Bilindiği üzere, insanların temel hak ve hürriyetlerinin sağlanması, aile hayatının korunması, kadın ve erkek eşitliğinin temin edilmesi anayasal birer hüküm olarak devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılarak garanti altına alındığı gibi, ülkemizin imzalayıp onayladığı Uluslararası Sözleşmeler de insanların yaşama hakkını, güvenliğini, aile hayatının korunmasını, kadın-erkek ayrımcılığı yapılmamasını öngörür ve bunların temin edilmesini taraf devletlere pozitif yükümlülük olarak yükler.

Buna göre devletler bu hakları ihlal edemeyeceği gibi bu hakların başkalarınca ihlal edilmemesi için gerekli tedbirleri almakla da görevlidirler. Bu açıdan tabiidir ki hayatının tehlikede olduğunu söyleyen veya temel özgürlükleri kısıtlanan kişiye devlet, “bu aile meselesidir” diyerek kayıtsız kalamaz, kalmamalıdır.

Nitekim “Şiddet” başlığı altında ve hususi olarak Kadına Yönelik Şiddet’in engellenmesi için Türkiye’de dâhil olmak üzere uluslararası alanda birçok devletin tarafı olduğu anlaşmalar akdedilmiştir. Uluslararası hukuk alanındaki gelişmeler, ülkemize de yansımakta, yasaların çıkarılmasında ve uygulanmasında; şiddeti önleyici kurumsal çalışmaların yapılmasında itici güç olmaktadır.

Kadınların birçoğu karşılaştıkları şiddetin haklı gerekçesi olduğunu düşünmekte, bunu bir insan hakları ihlali olarak görmemektedir. Örneğin; Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması’nda kadınlara, belirli durumlarda kocasının karısını dövmeye hakkı olup olmayacağı sorulmuş, kadınların yüzde 39’u, bazı hallerde  kocanın karısını dövmesini haklı gördüklerini belirtmişlerdir. Şiddet konusunda toplumda farkındalık giderek artmasına rağmen, yakın zamana kadar, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir dışavurumu olan şiddet, kadınların büyük bir kısmı tarafından da bir sorun olarak algılanmamıştır.

Bilindiği gibi, aile içi şiddet olayları genellikle gizli kalmakta, özel yaşam alanında şiddete maruz kalanlar bunu kabullenmekte ve çoğu kez de olağan karşılamakta, bu nedenle sessizlik çemberi kırılamamaktadır. Oysa aile içi şiddet sadece kadının sorunu değildir. Anayasamızın 41. maddesinde belirtildiği gibi, aile toplumun temelidir ve aileyi oluşturan bireylerin, kadının, çocuğun korunması, maddi ve manevi varlıklarını geliştirmesi, kişisel güvenlikleri anayasal güvence altındadır. Anayasa ile ailenin korunması için gerekli önlemlerin alınması görevi devlete verilmiştir, bu nedenle şiddetin önlenmesi için devletin kararlı bir politikası olması ve uygulaması gerekmektedir.

Bu konuda son yılarca oldukça ses getiren düzenleme ise bilindiği üzere 6284 sayılı kanundur. 6284 sayılı Kanun esas itibariyle 4320 sayılı Kanunda düzenlenmiş olan koruma tedbirlerini içermektedir. Ancak, yeni yasa gerek şiddet mağdurlarının kapsamı açısından, gerek şiddetin önlenmesi, koruma kararı verilmesi ve kurumlar arası koordinasyon kurulması açılarından ve mağdura geçici maddi yardım desteği bakımından kapsamlı düzenlemeler içermektedir.

Yeni yasada bir kısım hükümler şiddetle mücadelede ve şiddetin önlenmesinde önemli adımlar atılmasını sağlayacak niteliktedir: Bunlar; Şiddete uğrayan ve şiddete uğrama tehlikesi bulunan, herhangi bir ayrım yapılmaksızın tüm kadınların, çocukların ve aile bireylerinin korunması; kanunun uygulanmasında Anayasa, uluslararası sözleşmeler ve özellikle İstanbul Sözleşmesinin esas alınacak olması; şiddet mağduruna temel insan haklarına ve kadın erkek eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli destek ve hizmet verilmesi; tedbir kararının insan onuruna yaraşır bir şekilde yerine getirilmesi; kadına yönelik şiddetin, cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ve kadının insan haklarını ihlal eden bir tutum olarak tanımlanmış olması; şiddet, ev içi şiddet ve kadına yönelik şiddetin ayrıntılı olarak tanımlanması; 7 gün 24 saat esasına göre çalışacak şiddet önleme ve izleme merkezlerinin kurulacak olması; koruyucu tedbirlere ilişkin kararın Aile mahkemesi hâkimi tarafından verilmesi yanında, mülki amire de bazı tedbirlerin alınması görevinin verilmesi ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde barınma yeri sağlanması ve hukuki, sosyal, psikolojik açıdan rehberlik ve danışmanlık hizmeti vermek üzere kolluk amirine de tedbir alma yetkisi verilmiş olması; gecikmesinde sakınca olan durumlarda kolluk kuvveti veya mülki amirin koruma kararı verilmesi, mağdura barınma yeri temin edilecek olması, geçici koruma altına alınabilmesi;  korunan kişinin talebi üzerine MK. 194. maddenin koşullarının varlığı halinde tapu kütüğüne “aile konutu” şerhi konulması; korunan kişinin çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere 4 aylık kreş imkanı sağlanması ve Bakanlık bütçesinden ödenmesi, mağdurun çalışması halinde 2 aylık kreş imkanı verilmesi; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde şiddeti önleyici tedbirlerin aile mahkemesi hâkimince verilmesinin yanında kolluk amirine yasada yazılı tedbirleri alma yetkisinin verilmiş olması; hayati tehlikesi olması halinde, ilgilinin aydınlatılmış rızasına dayanarak Tanık Koruma Kanunu çerçevesinde kimlik ve belgelerinin değiştirilmesi; şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde herkesin bu durumu resmi makam veya mercilere ihbar edebilmesi; koruyucu tedbir kararı verilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaması; kolluk kuvveti tarafından yapılacak uygulamaların çocuk ve kadının insan hakları ile kadın erkek eşitliği konusunda eğitim almış ve ilgili kolluk birimlerince belirlenmiş sayıda personel tarafından yerine getirilecek olması; tedbir kararlarının uygulanmasında hâkim kararı ile teknik araç ve yöntemlerin kullanılabilmesi; tedbir kararını ihlal eden hakkında, fiili bir suç oluştursa bile ihlal edilen tedbirin niteliğine göre hâkim kararıyla üç günden on güne kadar zorlama hapsi verilmesi; şiddet önleme ve izleme merkezlerinin kurulması; şiddet mağduruna ve şiddet uygulayana verilecek destek hizmetlerinin ayrıntılı olarak düzenlenmiş olması; kanunun uygulanmasında ilgili kurum ve kuruluşların koordinasyonunun Bakanlık bünyesinde olması; şiddetin önlenmesi amacıyla yapılacak bilgilendirme programlarının, TV’lerde çocukların da izleyebileceği saatlerde RTÜK denetiminde yayınlanacak olması; ilköğretim ve ortaöğretim müfredatına, kadının insan hakları ve kadın erkek eşitliği konusunda eğitime yönelik dersler konulacak olması; korunan kişiye Bakanlık bütçesinden geçici maddi yardım yapılabilmesi, Korunan kişi için nafakaya hükmedilecek ve sağlık giderlerinin karşılanacak olması; bu kanun kapsamında başvurular ile verilen kararların icra ve infazı için yapılan işlemlerden yargılama giderleri, harç, posta gideri ve benzeri hiçbir ad altında masraf alınmaması; bu kanun kapsamında açılacak davalara Bakanlığın müdahil olabilmesi; bu Kanunun uygulanmasına ilişkin usul ve esasların belirlenmesi için Yönetmelik hazırlık aşamasında, Adalet, İçişleri, Maliye, Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlıklarının görüşleri alınması; bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce 4320 sayılı Kanun hükümlerine göre verilen kararların uygulanmasına devam olunması.

Her ne kadar kadına yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırmak için bir kısım yasal düzenlemeler yapılmış olsa da, unutulmamalıdır ki bu ve benzer mağduriyetlerin giderilmesi için bütün ilgili kurum ve kuruluşların işbirliğiyle uzun soluklu bir mücadele içerisinde olması gerekmektedir. Sadece hukuk alanında önlemler getirilmekle şiddetin tam anlamıyla önlenebilmesi mümkün değildir. Kurumlar arası koordinasyon ve toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin hizmet içi eğitim ile şiddetle mücadelede olumlu adımlar atılmasını sağlayacaktır. Evde önlenemeyen şiddet, çocukları olumsuz etkilemekte ve okulda şiddet olaylarının yaşanmasına yol açmaktadır, bu etkileşim sokağa ve yaşamın her alanına yansımaktadır. Bu nedenle kadına yönelik şiddet bir kadın sorunu olmaktan öte, toplumsal bir sorun olarak ele alınmalıdır ve bu bahisle hukuki mücadele yanında sivil toplumda da örgütlü bir mücadele verilmelidir.