bir adımdır. Özellikle planlı şekilde işlenen cinayetlerde caydırıcı etkisi olabileceği ihtimali yadsınamaz.

Özgecan Yasası olarak adlandırdığımız ve kadın cinayetlerinde katile verilecek cezada iyi hal ve haksız tahrik indiriminin kaldırılması yönünde bazı adımlar atıldı. Bu hususta CHP milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu, Gülay Yedekçi ve Aylin Nazlıaka tarafından Meclis’e önerge sunuldu. Aylin Nazlıaka meclise sunduğu yasa teklifinde, 5287 sayılı TCK’nun 82. Maddesinde yer alan “kasten öldürme suçunun nitelikli hallerle işlenmesi halinde müebbet hapis cezası ile cezalandırılacağı” ibaresine “Bu maddede sayılan suçların kadın ve çocuklara karşı işlenmesi halinde tahrik ve iyi hal indirimi yapılamaz” bendinin eklenmesini önerdi. Sezgin Tanrıkulu ise, “kadına karşı işlenen” suçları kapsayacak şekilde ağırlaştırıcı cezalar uygulanması, ayrıca yine kadına karşı işlenen tüm yaralama ve kasten zarar verme fiilleri için hiçbir şekilde indirim uygulanmamasıyönünde önergesini sundu. Son olarak Gülay Yedekçi’nin sunduğu teklif; Cinsel Saldırı(TCK m. 102)  suçuna ilişkin iyi hal ve haksız tahrik indirimlerinin kaldırılması, Çocuğun Cinsel İstismarı  (TCK m. 103) ve Reşit Olmayanla Cinsel İlişki(TCK m.104) suçlarını düzenleyen maddeler için ise çocuk gelinlerin önlenmesi, “rıza” kavramının tamamen ortadan kaldırılması ve çocuk istismarcılarına verilen cezaların artırılması yönünde.

Bu noktada, top artık siyasilerde. Artık kadın bedeni üzerinden yapılan siyasete bir son verilmesi ve en hızlı şekilde bu önergelerin yasalaşıp yürürlüğe girmesi için harekete geçilmesi gerekiyor.

Bu değişiklikler, İstanbul Sözleşmesi’nin de bir an evvel uygulanması için de zorunlu aynı zaman zamanda. Zira İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesi demek; taraf olan devletlerin sözleşmenin gereklerini hem yasalarına yansıtmaları hem de diğer uygulamaları Sözleşme’nin esaslarına göre yapmaları zorunlu hale geldi demek.

Yapılan yasanın yargı tarafından tarafsız şekilde uygulanması, adaletin gerçekleşmesinde fiili kısmı teşkil ediyor. Mevcut adalet sisteminin geleneksel kalıplar çerçevesinde cinsiyetçi bir tavır içerisinde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Aslına bakarsanız bahsettiğimiz iyi hal ve haksız tahrik indirimleri takdiri şekilde uygulanır. İlk derece mahkemesi, vermiş olduğu cezaya haksız tahrik ve iyi hal indirimi uygulamadığında, her ne kadar Yargıtay’ın bu sebeple kararı bozma ihtimali var ise de, mahkemenin indirim uygulamamakta direnmesi gerektiği kanaatindeyim. En azından konuyla ilgili yasalaşmaya gidilene kadar, Yargının kadın cinayetlerinde elbirliğiyle bu indirimleri uygulamaması, ülkemizde insan hakları bakımından zaruridir.

Kadın cinayetlerini ve kadına yönelik şiddeti önleme yolunda biz hukukçulara önemli görevler düşmektedir. Yasal düzenlemeleri inceleyip, değiştirmek, geliştirmek, yeni önerilerde bulunmak adına mevcut çalışmalara olabildiğince iştirak etmek ve hukuku adil şekilde uygulamak/uygulanması için çabalamak birincil görevimizdir. Bununla birlikte, bir vatandaş olarak bu konuda farkındalığı artırmak adına ekstra gayret göstermek de, birincil görevimiz kadar mühim diye düşünüyorum.


(Bu köşe yazısı, sayın Av. Tuba TORUN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)