Anayasanın “Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları” başlıklı 67. maddesinin 1. fıkrasında vatandaşların, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme ve seçilme hakkı bulunduğu, 4. fıkrasında bu hakların kullanılmasının kanunla düzenleneceği, 5. fıkrasında ise silah altında bulunan er ve erbaşlar ile askeri öğrencilerin, taksirli suçlardan hüküm giyenler hariç ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oy kullanamayacağı belirtilmiştir.

Anayasa m.67/4’ün işaret ettiği yasal düzenleme, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’dur. 298 sayılı Kanunun 7. maddesinde oy kullanamayacak olanlar, 8. maddesinde ise seçmen olamayanlar düzenlenmiştir.

298 sayılı Kanun m.7’ye göre;

“Aşağıda yazılı olanlar oy kullanamazlar:

1. Silah altında bulunan erler, onbaşılar ve kıta çavuşları (Her ne sebeple olursa olsun, izinli bulunanlar da bu hükme tabidir),

2. Askeri öğrenciler,

3. Ceza infaz kurumlarında hükümlü olarak bulunanlar”.

298 sayılı Kanun m.8’e göre;

“Aşağıdaki kimseler seçmen olamazlar:

1. Kısıtlı olanlar,

2. Kamu hizmetinden yasaklı olanlar”.

Yukarıda yer verilen maddelerden görüldüğü üzere; 298 sayılı Kanun, oy kullanamama ve seçmen olamama hallerini ayrı ayrı düzenlemiş olup, Kanunun 7. maddesinde belirtilen kişiler seçmen olabilmekle birlikte, maddede yazılı şartları taşıdıkları sürece seçimlerde oy kullanma hakları askıya alınmış kabul edilmekte, Kanunun 8. maddesinde belirtilen kişilerin ise “seçmen” sıfatına sahip olmadıkları ifade edilmiştir. Anayasa m.67/5’de “oy kullanamayacak olanlar” sınırlı sayıda belirtilmiş, ancak kimlerin seçmen olamayacağına dair bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Seçme hakkını sınırlayan bu düzenleme, Anayasa m.67/4’ün verdiği yetkiyle çıkarılan 298 sayılı Kanun m.8’de yapılmıştır.

298 sayılı Kanun m.8’de; kısıtlıların ve kamu hizmetinden yasaklı olanların seçmen olamayacaklarının düzenlenmesi, kimlerin kısıtlı veya kamu hizmetinden yasaklı olarak kabul edileceğinin belirlenmesini gerektirmektedir.

Bir kişinin kısıtlanması, Türk Medeni Kanunu’nun 405 ila 408. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu maddelere göre; akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan, savurganlığı, alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığı, kötü yaşama tarzı veya malvarlığını kötü yönetmesi sebebiyle kendisini veya ailesini darlık veya yoksulluğa düşürme tehlikesine yol açan, bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkum olan, yaşlılığı, engelliliği, deneyimsizliği veya ağır hastalığı sebebiyle işlerini gerektiği gibi yönetemediğini ispat eden kişiler hakkında kısıtlama kararı verilebilir. TMK m.397/2’ye göre ise; “Vesayet makamı, sulh hukuk mahkemesi; denetim makamı, asliye hukuk mahkemesidir”. Dolayısıyla; 298 sayılı Kanun m.8’in 1. bendinde belirtilen “kısıtlı olanlar”, haklarında TMK hükümlerine göre mahkemece kısıtlılık kararı verilen kişilerdir.

“Kamu hizmetinden yasaklı olan kişi” ibaresinin kapsamını tespit edebilmek için, kamu hizmetinden yasaklama müessesesinin yasal dayanaklarının incelenmesi gerekmektedir.

Kamu hizmetinden yasaklılık; 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu m.11’de yaptırım türü olarak, aynı Kanunun 31. maddesinde ise ceza mahkumiyetinin yasal sonucu şeklinde, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.53’de ise cezanın infazı süresi ile sınırlı olarak uygulanacak bir güvenlik tedbiri olarak ve 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu m.15’de düzenlenmiştir. Dolayısıyla; “kamu hizmetinden yasaklılık”, kişi hakkında ceza yargılamasında verilen bir hükmün varlığını zorunlu kılmaktadır.

Kişinin TCK m.53/1-a uyarınca kamu hizmetinden yasaklanması, seçme hakkını kullanmasına engel değildir. Çünkü TCK m.53/1-b’de yer alan “Seçme ve…” ibaresi, Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarihli ve 2014/140 E. ve 2015/85 K. sayılı kararıyla iptal edilerek, ceza mahkumiyetinin sonucu olarak tatbik edilecek TCK m.53’ün seçme hakkını kapsamadığı belirtilmiştir. Kararda;

“30. Seçme hakkına sahip olan bir kimse, bu hakkını oy verme yoluyla açığa vurur. Bu bağlamda seçme hakkının, bu hakkın pratiğe yansıtılması şeklinde ifade edilebilecek olan oy kullanma hakkından ayrı düşünülemeyeceği açıktır. Anayasanın 67. maddesinde, vatandaşların, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme hakkına sahip olduğu, seçimlerin serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım döküm esaslarına göre yargı yönetim ve denetimi altında yapılacağı, onsekiz yaşını dolduran her Türk vatandaşının seçme hakkına sahip olduğu, bu hakkın kullanılmasının kanunla düzenleneceği ifade edilmiştir. Maddede ayrıca taksirli suçlardan hüküm giyenler hariç ceza infaz kuramlarında bulunan hükümlülerin oy kullanamayacağı belirtilmektedir. Düzenleme yalnızca kasten işlenen bir suçtan dolayı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oy kullanamayacağını düzenlediğinden, ceza infaz kurumunda bulunmayan hükümlülerin oy kullanmaları bakımından anayasal bir engel bulunmamaktadır.

31. İtiraz konusu ibareyle getirilen düzenleme incelendiğinde, hükümlülerin, ceza infaz kurumunda bulunup bulunmadığına bakılmaksızın kasten işlenen suçtan dolayı hapis cezasına mahkumiyetin, kişinin seçme hakkından yoksun bırakılmak için yeterli olduğu anlaşılmaktadır. Kuralla, sözkonusu hükümlülerin seçme hakları, cezanın infazının fiilen ceza infaz kurumunda gerçekleştirildiği süreyi aşacak şekilde sınırlandırılmaktadır. Bu suretle kuralla seçme hakkına getirilen sınırlama, Anayasada seçme hakkının bir tezahürü olarak ifade edilebilen oy kullanma hakkının Anayasada açıkça ifade edilen sınırlarını aşmakta, hükümlünün ceza infaz kurumunda bulunup bulunmadığı dikkate alınmaksızın kategorik bir şekilde kasten işlenen tüm suçlardan dolayı hapis cezasına mahkumiyet halinde seçme hakkına sınırlama getirilmektedir. Kuralla getirilen sınırlama demokratik toplum düzeninde gerekli olmayan ölçüsüz bir sınırlama niteliğinde olduğundan Anayasaya aykırıdır.”

Gerekçelerine yer verilmiştir.

Dolayısıyla; kasten işlenen bir suçtan dolayı ceza mahkumiyetinin yasal sonucu olarak TCK m.53 uyarınca belirli hakları kullanmaktan yoksun bırakılan bir kişinin oy kullanma hakkının bulunduğu, ancak Anayasa m.67/5 uyarınca taksirle işlenen suçlardan hükümlü olanlar hariç ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oy kullanamayacağı, bunun dışında hakkında TCK m.53 tatbik edilen kişilerin seçme hakkını kullanmaktan yoksun bırakılmasının Anayasaya aykırı olacağı, Anayasa Mahkemesi tarafından açıkça ifade edilmiştir. 298 sayılı Kanun m.8’de ise; ayırım yapılmaksızın “kamu hizmetinden yasaklı olanlar”, seçmen olamayacak kişiler arasında sayılmaya devam etmektedir.

Kanaatimizce bu sorun; Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 tarihli, 2014/140 E. ve 2015/85 K. sayılı kararına uygun şekilde mevzuat hükümlerinin kanun koyucu tarafından yeniden gözden geçirilmesi ve Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararına uygun hale getirilmesi zorunluluğunun ihmal edilmesinden kaynaklanmaktadır. Mevcut durumda; ceza mahkumiyetinin yasal sonucu olarak hakkında TCK m.53 uyarınca belirli hakları kullanmaktan yoksun bırakma kararı verildiği ve bu kararın içerisinde m.53/1-a uyarınca “kamu hizmetinden yasaklılık” tedbirinin de bulunduğu gerekçesiyle, kişinin “seçmen” sıfatı taşımasının ve oy kullanma hakkının engellenmesinin Anayasa dayanağının olmadığı görülmektedir.

Tüm bu açıklamalar ışığında; 298 sayılı Kanunun 8. maddesinde yer alan “kamu hizmetinden yasaklı olanlar” ibaresinin madde metninden çıkarılması, hem Anayasa m.67/5’e ve hem de 298 sayılı Kanunun 7. maddesinin 1. fıkrasının 3. bendi ile TCK m.53’ün son şekline uygun olacaktır.

Devlet memurluğundan çıkarma cezası ile cezalandırılan veya olağanüstü hal döneminde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle kamu görevinden ihraç edilen kişilerin “kamu hizmetinden yasaklı olanlar” kapsamına girip girmediği sorusu gündeme gelebilir.

Devlet memurluğundan çıkarma cezası; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu m.125/E’de düzenlenmiş olup, bu Kanun kapsamına giren bir kamu görevlisinin Kanunun Devlet memurluğundan çıkarmayı gerektiren 125/E maddesinde sayılan fiillerden birisini işlediğinin, yapılacak bir disiplin soruşturması neticesinde tespit edilmesi üzerine uygulanan yaptırımdır. Devlet memurluğundan çıkarma cezasında; bir kamu görevlisinin, Kanunda düzenlenen fiilleri işlemesi sebebiyle İdare tarafından Devlet memurluğundan çıkarılması, bir başka ifadeyle, yasal şartların gerçekleşmesi halinde idare tarafından, idari bir işlemle, Devlet memurluğu sıfatının elinden alınmasıdır. Devlet memurluğundan çıkarma cezasının idari bir tasarruf olması itibariyle, 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu m.11 ve 31’de, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.53’de ve 3628 sayılı Kanun m.15’de düzenlenen “kamu hizmetlerinden yasaklanma” müesseselerinden farklıdır. Devlet memurluğundan çıkarma cezasında, idarenin o kamu görevlisi ile kurduğu iş ilişkisinin sona erdirilmesi sözkonusu iken; ceza kanunlarında, kişi hakkında hükmedilen hapis cezasının yasal sonucu olarak uygulanan ve mahkeme kararına dayanan bir kısıtlama bulunmaktadır. Sonuç olarak; 657 sayılı Kanun’da disiplin suçunun neticesinde verilen idari bir karar olan Devlet memurluğundan çıkarma cezası, “kamu hizmetinden yasaklama” müessesesinin bir parçası değildir.

Yukarıda yer verilen açıklamalar, olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri ile kamu görevinden ihraç edilen kişiler yönünden de geçerlidir. OHAL KHK’larını çıkaran merci; Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’dur, Bakanlar Kurulu yürütmenin bir parçasıdır ve dolayısıyla “idare” kapsamında yer alır. OHAL KHK’ları ile kamu görevinden ihraç edilen kişilerin bir daha kamu hizmeti göremeyeceklerine dair düzenleyici işlemler de, o kişilerin İdare ile olan iş ilişkilerini, özlük meselelerini düzenlemekten ibarettir. İdare; bu kişileri bir daha kamu hizmetinde istihdam etmek istemediği yönünde iradesini, OHAL KHK’ları ile ortaya koymuştur. İdarenin bir kişiyi kamu hizmetinde istihdam etmek istemediğini belirtmesi, “kamu hizmetinden yasaklama” müessesesi kapsamına girmemektedir, çünkü bu müessese kavram olarak 765 sayılı Mülga TCK m.11 ve 31’de, 5237 sayılı TCK m.53’de ve 3628 sayılı Kanun m.15’de açıkça düzenlenmiştir.

Özetle; bir kişinin kamu hizmeti görmesinin engellendiği idari ve adli tüm hallerin “kamu hizmetinden yasaklama” müessesesi çatısı altında toplanması mümkün değildir. Bu müessese Türk Hukuku’nda, ceza mahkumiyeti veya ceza mahkumiyetinin yasal sonucu olan güvenlik tedbiri olarak düzenlenmiştir. Kanunda açık yasal dayanak bulunmadığı sürece, ilgililer aleyhine sonuç doğuracak şekilde kamu hizmetinden yasaklamanın kapsamının genişletilmesi mümkün değildir. Kamu hizmetinden yasaklama, bir yasaklama kararı verilmesini zorunlu kılar ve yasal düzenlemelere göre bu karar yargı mercileri tarafından verilir. İdarenin Devlet memurluğundan çıkarma ve ihraç kararları ise, kamu görevlilerinin “özlük” meselesi olan ve İdare Hukukunu ilgilendiren idari tasarruflarından ibarettir. İdarenin, “kamu hizmetinden yasaklama” adı altında karar vermesi mümkün olmadığı gibi, OHAL KHK’larında yer alan “bir daha kamu görevlerinde istihdam edilmezler” ibaresi de ceza kanunlarında düzenlenen “kamu hizmetinden yasaklama” müessesesi kapsamında değildir. Bu açıklamalar, Cumhurbaşkanlığı kararnameleri bakımından da geçerlidir. Bir kişinin kamu hizmetinden yasaklı olduğunun kabul edilebilmesi için, ceza mahkumiyeti öngören bir yargı kararının bulunması zorunludur.

Bu görüşün aksinin, yani idari bir tasarrufla kamu görevinden çıkarılan kişilerin Anayasa m.67’de düzenlenen seçme hakkının tümü ile ortadan kalkacağının ileri sürülebilmesi için, “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13’e uygun sınırlamanın bulunması gerekir.

Anayasa m.13’e göre; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”.

Anayasa m.13’e göre bir temel hakkın sınırlanabilmesi için; öncelikle Anayasanın ilgili maddesinde sınırlama sebebi olması ve bu sınırlamanın kanunla yapılması gerekir. Anayasa m.67/4’de, seçme hakkının kullanılmasının kanunla düzenleneceği belirtilmekle birlikte, idari bir tasarrufla kamu görevinden çıkarılan kişilerin seçme hakkını kaybedeceklerine dair yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. Kamu hizmetinden yasaklanma müessesesi, sadece 765 sayılı mülga TCK’da, 5237 sayılı TCK’da ve 3628 sayılı Kanunda düzenlenmiştir. Açık bir yasal düzenleme bulunmamasına rağmen, idari bir kararla Anayasal hakların kullanılmasının engellenmesi mümkün değildir. Kaldı ki; idari bir kararla veya düzenleyici işlemle kamu görevinden çıkarılan kişilerin seçme hakkından yoksun kalacağına dair bir yasal düzenlemenin de yapılamayacağı, aksi halde Anayasaya aykırılık iddiasının gündeme geleceği tartışmasızdır. Çünkü bu durumda, örneğin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu m.125/E uyarınca “özürsüz olarak bir yılda toplam 20 gün göreve gelmemek” fiili sebebiyle Devlet memurluğundan çıkarılan bir kişinin de oy kullanamayacağı sonucuna varılacaktır ki, böyle bir yaklaşımın hukuka ve mantığa uygun bir yönü bulunmadığı nettir.

Yüksek Seçim Kurulu’nun 28.05.2018 tarihli ve 613 sayılı kararında; “Kurulumuzca yapılan değerlendirme neticesinde; Anayasanın 76., 2839 sayılı Kanunun 11. maddesindeki kamu hizmetlerinden kısıtlılık halinin mahkeme kararına dayanması gerektiği, ilgili hakkında kısıtlılığa ilişkin herhangi bir mahkeme kararı bulunmadığı, 686 sayılı KHK’nın 1. maddesinin (2). fıkrasındaki düzenlemenin de milletvekilliğini kapsamadığı anlaşılmakla, itirazın reddine karar verilmesi gerekmiştir” şeklinde karar verilmiştir.

YSK’nın bu kararı; esasında milletvekili seçilme yeterliğine ilişkin olmakla birlikte, “kamu hizmetlerinden kısıtlılık” halinin mutlaka bir mahkeme kararına dayanması zorunluluğunu açıkça ortaya koyması yönünden önemlidir.

298 sayılı Kanun m.33/3’e göre;

“Yazım ve denetlemede toplanan bilgilere, seçmene ait bilgilerin verilerindeki değişimleri belirleyen ad, soyad, yaş, cinsiyet tashihi, seçme ehliyetini kaybetme, (kısıtlanma, kamu hizmetinden yasaklanma) veya yeniden kazanma gibi yargı kararlarına, vatandaşlıktan ıskat veya, yeniden vatandaşlık hakkını kazandığını gösteren bilgiler ile vefat ettiğini tespit eden bilgilere seçim bölgesi içinde ve dışında vuku bulan ikametgah değişikliklerine ait verilere, Yüksek Seçim Kurulu’nun belirleyeceği kural ve yönteme uygun olarak toplanacak diğer belgelere dayanılarak, seçmen kütüğü kurulur ve güncelleştirilir”.

298 sayılı Kanun m.33’de, kısıtlılık ve kamu hizmetinden yasaklanma şeklinde gerçekleşen seçme ehliyetini kaybettirecek hallerin yargı kararına dayanması zorunluluğu açıkça ifade edilmiştir.

Yüksek Seçim Kurulu’nun 28.12.2018 tarihli ve 2018/1134 sayılı kararı ile kabul edilen “Yurt İçi Seçmen Kütüğünün Güncelleştirilmesi Usul ve Esasları” başlıklı 140/I sayılı Genelgesi’nin 1. maddesinin 2. fıkrasına göre;

“Bu Genelge; muhtarlık bölgesi askı listelerinin güncelleştirilmesi amacıyla, seçmene ait verilerdeki değişimi belirleyen; ad, soyad, yaş, cinsiyet düzeltimi, seçme ehliyetini kaybetme (kısıtlanma, kamu hizmetinden yasaklanma vb.) veya yeniden kazanma gibi yargı kararlarına, asker olanlara, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını kaybetme veya yeniden kazanma ile vefata dair bilgilere, seçim bölgesi içinde veya dışında vuku bulan yerleşim yeri değişiklik verilerine ait usul ve esaslar ile askı süresini, bu süre içinde yapılacak itirazları kapsar”.

YSK; KHK’larla kamu görevinden çıkarılıp, bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemeyecekleri kişilerin seçme haklarına sahip olmadığı düşüncesinde olsa idi, 140 sayılı Genelgesinde bu hususa açık bir şekilde yer verirdi ki, “öngörülebilirlik” ilkesi açısından doğru olan da budur. Genelge incelendiğinde, KHK’larla ihraç edilenlerin seçme hakkını kaybettiklerine dair bir tespite veya açıklamaya yer verilmediği görülmektedir.

Netice itibariyle; 298 sayılı Kanun m.33/3, Yurt İçi Seçmen Kütüğünün Güncelleştirilmesi Usul ve Esasları’nın 1. maddesinin 2. fıkrası ile Yüksek Seçim Kurulu’nun 28.05.2018 tarihli ve 613 sayılı kararı birlikte değerlendirildiğinde, 298 sayılı Kanun m.8’de öngörülen “kamu hizmetinden yasaklılık” halinin gerçekleşebilmesi için bu yönde yargı kararı bulunması gerektiği tartışmasızdır.

.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Beyza Başer Berkün

.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)