YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

Esas Numarası: 2017/11-55

Karar Numarası: 2019/43

Karar Tarihi: 31.01.2019

BANKANIN KUSURSUZ SORUMLULUĞUNA DAYALI MADDİ TAZMİNAT İSTEMİNDE CEZA MAHKEMESİ KARARLARININ HUKUK DAVASINA ETKİSİ - Ceza Mahkemesince Verilen, Beraat Kararı, Kusur Ve Derecesi, Zarar Tutarı, Temyiz Gücü Ve Yükletilme Yeterliği, İlliyet Gibi Esasların Hukuk Hâkimini Bağlamayacağı - Ceza Hâkiminin Tespit Ettiği Maddi Olaylarla Ve Özellikle “Fiilin Hukuka Aykırılığı” Konusu İle Hukuk Hâkiminin Tamamen Bağlı Olacağı - Maddi Olgunun Tespitine İlişkin Ceza Mahkemesi Kararının Hukuk Hâkimini Bağlayacağı - Ceza Yargılaması Sonunda Tesis Edilecek Hüküm İle Davacının Diğer Sanıkların Eylemleri İle İlgili Olarak Bağlantısı Bulunduğuna Dair Bir Maddi Vakıa Tespiti Yer Aldığı Takdirde Bu Maddi Olgunun Tespitinin Hukuk Hâkimini Bağlayacağı - Ceza Mahkemesindeki Bir Maddi Olgunun Varlığı Ya Da Yokluğu Konusundaki Kesinleşmiş Kabule Rağmen, Aynı Konunun Hukuk Mahkemesinde Yeniden Tartışılmasının Olanaklı Olmadığı

6098k/74

818k/53

6100k/165

ÖZETİ: Davacının kız kardeşi A.V.K ile davacının arkadaşı G.P. hakkında dava konusu dolandırıcılık eylemini gerçekleştirdikleri iddiasıyla Ağır Ceza Mahkemesinde ceza davası açıldığı, sanık A.V.K’ın ceza dosyasına Başkonsolosluk aracılığıyla gönderdiği dilekçelerde dolandırıcılık eylemini davacının talebi doğrultusunda davacı ile birlikte gerçekleştirdiklerini beyan ettiği, her ne kadar bankanın şikâyeti doğrultusunda açılan ceza soruşturması neticesinde davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ise de, davalı vekili tarafından ceza yargılaması sırasında davacının sanıklar ile birlikte hareket ettiğine dair yeni deliller elde edildiğinden bahisle ceza mahkemesinden suç duyurusunda bulunulmasının talep edildiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla, ceza yargılaması sonunda tesis edilecek hüküm ile davacının diğer sanıkların eylemleri ile ilgili olarak bağlantısı bulunduğuna dair bir maddi vakıa tespiti yer aldığı takdirde bu maddi olgunun tespiti hukuk hâkimini bağlayacaktır. Ceza mahkemesindeki bir maddi olgunun varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı bulunmamaktadır. Bu nedenle, mahkemece, derdest ceza davasının sonucunun beklenilmesi, bundan sonra maddi olguların nasıl gerçekleştiğinin saptanması, tarafların talepleri de gözetilerek uyuşmazlığın “Medeni Hukuk” kurallarına göre çözümlenmesi gerekir.

Taraflar arasındaki “maddi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bursa 5. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 02.05.2013 tarihli ve 2012/138 E. 2013/155 K. sayılı karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 20.02.2014 tarihli ve 2013/12981 E., 2014/3119 K. sayılı kararı ile;

“...Davacı vekili; T. Bankası Buttim şubesinde davacı müvekkiline ait vadeli mevduat hesabındaki 350.000 $'ın muhtelif tarihlerde aslı olmayan fakslar ile yapılan talimatlara istinaden hiç bir araştırma ve inceleme yapılmadan, teyit alma ve imza karşılaştırılması yapılmadan 200.000 $ ve 150.000 $'lık havaleler yapılmak suretiyle başka hesaplara davalı bankanın kusuru, dikkatsizliği ve ihmali nedeniyle aktarıldığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 6.000 $ (10.200,00 TL) alacaklarının en yüksek banka faizi ile tahsilini talep dava etmiş, 14/09/2011 tarihli dilekçesi ile davasını ıslah ederek talebini 344.000 $=(17.858 TL kurdan) 614.315,20 TL artırılarak 624.515,20 TL'nin 02/08/2011 tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; olayda asıl zarar görenin davalı banka olduğunu, dava konusu olayın münferit bir olay olmadığını, büyük bir dolandırıcılık operasyonunun bir parçası olma ihtimalinin bulunduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davalı bankanın müşterisi olan davacının döviz hesabından, davalı banka ile davacı arasında her hangi bir faks sözleşmesi olmamasına rağmen 2 adet faks talimatı ile 150.000 ve 200.000 USD'nin G. P. adına havale edildiği, faks talimatlarındaki imzaların davacının imzası ile hiç bir benzerliğinin bulunmadığı ve basit bir inceleme ile bunun anlaşılması mümkün olduğu halde, imza incelemesi yapılmadığı, faks talimatının teyidinin gelmesi de beklenilmeden, fakstaki talimatların yerine getirildiği, davalı bankaca teyit alındığı beyan edilmiş ise de; bunu kanıtlayan belge ibraz edilmediği, yine davacı hakkında açılmış herhangi bir dava olmadığı, Bursa l1Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan davanın şüphelilerinin yargılama sonucunda sorumlu çıkmaları halinde davalı bankanın şüphelilerine ruc'u edebileceği, bu hususun davacıyı ilgilendirmeyeceği, Bursa 1.Ağır Ceza Mahkemesi kararının mahkeme kararını etkilemeyeceği ve dosyayı sürüncemede bırakacağı, davacının daha fazla mağdur olmaması ve dosyada toplanan kanıtların karar vermeye yeterli olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabülüne, 10.200,00 TL nin dava tarihi olan 19.08.2011 tarihinden itibaren 610.565.60 TL'nin ise ıslah tarihi olan 14.09.2011 tarihinden itibaren ticari avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Somut uyuşmazlık ile ilgili olarak Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2012/279 Esas sayılı dosyasında davacının kardeşi A.V. K. ve arkadaşı G. P. hakkında yapılan yargılama sırasında sanıklardan A.V.K bu eylemin davacının da el ve işbirliği ile gerçekleştirildiğini beyan etmiştir. Yine aynı dosyada davacının babası da uyuşmazlık konusu eylemin davacının bilgisi ve iştiraki ile gerçekleştirildiği hususunda beyanda bulunmuştur. Her ne kadar ceza soruşturması sırasında davacı hakkında takipsizlik kararı verilmişse de ceza yargılaması sonunda tesis olunacak hüküm ile davacının diğer sanıkların eylemleri ile ilgili olarak bağlantısı bulunduğuna dair bir gerekçe yer aldığı takdirde, bu maddi olay belirlemesi 818 sayılı BK'nın 53 ve 6098 sayılı TBK'nın 74. maddeleri kapsamında hukuk hakimini de bağlar. Bu bakımdan halen derdest olan ceza davasının neticesi beklenerek hasıl olacak sonuca göre bir karar vermek gerekirken yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün mümeyyiz davalı yararına bozulması gerektirmiştir. ...”

gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, bankanın kusursuz sorumluluğuna dayalı maddi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili; müvekkilinin Amerika’da ikamet ettiğini ve davalı banka nezdinde vadeli mevduat hesabı bulunduğunu, müvekkilinin en son yaptığı kontrolde hesabında bulunan paradan 350.000,00 USD’nin sahte talimatlarla başka bir hesaba aktarıldığını öğrendiğini, bu nedenle Türkiye’ye gelerek Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduğunu, aynı işlemin Z. Bankası Mudanya Şubesinde de yapılmak istenildiğini, ancak durumun banka çalışanları tarafından fark edilerek müvekkilinin bilgilendirildiğini, davalı banka tarafından hatalı olduklarının kabul edildiğini, ancak 350.000,00 USD’nin hâlen müvekkilinin hesabına yatırılmadığını, davalı bankanın müvekkilinin oluşan zararından sorumlu olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 6.000,00 USD’nin TL karşılığı olan 10.200,00TL’nin en yüksek faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiş, yargılama sırasında talebini 350.000,00 USD’nin TL karşılığı olan 624.315,20TL olarak ıslah etmiştir.

Davalı vekili; müvekkili banka personelleri tarafından kendisini Ö.F.K. olarak tanıtan bir şahsın telefon görüşmesine ve gelen faks talimatına istinaden 21.07.2011 tarihinde 150.000,00 USD’nin ve 27.07.2011 tarihinde 200.000,00 USD’nin talimatta bildirilen G. P. hesabına havale edildiğini, davacının 28.07.2011 tarihinde müvekkili bankayı arayarak talimat vermediğini belirttiğini ve paranın iadesini talep ettiğini, ancak davacının 26.07.2011 tarihinde olaydan haberdar olduğunu bizzat açıklaması karşısında olaydan iki gün sonra müvekkili bankayı aramasının hayatın olağan akışına aykırı ve şüphe uyandırıcı olduğunu, öyle ki davacının kız kardeşi olan A.V.K. ve havalelerin adına yapıldığı G.P. tarafından müvekkili bankaya gönderilen dilekçelerde söz konusu havaleleri davacı ile birlikte planlayarak gerçekleştirdiklerini belirttiklerini, dava konusu olayın münferit bir olay olmadığını ve büyük bir dolandırıcılık operasyonunun bir parçası olma ihtimalinin bulunduğunu, bu nedenle Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturması sonucu açılan ceza davasının bekletici mesele yapılması gerektiğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Yerel mahkemece; davalı banka ile davacı arasında herhangi bir faks sözleşmesi olmamasına rağmen iki adet faks talimatı ile toplam 350.000,00 USD'nin G.P. adına havale edildiği, faks talimatlarındaki imzaların davacının imzası ile hiçbir benzerliğinin bulunmadığı ve basit bir inceleme ile bunun anlaşılması mümkün olduğu hâlde imza incelemesi yapılmadığı, faks talimatının teyidinin gelmesi de beklenilmeden fakstaki talimatların yerine getirildiği, davacı hakkında açılmış herhangi bir ceza davası olmadığı, Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan davanın şüphelilerinin yargılama sonucunda sorumlu çıkmaları hâlinde davalı bankanın şüphelilerine rücu edebileceğinden Ağır Ceza Mahkemesi kararının beklenmesine gerek olmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 10.200,00TL’nin dava tarihi olan 19.08.2011 tarihinden itibaren 610.565.60TL'nin ise ıslah tarihi olan 14.09.2011 tarihinden itibaren ticari avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyiz itirazları üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında yer alan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece, önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu dolandırıcılık eylemini gerçekleştirenlerin yargılandığı Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/279 esas sayılı dosyasının işbu dava için bekletici sorun yapılıp yapılamayacağı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, başka deyişle ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.

Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, hukukumuzda mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun (BK) 53. maddesinde (6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) 74. maddesi) düzenlenmiş olup; hukuk hâkimi, ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır.

Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını; aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının ise kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır.

818 sayılı BK’nın “Ceza Hukuku İle Medeni Hukuk Arasında Münasebet” başlıklı 53. Maddesinde; “Hâkim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat kararıyla da mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hâkimini takyit etmez.” hükmü yer almaktadır (6098 sayılı TBK’nın 74. maddesi de aynı düzenlemeyi içermektedir).

Bu açık hüküm karşısında, ceza mahkemesince verilen, beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hâkimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, hukuk hâkiminin yukarıda açıklanan bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını belirleyen ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.01.975 tarihli ve 1971/T-406 E, 1975/1 K. sayılı kararı; 23.01.1985 tarihli ve 1983/10-372 E, 1985/21 K. sayılı kararı; 27.04.2011 tarihli ve 2011/17-50 E, 2011/231 K. sayılı kararı; 06.06.2018 tarihli ve 2017/15-248 E, 2018/1175 K. sayılı kararı).

Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi, ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi, yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, hukuk hâkimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hâkimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O hâlde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını (illiyet ilişkisi) tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hâkimini bağlamasına, 818 sayılı BK’nın 53. maddesi bir engel oluşturmaz (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.09.1981 tarihli ve 1979/1-131 E, 1981/587 K sayılı kararı).

Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir.

Tüm açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının kız kardeşi A.V.K ile davacının arkadaşı G.P. hakkında dava konusu dolandırıcılık eylemini gerçekleştirdikleri iddiasıyla Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/279 esas sayılı dosyası ile ceza davası açıldığı, sanık A.V.K’ın ceza dosyasına Başkonsolosluk aracılığıyla gönderdiği dilekçelerde dolandırıcılık eylemini davacının talebi doğrultusunda davacı ile birlikte gerçekleştirdiklerini beyan ettiği, her ne kadar davalı bankanın şikâyeti doğrultusunda açılan ceza soruşturması neticesinde davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ise de, davalı vekili tarafından ceza yargılaması sırasında davacının sanıklar ile birlikte hareket ettiğine dair yeni deliller elde edildiğinden bahisle ceza mahkemesinden suç duyurusunda bulunulmasının talep edildiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla, ceza yargılaması sonunda tesis edilecek hüküm ile davacının diğer sanıkların eylemleri ile ilgili olarak bağlantısı bulunduğuna dair bir maddi vakıa tespiti yer aldığı takdirde bu maddi olgunun tespiti hukuk hâkimini bağlayacaktır.

Ceza mahkemesindeki bir maddi olgunun varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı bulunmamaktadır. Bu nedenle, mahkemece, derdest Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/279 esas sayılı ceza davasının sonucunun beklenilmesi, bundan sonra maddi olguların nasıl gerçekleştiğinin saptanması, tarafların talepleri de gözetilerek uyuşmazlığın “Medeni Hukuk” kurallarına göre çözümlenmesi gerekir.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; yapılan ceza soruşturması neticesinde davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği ve bu karara yapılan itirazın da Yalova Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedildiği, geçen süre zarfında yeni delil elde edildiğinden bahisle hakkında tekrar ceza soruşturması da açılmadığı, davacının ceza dosyasında sanık olmadığına göre ceza yargılamasının sonucunun davacıyı ilgilendirmeyeceği, davacı hakkında ceza davası açılma ihtimalinin hukuk davasının bekletilmesine gerekçe yapılamayacağı, bunun aksinin kabulü hâlinde ilgili dosyanın ceza zamanaşımı doluncaya kadar bekletilmesi sonucunu doğuracağı, davacının yargılanmadığı bir ceza davasının bekletici sorun yapılmasının hukuka aykırı olduğu ve adalete erişimi engelleyeceği, bu nedenle yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

O hâlde, yerel mahkemece, aynı yönlere işaret eden Özel Daire bozma kararına uyularak; ceza davasının sonucunun beklenmesi, ceza davasında davacı hakkında tespit edilen maddi olgular çerçevesinde varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçelerle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun “geçici 3. maddesi” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 31.01.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Dava, bankanın kusursuz sorumluluğuna dayalı maddi tazminat talebine ilişkindir.

Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, Yargıtay 11.Hukuk Dairesince özetle; ceza dosyasının sonucunun beklenmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuş, yerel mahkemece önceki kararda ısrar edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ceza dosyasının bekletici mesele yapılması gerekip gerekmediği noktasındadır.

Davacı, ceza dosyasında sanık değil mağdurdur. Davacı hakkında ceza dosyasında suç duyurusunda bulunulmuş, kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş, yapılan itiraz reddedilmiştir. Hukuk davasının davacısı, ceza dosyasında sanık olmadığına göre ceza dosyasının yargılaması sonucunda ister beraat ister mahkumiyet kararı verilsin davacıyı ilgilendirmeyecektir.

Davacı hakkında ceza davası açılma ihtimali, hukuk davasının bekletilmesine gerekçe yapılamaz. Bunun aksinin kabulü halinde ilgili dosyanın ceza zamanaşımı doluncaya kadar bekletilmesi sonucunu doğurur ki (bu süre içinde her zaman ceza davası açılma ihtimali vardır) hukuk düzenince bunun kabulü mümkün değildir.

Usul ekonomisini düzenleyen 6100 sayılı HMK'nın 30. maddesi, hâkimin yargılamayı makul bir süre içinde ve en az masrafla sonuçlandırmasını emretmiştir. Hukuk davasının taraflarının sanık olarak yargılandığı ceza dosyalarının dahi bekletici mesele yapılıp yapılmayacağı tartışılırken, her dosya özelinde ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekirken, ceza dosyasında, mağdur hakkında ceza davası açılıp açılmayacağı belli değilken, yapılan suç duyuruları ilgili makamlarca dikkate alınmamışken, davacının hakkında ceza davası açılabileceği ihtimaliyle açtığı hukuk davasında ceza dosyasının bekletici mesele yapılması HMK'nın 165., TBK'nın 74.maddelerine, “şek ile yakin zail olmaz” deyimiyle ifade edilen usul prensibine uygun olmadığı gibi adalete erişimi de engelleyeceği, en azından geciktireceği, makul yargılama süresinin aşılması sonucunu doğuracağı da açıktır.

Açıklanan bu nedenlerle, yerel mahkeme kararının doğru olduğu kanaatiyle onanması gerektiğini düşündüğümüzden sayın çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyoruz.