Yazımızın bu bölümünde İstanbul Sözleşmesinin ülkemizde uygulanması ile uygulamada ortaya çıkan sorunlara değineceğiz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ışığında Türkiye’nin durumunu ve bu kararların bağlayıcılığı kapsamında kadına karşı şiddetin nasıl bitirilebileceğini irdeleyeceğiz.

Türkiye açısından Sözleşmenin Değerlendirilmesi

Anayasanın 90. maddesinde yer alan “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” hükmü gereğince Sözleşme büyük önem taşımaktadır.

Sözleşmenin uygulaması Avrupa Konseyi bünyesindeki bağımsız bir komite tarafından izlenecek ve denetlenecek olması onaylayan devletlerde Sözleşme hükümlerinin yaşama geçirilmesi için itici güç olması beklenmektedir.

Sözleşmenin duyurulması ve etkin uygulanmasının sağlanması için başta Hükümet olmak üzere yerel yönetimlere, yargı makamlarına, emniyet teşkilatına ve insan hakları savunucuları ile sivil toplum kuruluşlarına büyük görevler düşmekte olup; taraf devlet olarak ülkenin siyasal ve kamusal yaşamında kadınlara karşı ayrımcılığı tasfiye etmek için gerekli her türlü tedbiri almak, kadınlara karşı ayrımcılık oluşturan mevcut yasaları, hukuki düzenlemeleri, gelenekleri ve uygulamaları değiştirmek veya kaldırmak için gerekli siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda her türlü tedbiri almakla yükümlü olduğunun da bilincinde olması gerekmektedir.

Buna karşın; Türkiye olarak ulusal mevzuatımızda Sözleşmeyi de dayanarak göstererek 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun 20.03.2012 tarih ve 28239 sayılı Resmi Gazete ile yürürlüğe girmiştir.

Kanun;

Amacı, önleme ve koruyucu tedbirleri ile destek hizmetleri gibi hususlarda Sözleşme ile benzer hüküm ve ifadelere yer vermiş ise de özellikle yaptırım ve cezai düzenlemeler bakımından sınırlı kalmış ve kapsayıcı olamamıştır.

En önemli farklılık ise Sözleşmede tüm tedbirleri Taraf Devletlerin alması gerektiği ve İzleme Heyeti tarafından denetime tabi tutulacağı açıkça ifade edilmiş iken Kanunda Devleti sorumlu kılan ve yükümlülük yükleyen hükümlerin bulunmamasıdır.

Bu haliyle Kanun, mağdur ve yakınlarına fail ve/veya failler hakkında idari ve adli başvuru ve koruma tedbirleri konusunda usulü işlemler ile yasal prosedürlere yer vermektedir. Devletin ihmal ve sorumluluğu halinde tazmin yükümlülüğüne ise yer verilmemiştir.

Gerek Sözleşme gerekse Kanunu bir arada değerlendirdiğimizde ülkemizde Kadına Şiddet ve Aile içi Şiddetle Mücadele konusunda yapılan çalışmaların yetersiz kaldığı gözlemlenmektedir.

Bunun nedenleri;

1- Siyasal iktidar ve devlet kişilerinin yaklaşım ve düşünceleri

2- Uygulamada çıkan sorunlar

3- Mevcut yasal düzenlemelerin modernize edilmemesi ve uygulanmaması

-"Kadınlar erkeklerle eşit olamaz. Bu doğaya aykırı“ R.T. Erdoğan

-“Bugün artıyormuş gibi lanse edilen şiddet, esasen daha önce bilinmeyen, gizli-kapalı tutulan, aslında artık azalmaya da başlayan vakaların abartılmasından başka bir şey değildir.” R.T. Erdoğan

- "Yani bunu bir erkek yapsa aklım erer de, ki o dahi yapamaz, bir bayanın onu yapmasını anlamıyorum” R.T. Erdoğan

“Kadına şiddet demek konuyu büyütüyor” Sare Davutoğlu

- "Dünya Kadınlar Günü kutlaması Batı'dan geldi. Bizim kadınımızın böyle bir talebi yok. İnsan her zaman kendinde olmayanı ister. Batı kadını da 'Keşke Türk hanımlarının yerinde olsak' diye düşünür. Türk hanımları evinin süsüdür, erkeğinin şerefidir, Batı kadınları maalesef ezilmektedir“ Vecdi Gönül

- "Evdeki işler yetmiyor mu?“ Veysel Eroğlu

- "Sizin kızınız olsa, kaçta eve gelmesini istersiniz? Gece erkek arkadaşının evinde geç saatlere kadar kalmasına izin verir misiniz?“ Celalettin Cerrah

- "Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar.“ Recep Akdağ

Uygulamadaki sorunlar

- Mevzuat ve yasal düzenlemelerin yeteri kadar bilinmemesi ve uygulanamaması

- Bu düzenlemeleri uygulayacak yeterli uzman, adli kolluk ve idari otoritenin olmaması

- Bürokratik ve idari işlemlerin uzun ve yavaş olması

- Konunun önem ve aciliyetinin toplum, idari ve adli makamlarca kavranamaması

- Üniversiteler, sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri ve gönüllülerin devlet desteği alamıyor olması ve bu kişi ve kuruluşların çalışmalarının desteklenmemesi

BAŞVURU YOLLARI

A-İdari Başvuru yolları ve Alınacak Tedbirler

Mülkî Amir ( Valilik – Kaymakamlık ) tarafından alınacak tedbirler

– Kadına ve gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yerde veya başka bir yerde uygun barınma yeri sağlanır.

– Diğer kanunlar kapsamında yapılacak yardımlar saklı kalmak üzere, geçici maddi yardım yapılır.

– Psikolojik, meslekî, hukukî ve sosyal bakımdan rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilir.

– Hayatî tehlikesinin bulunması hâlinde, ilgilinin talebi üzerine veya resen geçici koruma altına alınır.

– Gerekli olması hâlinde, korunan kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması hâlinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması.

– Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde yer alan tedbirler, ilgili kolluk amirlerince de alınabilir. Kolluk amiri evrakı en geç kararın alındığı tarihi takip eden ilk işgünü içinde mülkî amirin onayına sunar. Mülkî amir tarafından 48 saat içinde onaylanmayan tedbirler kendiliğinden kalkar.

B- Hukuki Başvuru Yolları ve Alınacak Tedbirler

Aile Mahkemesi Hakimi tarafından alınacak tedbirler

– Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunulmamasını sağlamak.

– Şiddet uygulayan kişi veya kişilerin müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis etmek.

– Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmamasını sağlamak.

– Çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkiyi sınırlamak ya da tümüyle kaldırmak.

– Gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmamasını sağlamak.

 - Korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar verilmemesi,

– Korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız edilmemesi,

– Bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim edilmesi,

– Silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi nedeniyle zimmetinde bulunan silahı kurumuna teslim etmesi,

– Korunan kişilerin bulundukları yerlerde alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken korunan kişilere ve bunların bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılığının olması hâlinde, hastaneye yatmak dâhil muayene ve tedavisinin sağlanması,

– Korunan kişinin bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavisinin sağlanması.

– İşyerinin değiştirilmesi.

– Kişinin evli olması hâlinde müşterek yerleşim yerinden ayrı yerleşim yeri belirlenmesi.

İstanbul Sözleşmesinin Başvuru Yollarındaki Yeri

Anayasa madde 90’da yer alan “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” hükmü gereğince öncelikle İstanbul Sözleşmesinin uygulanması gerekmektedir.

Sözleşmeye aykırı ihlallerin varlığı halinde suçtan zarar gören (mağdur), mağdur yakınları bu sözleşmeye dayanarak devlet aleyhine maddi ve manevi tazminat davası ile kamu görevlileri hakkında da suç duyurusunda bulunma hakkına sahiptir.

Bunlara ek olarak Sözleşmenin uygulanması ve gerekliliklerini yerine getirmeyen Başbakanlık ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı başta olmak üzere tüm idari makamlar, belediyeler hakkında da soruşturma başlatılması talep edilebilir.

Bu taleplerin reddedilmesi ve/veya süresinde karar verilmeyerek mağduriyete yol açılması ve/veya önleyici tedbirlerin alınmaması nedeniyle mağduriyet oluşumuna izin verilmesi halinde ise yerel mahkemelerde istenilen sonucun alınamaması karşısında temyiz aşamasına dosyanın taşınması gerekecektir.

Temyiz aşamasında da taleplerin reddi ve mağduriyetin devamı halinde ise iç hukuk yollarının tüketilmesi gerekmekte olup; öncelikle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının kullanılması ve nihayetinde Anayasa Mahkemesi’nden sonuç alınamaması karşısında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taraf devlet aleyhine dava ikamesi hukuken mümkündür.

AİHM-Opuz Kararı

Davaya Konu Olaylar

Başvurucu Nahide Opuz ve annesi 1995-2002 yılları arasında sürekli olarak başvurucunun kocasından şiddet görmüşler, çeşitli defalar şiddet gördükleri ve ölümle tehdit edildikleri şikâyetiyle savcılığa ve kolluk kuvvetlerine başvurmuşlardır. Başvurucunun bu şekilde sekiz ayrı şikâyeti olmuştur. Başvurucunun kocası, bir olayda başvurucunun ve annesinin üzerine araba sürerek özellikle annesinin ağır yaralanmasına sebep olmuş, bir başka olayda başvurucuyu yedi yerinden bıçaklamıştır. Başvurucunun kocası savcılıkta ifadesi alındıktan sonra her seferinde serbest bırakılmış, kocasından korkan başvurucu şikâyetlerini geri çekmiş, bu nedenle başvurucunun kocası sadece karısını bıçaklama ve kayınvalidesini arabayla ezme fiillerinden yargılanmış ve taksitlere bölünen iki ayrı para cezası almıştır. Diğer şikâyetler hakkında ise şikâyetten vazgeçilmesi nedeniyle takipsizlik kararı verilmiştir.

Bu olayların sonunda başvurucunun annesi, damadının evinin etrafında silahla dolaştığını, telefon ederek kendisini ve kızını öldürmekle tehdit ettiğini belirterek savcılığa başvurmuş, savcılık ise telefon dökümlerini istemekle yetinmiş, başvurucunun annesi bu şikâyetinden iki hafta sonra 2002 yılında damadı tarafından silahla vurularak öldürülmüştür. Bunun üzerine Nahide Opuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurmuştur.

Ağır Ceza Mahkemesi, 26 Mart 2008 tarihli nihai kararda, başvurucunun kocasını adam öldürmek ve ruhsatsız silah taşımaktan mahkûm etmiştir. Öte yandan, mahkûmun tutuklu kaldığı süre ve kararın temyiz mahkemesince inceleneceği göz önünde bulundurularak, serbest bırakılmasına karar vermiştir. Saldırgan kocanın serbest bırakılmasından çok kısa süre sonra başvurucu 15 Nisan 2008 tarihinde, Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunmuş, kocasının cezaevinden çıktığını, kendisini ölümle tehdit ettiğini belirterek korunma talep etmiştir.

Başvurucunun İddiaları

Başvurucu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine verdiği dilekçesinde annesinin ve kendisinin can güvenliğinin kolluk ve adli makamlar tarafından korunmadığını, yetkililer tarafından aile içi şiddete göz yumulduğunu, hatta pek çok kere şikâyetlerini geri çekmeleri için ikna edilmeye çalışıldıklarını, annesinin şikâyetinin ciddiye alınmamasının toplumun ve yerel makamların aile içi şiddete göz yumduğunun açık bir göstergesi olduğunu iddia etmiş, AİHS’nin 2, 3, 6, 13 ve 14. maddelerinin ihlal edildiğinden şikâyetçi olmuştur.

Devletin Savunmaları

Hükümet savunmasında ise başvurucu ve annesinin şikâyetlerini geri çekerek şiddet uygulayan koca hakkındaki ceza kovuşturmasının devamını engellediklerini ve saldırganın cezasız kalmasına katkıda bulunduklarını, başvurucu ve annesinin 4320 sayılı Kanun’dan yararlanma yolunda bir istemlerinin olmadığını, başvuran ile kocasının aile olarak birlikte yaşamaları dolayısıyla yeterli delil olmadan kocanın mahkûm edilmesinin AİHS’in 8. maddesinin ihlali anlamına geleceğini ileri sürmüştür.

AİHM İncelemesi

AİHS 2. Madde (Yaşam Hakkı) Yönünden

AİHM ilk olarak aile içi şiddetin üye devletlerin tamamını ilgilendiren ve genelde şahsi ilişkilerde veya kapalı çevrelerde yaşandığı için her zaman su yüzüne çıkmayan genel bir problem olduğunu, kadınların yanı sıra çocukların ve erkeklerin de aile içi şiddetin mağduru olabileceğini belirterek davanın incelenmesinde sorunun ciddiyetini göz önünde bulunduracağını vurgulamıştır.

AİHS 3. Madde (İşkence ve kötü muamele yasağı) Yönünden

AİHM, öncelikle devletlerin, kendi yargı yetkileri dâhilindeki bireylerin, bireyler tarafından uygulananlar da dâhil olmak üzere, işkence, insanlık dışı, küçültücü muamele veya cezaya maruz bırakılmamalarını temin etmek için oluşturulmuş tedbirleri almaları gerekli olduğunu hatırlatmıştır

AİHS 14. Madde (Ayrımcılık yasağı) Yönünden

AİHM’in Opuz kararının belki de en şaşırtıcı ve ülkemiz açısından en vahim sonucu adli makamların kadınlara karşı ayrımcılık yaptığı tespitidir.

AİHM içtihadında, ayrımcılığın bir amaç ya da makul bir gerekçe gözetilmeksizin kişilere göreceli olarak benzer durumlarda farklı davranılması anlamına geldiğinin kabul edildiği belirtilmiştir.

AİHM, bu davada kadınlara karşı ayrımcılık iddiasını incelerken başvurucunun sunduğu ve doğrulukları hükümet tarafından tartışma konusu yapılmayan Diyarbakır Barosu ve Uluslararası Af Örgütünün konuyla ilgili araştırma raporlarını ve istatistiklerini temel almıştır.

BU GEREKÇELERE DAYANARAK, AİHM, OYBİRLİĞİYLE

Başvurunun kabul edilebilir olduğuna;  Başvuranın annesinin ölümüne ilişkin olarak AİHS’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine;  Yetkili makamların başvuranı eski kocasının uyguladığı aile içi şiddete karşı korumamasına ilişkin olarak AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiğine; AİHS’nin 2 ve 3. maddeleriyle beraber okunduğunda 14. maddesinin ihlal edildiğine; uygulanabilecek her türlü vergi ile beraber 30.000 EUR (otuz bin Euro) manevi tazminat; (ii) uygulanabilecek her türlü vergi ile beraber, içinden Avrupa Konseyi’nden adli yardım olarak alınmış olan 1.494 EUR düşülmek üzere 6.500 EUR (altı bin beş yüz Euro) yargılama gideri; (b) yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona erdiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan marjinal kredi kolaylığı oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına; KARAR VERMİŞTİR.

Bu karar ile;

Öncelikle aile içi şiddet olaylarında devletin sorumluluğu noktasında hukuktaki genel sorumluluk kurallarından ayrılarak oldukça geniş bir yorumla devletin aile içi şiddeti önleyici vasıtaları sağlama konusunda pozitif yükümlülük altında olduğu kabul edilmiştir.

Bunun yanı sıra, AİHM, davaya konu olayların meydana geldiği sırada geçerli olan Türk Ceza Kanunundaki kovuşturmanın şikâyete bağlı olması yolundaki hükümleri esefle karşıladığını belirtikten sonra, yargı makamlarının, şikâyetten vazgeçilmesi halinde dahi kovuşturmaya devam edilip edilmeyeceği konusunda takdir yetkileri olduğunu vurgulamış ve bu hususa karar verirken dikkate alması gereken kriterleri ilk defa bu davada karara bağlamıştır.

Ayrıca, AİHM yine bu davada ilk kez bir devletin adli makamlarının kadınlara karşı ayrımcılık yaptığına hükmetmiştir. Ülkemiz açısından utanılacak bir durum olarak Türkiye’de aile içi şiddetin özellikle kadınları mağdur ettiğini, aile içi şiddetin yetkili adli makamlarca hoşgörüyle karşılandığını, adli makamların kasıtlı olmasa bile şiddeti önlemedeki pasif tutumlarının aile içi şiddetin artmasına katkıda bulunduğunu tespit etmiştir. Yine geçtiğimiz günlerde Ayşe Paşalı – Türkiye davasında da; Hükûmetin Paşalı’nın aile içi şiddete karşı korunmasını sağlayamadığını kabul ederek, Türkiye hükümetinin, AİHM’deki bu davanın dostane olarak çözülmesini sağlamak amacıyla, başvuranlara müştereken 50 bin Avro ödemeyi teklif ettiği ifade edildi. Ayşe Paşalı’nın ailesinin de bu teklifi kabul ederek davanın sonuçlandırıldığını öğrenmiş olduk.

Yalnızca bu iki örnek dahi; kadına şiddet ve kadın cinayetlerinin yaygınlaşmasında yetkili makamların aldığı tavır ve yapılan uygulamaları göstermesi açısından ne kadar etkili olduğunu bizlere göstermektedir. İstanbul Sözleşmesinin uygulanmamasının dahi tartışıldığı şu günlerde gerçekten aile içi şiddeti, kadın cinayetlerini sonlandırmak istiyorsak, başta icra makamları olmak üzere tüm toplumun önce zihniyetini sonrasında da yürürlükte halen geçerli olan mevzuat hükümlerini eksiksiz uygulaması gerekmektedir.