Oysa, her şey başlangıçta ne kadar da naif ve romantiktir. Bakışmalar, etkilenmeler, intibalar, duygu salınımları, hoşlanmalar, ilk sevgi filizleri, dokunuşlar ve birlikte bir ömür yaşamak için ‘’benimle evlenir misin’’ daveti.

Böyle başlayan hayat birlikte yaşama kararlılığı, nasıl oluyor da, bir süre sonra hayatı vahşice sonlandırma vahşetiyle bitiyor. Birlikte üreme kararlılığı, tek taraflı yok etme kararlılığına dönüşüyor. Bakışacaksınız, dokunacaksınız, sevip, sarılacaksınız, bir adım daha ileri giderek dünyaya birlikte bir canlı daha getireceksiniz ve sanki bütün bunlar olmamış gibi, bütün bunlar yaşanmamış gibi, bütün bunlar bir seraptan ibaretmiş gibi, ötekine kıyacaksınız. Ötekiyi, kadını öldüreceksiniz.

Bu büyük yabancılaşma, bu büyük kayboluş, akılla, hukukla, cezaların azlığı ya da çokluğuyla izah edilemez. Bu tavır ve eylem, köle efendi ilişkisidir. Efendi nihayet kölesini öldürme imtiyazına sahiptir. Türkiye’deki kadın soykırımının altında yatan bu zihniyet ve bu zihniyetin meşrulaştırdığı toplumsal algıdır.

Bu durum, bir ormanda,  bir Aslan’ın sırf acıktığı için, sırf bu biyolojik ihtiyacını gidermek için, öteki canlıları öldürüp yok etmesine hiç benzemiyor. Bu soykırımda, biyolojik ihtiyaçların hiç rolü yoktur. Biyolojik ihtiyaçların dışındaki bütün eylemler keyfidir. Bir çiftin ayrılma sebepleri ne olursa olsun- aldatma, ihanet, şiddetli geçimsizlik- ayrılma talebi ya da ayrılma durumu ölüm ile sonuçlanıyorsa, burada keyfiyetten başka bir tasarruf yoktur.

Keyfi bütün davranış ve eylemler, katliamdan öte soykırımdır. Çünkü maddi ve biyolojik hiçbir sebebe dayanmazlar. Türkiye’de zihinsel olarak, kadınlar evdeki köle oldukları için, bu kadar kolay ve sorumsuzca katlediliyorlar. Erkeğin zihnin de eşit bir varlık olarak, yer edinemedikleri için hunharca öldürülüyorlar.

Küçük kızının gözleri önünde eşini ya da ayrılmış eşini öldüren bir mahluk cani filan değildir. O insanlık suçu işleyen bir seri katildir. Herkesin gözleri önünde eşini 27 yerinden bıçaklayarak katleden alçak, sosyopat filan değildir, bilerek isteyerek kölesinin canını alan acımasız bir katildir. Ayrıldığı eşine 12 kurşun sıkan doktor, şizofren değildir, o, güce tapan bir tirandır. O kendi ihtirası için bu dünyayı yakabilecek bir insansı biyolojik canlıdır.

Peki, bu acımasız katiller bu korkunç cüreti nereden alıyorlar? Soğuk su içer gibi insan öldürme potansiyelini kim körüklüyor? Kim bu insanlık suçunu işleyen yobazları anlıyor ve ‘’aferin namusunu temizledin diyor?’’ Kim? Kim? Uzaylılar mı? Hiç doğmamış çocuklar mı? Ölüler mi? Kim? Kim?

Cevap belli; toplum. Toplumun gelenekleri, toplumun kültürel kodları, toplumun zihinsel cüceliği. Toplum, halk izin vermezse, toplum, halk bunu meşru görmezse, hiç kimse yekdiğerini katledemez. Yekdiğerine soykırım uygulayamaz. Sorunun çözümünü topluma, halka havale ettiğim anlaşılmasın. Niyetim bu değil. Niyetim suçun gerçek kaynağına işaret etmektir. Bataklığı göstermektir.

Toplum ya da halk bir günde değişmeyeceğine göre, ve yarın da bir kadın cinayetinin işlenme ihtimali varken, acil olarak harekete geçireceğimiz  vasıtamız var. Birincisi hukuktur ve hukuk bu tür cinayetlerde en ağır cezayı vermekle yükümlüdür. Bu belki belli düzeylerde caydırıcılık sağlar. İkincisi Güvenlik güçlerinin güvenlik sağlayıcı tedbirlerinin artırılmasıdır. Koruma isteyen her kadın korunmalıdır. Bu asla ertelenecek ötelenecek bir talep değildir.