Olaylar 

Başvurucu ölen bebeğin annesidir. Başvurucunun eşi O.Y. 18/8/2004 tarihinde evlerinin önünde bir bebek bulduğu ve bebeği kimin bıraktığını bilmediği iddiasıyla Polis Merkezine başvurmuştur. Bebek aynı gün Çocuk Yuvası ve Kız Yetiştirme Yurduna (Çocuk Yuvası) teslim edilmiştir. Sosyal Hizmetler Müdürlüğü (Müdürlük) yetkililerince bebeğe R.G. ismi verilmiştir. R.G. bu olaydan yaklaşık beş ay sonra Çocuk Yuvası binasının dışındaki bir su birikintisi içinde ölü olarak bulunmuştur. Yapılan otopsi işlemi R.G.nin kafa travması sonucu beyin kanamasından öldüğünü ortaya koymuştur.

Cumhuriyet Başsavcılığı R.G.nin Çocuk Yuvasında barınan 12-15 yaş grubundaki orta derecede mental retardasyonu bulunan H.A. tarafından balkondan atıldığı sonucuna varmıştır. Hakkında düzenlenen adli raporlara göre işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan, davranışlarını yönlendirme yeteneği yeterince gelişmemiş olan H.A.nın cezai sorumluluğunun olmadığı sonucuna varan Cumhuriyet Başsavcılığı H.A. ile bebeğin bakım sorumlusu F.O. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucu ile eşinin İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davası ve tazminat talepleri reddedilmiş, temyiz başvurusu üzerine karar Danıştayca onanmıştır.

İddialar

Başvurucu, çocuk yuvasına yerleştirilen çocuğunun yaşamı koruyucu tedbirlerin alınmaması sonucu ölümü ve bu ölümden doğan zararların tazmini için açılan tam yargı davasının manevi zarar doğmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Somut olayda başvurucunun kendi beyanına göre çocuğunu evinin önüne koyduğu, başvurucunun eşinin de çocuğun başkasına ait olduğu yönünde güvenlik güçlerine bildirimde bulunduğu, buna istinaden çocuğun Çocuk Yuvasına teslim edildiği anlaşılmıştır. Ne var ki açtığı tam yargı davasında başvurucu, geçim sıkıntısı çekseler de ayıplanma korkusu ve bazı toplumsal ön yargılar nedeniyle çocuğunu doğrudan Çocuk Yuvasına teslim edemediklerini öne sürmüştür. Başvurucunun anılan iddiası, ölen çocuğun başvurucu tarafından dünyaya getirildiği gerçeği ve ölenin doğduğu tarih ile öldüğü tarih arasında geçen süreyle birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun ölüm olayının dolaylı mağduru olduğu açıktır. Olayın meydana gelmesinde idarenin kusuru, derece mahkemeleri tarafından tespit edilse de başvurucu lehine tazminata karar verilmediği için başvurucunun mağdur sıfatı ortadan kalkmamıştır.  

Gerek Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen ceza soruşturması gerek idari soruşturma kapsamında elde edilen bilgi ve belgeler Çocuk Yuvası yetkilerinin H.A.da orta düzeyde mental reterdasyon olduğundan ve H.A.nın bebek bölümüne girmesinde sakınca bulunduğundan haberdar olduklarını ortaya koymaktadır. Nitekim hemşire Ö.T. tarafından Çocuk Yuvası yönetimine sunulan yazıda H.A.nın bebeklerin bulunduğu bölüme alınmasının sakıncalı olduğu ifade edilmesine karşın önlem alınmamıştır. Soruşturma kapsamında alınan bazı ifadeler H.A.nın daha önce bir bebeğe tokat attığını ve birkaç bebeği boğmaya çalıştığını göstermektedir.

H.A.nın bir rehabilitasyon merkezine nakli için Çocuk Yuvasınca yazışmalar yapılmıştır. Hatta Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, rehabilitasyon merkezlerinin kapasitelerinin üzerinde hizmet vermesi nedeniyle H.A.nın özel rehabilitasyon merkezlerinden yararlandırılmasının sağlanmasını Müdürlükten istemesine rağmen bu talep yerine getirilmemiştir.

Ayrıca olay hakkında yürütülen soruşturmalar kapsamında ifadesi alınanlardan bazıları bebek bölümündeki kapıların kilidinin değiştirildiğini ve anahtarının bulunmadığını ifade etseler de idari soruşturma kapsamında dinlenen Ö.T. ve bakıcı anne M.S.nin beyanlarından bebek bölümünün anahtarlarının ölenin bakımından sorumlu F.O.da olduğu anlaşılmıştır. Bundan dolayı Çocuk Yuvası yetkililerinin bakım ve gözetimleri altında bulunan başvurucunun yakınının esenliğinin sağlanması yönündeki sorumluluklarını yerine getirmedikleri kanaatine ulaşılmıştır. Kaldı ki sözü edilen sorumluluğun yerine getirilmediği derece mahkemelerince de tespit edilmiştir.

Derece mahkemeleri idarenin ölüm olayındaki sorumluluğunu saptamış ancak başvurucunun ölüm olayının dolaylı mağduru olduğu gözetilmeden başvurucunun manevi tazminat istemi reddedilmiştir. Diğer bir ifadeyle derece mahkemelerince yürütülen yargısal süreç yaşam hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüklere rağmen uygulamada etkili bir şekilde işlememiştir.

Başvurucu, çocuğunun ölümünden doğan maddi zararların da tazmin edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Ne var ki başvurucu tam yargı davası açarken maddi tazminat talep etmemiş, bireysel başvuruda dava açarken maddi tazminat talep etmesine engel olan bir husustan da söz etmemiştir. Ayrıca başvurucunun iddiasının aksine İdare Mahkemesinin ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talep edilmesinin davanın genişletilmesi yasağı kapsamında olduğu gerekçesiyle maddi tazminat talebini reddetmesi keyfî değildir. Bu bakımdan başvurucunun maddi tazminat talebinin derece mahkemelerince reddedilmesi ihlale neden olmamıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.  

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

NERİMAN YONAT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/33554)

Karar Tarihi: 15/6/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 13/8/2021-31567

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

Başkan: Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler:

Hicabi DURSUN

Muammer TOPAL

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

İrfan FİDAN

Raportör: Murat İlter DEVECİ

Başvurucu: Neriman YONAT

Vekili: Av. Eda FİDAN

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ailesi tarafından buluntu olduğu iddiasıyla emniyet güçlerine bildirilen ve sonrasında bir çocuk yuvasına yerleştirilen çocuğun yaşamı koruyucu tedbirlerin alınmaması sonucu ölümü ve bu ölümden doğan zararların tazmini için açılan tam yargı davasının manevi zarar doğmadığı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/11/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 28/12/1993 tarihinde O.Y. ile evlenmiş ve bu evlilikten 2003 yılına kadar üç çocuk dünyaya getirmiştir.

9. O.Y. evlerinin önünde yeni doğmuş bebek bulduğu iddiasıyla 11/6/2003 tarihinde Mardin Çarşı Polis Merkezi Amirliğine (Polis Merkezi) müracaat etmiş ve bu müracaat sonrasında bebek Mardin Sosyal Hizmetler Müdürlüğüne (Müdürlük) teslim edilmiştir.

10. 18/8/2004 tarihinde O.Y., evlerinin önünde bir bebek bulduğu ve bebeği kimin bıraktığını bilmediği iddiasıyla Polis Merkezine bir başvuru daha yapmıştır. O.Y. konu hakkında verdiği ifadesinde; gece saat 01.00 sıralarında ağlayan bir bebeğin sesini duyduğunu, evinden dışarıya çıkınca beze sarılı, yeni doğmuş bir bebek gördüğünü ve vaktin geç olması nedeniyle olayı hemen Polis Merkezine bildirmediğini beyan etmiştir.

11. Bebek aynı gün Musa Cihaner Çocuk Yuvası ve Kız Yetiştirme Yurduna (Çocuk Yuvası) teslim edilmiştir.

12. Müdürlük yetkililerince bebeğe R.G. ismi verilmiş ancak anne ve babasının tespit edilmesi için yapılan yazışmalar nedeniyle bebek, nüfus kütüğüne kaydedilememiştir.

13. Polis Merkezi görevlileri aynı gün başvurucunun ifadesine başvurmuştur. Başvurucu ifadesinde; eşinin karakola teslim ettiği çocuğun kendilerine ait olduğunu, yatalak kayınvalidesinin bakımıyla ilgilenmesi ve görümcesinin sekiz yıldır kendilerinde kalması nedeniyle girdiği bunalım sonucu eşinin dördüncü çocuğu istemeyebileceğini düşünerek hamileliğini eşinden gizlediğini, 17/7/2004 tarihinde (Bu tarihin olayın gelişimi dikkate alındığında 17/8/2004 olması gerektiği değerlendirilmiştir.) saat 19.00 sıralarında doğum yapmak için yatak odasına gittiğini, o sırada eşinin evde olmadığını, doğumdan sonra şekerli su içirip üzerini giydirdiği çocuğu kapı önüne bıraktığını, damda yatarlarken eşinin çocuk sesi duyduğunu, “Çocuğa biz bakalım.” diyeceğini düşündüğü eşinin çocuğu karakola teslim ettiğini, DNA testi yapılırsa çocuğun kime ait olduğunun ortaya çıkacağının söylenmesi üzerine işin aslını anlatmaya karar verdiğini, yaptığından pişman olduğunu ve çocuğunu istediğini ancak bir yıl önce evlerinin önüne bırakılan çocuğun kendi çocukları olmadığını savunmuştur.

14. O.Y. 19/8/2004 tarihinde kolluk görevlilerince alınan ek ifadesinde eşinin hamileliğinden ve doğumdan haberinin olmadığını ve çocuklarına bakacaklarını söylemiştir.

15. Başvurucu ve eşi hakkında çocuğu terk etme suçundan Mardin Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma hakkındaki bilgiler aşağıda yer almaktadır.

16. R.G.nin başvurucu ile eşinin çocuğu olduğunun ortaya çıkmasından sonra O.Y.nin 11/6/2003 tarihli müracaatından da şüphe edilmiş ve 2003 yılında doğan çocuk yönünden de başvurucu ile eşi hakkında çocuğu terk etme suçundan soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma hakkındaki bilgiler de aşağıda yer almaktadır.

17. R.G. 7/1/2005 tarihini 8/1/2005 tarihine bağlayan gece saat 22.00-00.15 saatleri arasında Çocuk Yuvası binasının dışındaki bir su birikintisi içinde ölü olarak bulunmuştur.

18. Olaydan haberdar edilen Cumhuriyet Başsavcılığı ölüm olayı hakkında derhâl bir ceza soruşturması başlatmıştır.

A. Ölüm Olayı Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç

19. Bebeğin ölümü 8/1/2005 tarihinde O.Y.ye bildirilmiştir.

20. Yapılan otopsi işlemi R.G.nin künt kafa travması sonucu subdural beyin kanamasından öldüğünü ortaya koymuştur.

21. Yürütülen soruşturmada, Çocuk Yuvasında barınan çocuklardan kayden 1992 doğumlu olup kendisinde orta derecede mental reterdasyon bulunan H.A.nın R.G.yi ikinci katta bulunan bebek bölümüne ait balkondan aşağı atmış olmasından şüphe edilmiştir. Bu şüphenin oluşmasına sebep olan husus, Çocuk Yuvası görevlilerinin şifahi beyanlarıdır.

22. İki polis memuru tarafından düzenlenen Nöbetçi Cumhuriyet Savcısıyla Görüşme Tutanağı'nda, başka hususlar yanında H.A.nın R.G.yi balkondan attığını samimi olarak itiraf ettiği belirtilmiştir.

23. Cumhuriyet savcısının talimatına istinaden kolluk görevlileri, Çocuk Yuvasında görevli birçok kişi ile Çocuk Yuvasında barınmakta olan bazı çocukların ifadelerini almıştır. Alınan ifadelere göre kimse R.G.nin nasıl öldüğü konusunda bilgi sahibi değildir. Bununla birlikte;

i. Çocuk S.T., R.G.nin kaybolduğunun duyulmasından yarım saat kadar önce M.P. isimli çocuğun olaydan sonra kendisiyle birlikte birkaç kişiye R.G.ye mama yedirdiğini anlattığını,

ii. Çocuk Z.A.; S.T., G.T., Z.P., A.Ö. ve Me.P.nin de bulunduğu bir ortamda R.G.yi kendisinin öldürdüğünü beyan eden M.P.nin bu hususu kimseye söylememelerini istediğini ve aksi durumda geberteceğini söyleyerek kendilerini tehdit ettiğini,

iii. Çocuk K.A.; olay gecesi televizyon seyrederlerken H.A.nın bir iki dakikalığına yanlarından ayrıldığını, kaybolduğunun öğrenilmesinden sonra R.G.nin nerede olduğunun H.A.ya sorulduğunu, H.A.nın “Bebek balkonda olabilir.” dediğini ancak R.G.yi balkonda göremediklerini,

iv. Bakıcı anne olarak görevli E.Ö.; olay günü saat 19.00 sıralarında H.A.yı bebek bölümünde gördüğünü, o esnada F.O.nun bebeklerin altını temizlediğini, saat 21.30 ile R.G.nin cesedinin bulunması arasında geçen zaman aralığında H.A.nın hep yanında olduğunu ve yanından ayrıldığını görmediğini, R.G.ye zarar verip vermediğini sorsa da H.A.nın cevap vermediğini,

v. Bakıcı anne olarak görevli H.F., olay günü saat 20.30 sıralarında H.A.yı bebek bölümünde gördüğünü söylemiştir.

24. Cumhuriyet savcısınca Çocuk Yuvasının bazı çalışanları ile koruma altındaki birkaç çocuğun konuyla ilgili ifadeleri alınmıştır. Başvuruyu ilgilendirebilecek olan ifadelerin ilgili kısmı şöyledir:

i. Çocuk Yuvasında bakıcı anne olarak görev yapan S.A. verdiği ifadesinde; üç yıl öncesine kadar bebek bölümünde çalıştığını, başka çocukların bu bölüme girmesinin yasak olduğunu, H.A.nın sıklıkla bebek bölümüne geldiğini, bir defasında H.A.nın bir bebeğe tokat attığını gördüğünü, yapılan tadilata istinaden bebek odasının kilidinin değiştirildiğini ve anahtarının olmaması nedeniyle kapının kilitlenemediğini beyan etmiştir.

ii. H.F. kolluk ifadesinde belirttiği hususa ek olarak duyduğu kadarıyla H.A.nın daha önce birkaç bebeğe saldırıp bebekleri boğmaya çalıştığını ve anılan çocuğun son günlerde çok hırçın olduğunu ifade etmiştir.

iii. S.T., Me.P.nin R.G.yi öldürdüğüne ilişkin bir söz söylemediğini beyan etmiştir.

iv. Çocuk S.K., R.G.yi atıp atmadığıyla ilgili soruya H.A.nın evet manasındakafasını sallayarak cevap verdiğini söylemiştir.

v. Z.A. ve Z.P., M.P.nin R.G.yi öldürdüğüne ilişkin bir söz söylemediğini ifade etmiştir.

vi. Çocuk Ş.P., H.A.yı daha önce R.G.nin beşiğini sallarken gördüğünü ve söylediğine göre R.G.yi H.A.nın attığını beyan edip H.A.yı kastederek “Onun bir dediği bir dediğini tutmamaktadır.” demiştir.

vii. E.Ö. ve K.A. kolluk ifadeleriyle uyumlu beyanlarda bulunmuştur.

25. Olay tarihinde R.G.nin bakım sorumlusu olan H.O., kendisine yüklenen taksirle öldürme suçlamasını kabul etmemiştir.

26. Kolluk görevlilerince düzenlenen 6/5/2005 tarihli tutanakta, başka hususlar yanında 18/8/2004 tarihinde R.G.nin Çocuk Yuvasına teslim edildiği, daha sonra O.Y.nin Çocuk Yuvasına giderek bebeği teslim almak istediği ancak ailesinin tespit edilmediği gerekçesiyle bebeğin O.Y.ye teslim edilmediği belirtilmiştir. O.Y.nin Çocuk Yuvasına müracaat ettiği tarih tutanakta yer almamaktadır.

27. Gaziantep Av. Cengiz Gökçek Devlet Hastanesinde görevli bir psikiyatr uzmanı tarafından düzenlenen 10/10/2005 tarihli raporda, H.A.nın işlediği iddia edilen kasten öldürme suçunun hukuki anlam ve sonuçlarını anlayabilecek durumda olmadığı ve davranışlarını yönlendirme yeteneği yeterince gelişmeyen H.A.nın ceza sorumluluğunun bulunmadığı belirtilmiştir.

28. Başvurucu ve eşi, vekilleri aracılığıyla soruşturma dosyasının bir örneğini8/11/2005 tarihinde almıştır.

29. Yürüttüğü soruşturma sonunda olay nedeniyle yapılan idari tahkikat dosyasındaki bilgi ve belgeleri -bu tahkikata ilişkin bilgiler aşağıda yer almaktadır- de dikkate alıp R.G.nin Çocuk Yuvasında barınan ve 12-15 yaş grubunda olup orta derecede mental retardasyonu bulunan H.A. tarafından balkondan atıldığı, hakkında düzenlenen adli raporlara göre işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan ve davranışlarını yönlendirme yeteneği yeterince gelişmemiş olan H.A.nın cezai sorumluluğunun olmadığı ve R.G.nin bakım sorumlusu olan F.O.nun anahtarı olmayan bebek ünitesinin kapısını açık bırakması ile ölüm arasında illiyet bağı bulunmadığı sonucuna varan Cumhuriyet Başsavcılığı 6/1/2006 tarihinde H.A. ile F.O. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

30. O.Y. 23/11/2010 tarihinde soruşturma dosyasının bir örneğini almıştır.

B. R.G.yi Terk Ettikleri İddiasıyla Başvurucu ve Eşi Hakkında Yürütülen Soruşturma İle İlgili Süreç

31. Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu ve eşinin çocuğu terk etme suçunu işledikleri iddiasıyla Mardin 2. Asliye Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) kamu davası açmıştır.

32. Başvurucu; Ceza Mahkemesince yapılan 28/9/2004 tarihli sorgusunda -öz itibarıyla- çocuklarına isim koymadıklarını, çocuklarının hâlen Çocuk Yuvasında kaldığını, onu henüz ziyaret etmediklerini, yatalak kayınvalidesi ve görümcesi ile birlikte aynı evde kalmasından dolayı girdiği bunalım ve bu duruma olan kızgınlığı nedeniyle hamileliğini ve doğumu eşine söylemediğini, çocuk sayısının fazlalığı gibi bir düşünceyle hareket etmediğini ve çocuğu en kısa sürede nüfus kütüğüne kaydettireceklerini söylemiştir. Aynı celsede Ceza Mahkemesi, çocuğun nüfus kütüğüne kayıt işlemlerinin yapılıp yapılmadığı hususunda Müdürlüğe müzekkere yazılmasına karar vermiştir.

33. Aynı gün O.Y. Mardin Nüfus Müdürlüğüne müracaat etmiş ve başvurucu ile olan evliliğinden 29/8/2004 tarihinde A.C.Y. isimli çocuklarının doğduğunu beyan etmiştir.

34. Ceza Mahkemesi, kasıtlarının bulunmadığı gerekçesiyle 27/10/2005 tarihinde başvurucu ile eşinin beraatine karar vermiştir. Bu karar Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü (Genel Müdürlük) tarafından temyiz edilmiş ancak Ceza Mahkemesi, süresinden sonra yapıldığı gerekçesiyle temyiz talebini reddetmiştir. Genel Müdürlük anılan kararı temyiz etse de Yargıtay 5. Ceza Dairesi temyiz talebinin reddine ilişkin kararı 3/5/2010 tarihinde onamıştır.

C. 2003 Doğumlu Buluntu Çocukla İlgili Soruşturma Süreci

35. Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 25/5/2005 tarihli iddianamede, yaşadıkları maddi zorluklar nedeniyle başvurucu ile eşinin 11/6/2003 tarihinden bir iki gün önce doğan çocuklarını sokakta bulmuş gibi emniyet güçlerine ihbar ettikleri ve böylece çocuğu terk etme suçunu işledikleri iddia edilmiştir.

36. Cumhuriyet Başsavcılığı yargılama sırasında, terk edilen çocuğun A.C.Y. olduğunu ileri sürmüştür.

37. O.Y., A.C.Y.nin Çocuk Yuvasında ölen çocuk olduğunu ve hakkında dava açılmasına neden olan çocuğu M.C.Y.yi nüfus kütüğüne kaydettirmediğini savunmuştur.

38. Ceza Mahkemesi, başvurucu ile eşinin çocuğu terk etme suçundan neticeten 2.700 TL adli para cezasıyla cezalandırılmalarına ve verilen cezaların ertelenmesine karar vermiştir. Karara göre 11/6/2003 tarihinde sokakta bulunduğu yönünde emniyet güçlerine bildirilen çocuk A.C.Y.dir.

39. Karardan anlaşıldığı kadarıyla başvurucu yazılı savunmasında; kayınvalidesi ile aynı evde ikamet ettiklerini, kayınvalidesinin hasta ve yatalak olduğunu, kendisinin de psikolojik rahatsızlığı olduğunu vemaddi imkânsızlıklar yüzünden çocuğa bakamayacağını düşünerek böyle bir yola başvurduğunu iddia etmiştir.

40. Anılan mahkûmiyet kararını başvurucu temyiz etmiştir.

41. Yargıtay 5. Ceza Dairesi, hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren hukuki düzenlemeler uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı konusunda değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.

42. Başvurucu ve eşi bozma sonrası yapılan duruşmalara katılmamıştır.

43. Bozma ilamına uyan Ceza Mahkemesi, başvurucu ile eşinin çocuğu terk etme suçundan neticeten 2.700 TL adli para cezasıyla cezalandırılmalarına karar vermiş; pişmanlık göstermedikleri ve duruşmalara katılmadıkları gerekçesiyle başvurucu ve eşi hakkında hükmedilen cezalarda indirim yapılmasını gerektirecek bir sebep (takdiri indirim nedenleri) bulunmadığı sonucuna varmış ve başvurucu ile eşinin yeniden suç işlemeyecekleri yönünde kanaat oluşmadığı gerekçesiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermemiş ancak hükmedilen adli para cezalarını ertelemiştir.

44. Sözü edilen karar başvurucu ile eşinin müdafii tarafından temyiz edilmiştir.

45. Yargıtay 14. Ceza Dairesi dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle 24/2/2012 tarihinde düşme kararı vermiştir.

D. Tam Yargı Davasına İlişkin Süreç

46. Başvurucu ve eşi 10/5/2005 tarihli dilekçe ile Müdürlük aleyhine Mardin Asliye Hukuk Mahkemesinde (Hukuk Mahkemesi) tazminat davası açmıştır. Kendilerini bir vekille temsil ettiren başvurucu ve eşi dava dilekçelerinde; geçim sıkıntısı çektikleri için 28/9/2004 tarihinde dünyaya gelen çocukları A.C.Y.yi Müdürlüğe teslim ettiklerini, Müdürlük yetkililerinin R.G. ismini verdikleri çocuğun 8/1/2005 tarihinde ikinci kattan atılarak öldürüldüğünü, A.C.Y.nin akli dengesi yerinde olmayan bir çocuk tarafından balkondan atıldığı ileri sürülse de bebeğin nasıl öldüğü konusunda şüphelerinin bulunduğunu, bebek nasıl ölmüş olursa olsun görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyen Müdürlüğün ölümden sorumlu olduğunu zira bebeğin Müdürlüğün bakım ve gözetimi altında olduğunu iddia ederek ayrı ayrı 10.000 TL manevi tazminat talep etmiştir.

47. Genel Müdürlük dava dilekçesine verdiği cevapta özetle R.G.nin A.C.Y.nin doğum tarihinden önce emniyet güçlerince Çocuk Yuvasına teslim edildiğini, R.G. ve A.C.Y.nin aynı bebek olup olmadığının belli olmadığını, başvurucu ve eşinin R.G.nin ebeveyni olduklarını ispat etmeleri gerektiğini, çocuğu terk etme suçundan başvurucu ile eşi hakkında yapılan yargılamada çocuğun nüfus kaydının sorulmasına karar verildiğini, bu sebeple O.Y.nin A.C.Y.yi nüfus kütüğüne kaydettirdiğini, başvurucu ile eşinin R.G.yi Çocuk Yuvasında ziyaret etmedikleri gibi Çocuk Yuvasına olaydan pişmanlık duyduklarına ilişkin herhangi bir beyanda da bulunmadıklarını, ayrıca R.G. öldüğünde bile Çocuk Yuvasına uğramadıklarını savunmuştur.

48. Başvurucu ve eşi davalı kurumun cevap dilekçesine karşı verdikleri 2/2/2016 tarihli dilekçelerinde; yoksulluklarına istinaden çocuğun kendilerine ait olmadığını söylediklerini ancak emniyet güçleri aracılığıyla çocuklarının Çocuk Yuvasına teslimini sağladıklarını, çevrelerinden alacakları tepki ve hor görülme korkusu nedeniyle çocuklarının Çocuk Yuvasına teslim edilmesi için böyle bir yola başvurduklarını, Ceza Mahkemesinin çocuğun nüfus kütüğüne kaydedilmesini istemesi üzerine ve O.Y.nin beyanına istinaden A.C.Y.nin nüfus kütüğüne kaydedildiğini, A.C.Y.yi ziyaret için Çocuk Yuvasına gittiklerini ama bina içine bile alınmadıklarını, A.C.Y.nin mezarının gösterilmediğini, bir mezarın olup olmadığının bile belli olmadığını ve çocuklarını ziyaret edip etmemelerinin davalı kurumu sorumluluktan kurtarmayacağını öne sürmüşlerdir. Ulusal ölçekte yayın yapan bir gazetenin 14/11/2005 tarihli sayısında yer alan “Bir Yuvada da Bebek Cinayeti” başlıklı haberin altında O.Y.yi R.G.nin mezarı başında gösteren bir fotoğrafın bulunduğu görülmüştür.

49. Hukuk Mahkemesi, davanın idarenin hizmet kusuruna dayandığı ve uyuşmazlığı çözme görevinin idari yargıya ait olduğu gerekçesiyle 9/3/2006 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Bu karar, taraflarca temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

50. Amaçları çocuklarını Çocuk Yuvasına teslim etmek olsa da ayıplanma korkusu ve bazı toplumsal ön yargılar nedeniyle bunu doğrudan yapamadıklarını, çocuklarının bir iddiaya göre kurum görevlileri tarafından, bir başka iddiaya göre bir çocuk tarafından ikinci kattan atıldığını ve ne şekilde gerçekleşmiş olursa olsun ölümün idarenin hizmet kusurundan ileri geldiğini iddia ederek Müdürlük aleyhine Mardin İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açan başvurucu ve eşi, ayrı ayrı 10.000 TL manevi tazminat talep etmişlerdir.

51. 13/10/2006 tarihinde İdare Mahkemesi, hasım düzeltme kararıyla davalı tarafı Genel Müdürlük olarak düzeltmiştir.

52. Yürüttüğü yargılama sonunda çocuklarını sokağa terk edip Çocuk Yuvasında ziyaret etmemeleri ve çocuklarının ölümünden sonra bile Çocuk Yuvasına uğramamaları nedeniyle başvurucu ile eşinin tazminat gerektirecek nitelik ve ağırlıkta manevi zarara uğramadıkları sonucuna varan İdare Mahkemesi 29/8/2007 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir.

53. Başvurucu ve eşi, geçim kaygısı çektiklerini ancak yaşadıkları şehrin sosyolojik yapısından ileri gelen ayıplanma korkusu sebebiyle çocuklarını Çocuk Yuvasına teslim edemediklerini, evlerinin önüne koyup polise haber vermek suretiyle çocuklarınınÇocuk Yuvasına teslim edilmesini sağladıklarını, çocuklarının idarenin kusuru nedeniyle öldüğünü, İdare Mahkemesinin gerekçesinin hukuki olmadığını ve çocuklarını arayıp sormamalarının idareyi sorumluluktan kurtaramayacağını belirterek İdare Mahkemesince verilen karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuşlardır.

54. Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) 25/1/2012 tarihinde, olayda ağır hizmet kusuru bulunduğu ve ebeveyn olarak başvurucu ile eşinin koruma altındaki çocuklarının ölümü nedeniyle manevi acı ve üzüntü duymuş olduklarının kabulü gerektiği gerekçesiyle İdare Mahkemesince verilen kararın bozulmasına karar vermiştir. Bu kararın ilgili kısmı şöyledir:

 “...

...[O]lay tarihinde yürürlükte bulunan 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu'nun 9/b maddesinde, korunmaya, bakıma ve yardıma muhtaç çocuk, özürlü ve yaşlıların tespiti, bunların korunması, bakımı, yetiştirilmesi ve rehabilitasyonlarını sağlamak üzere gerekli hizmetleri yürütmek görevi Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü'ne verilmiş, aynı Kanunun 3. maddesinde, sosyal hizmetler; kişi ve ailelerin kendi bünye ve çevre şartlarından doğan veya kontrolleri dışında oluşan maddi, manevi ve sosyal yoksunlukların giderilmesine ve ihtiyaçların karşılanmasına, sosyal sorunlarının önlenmesi ve çözümlenmesine yardımcı olunmasını ve hayat standartlarının iyileştirilmesini ve yükseltilmesini amaçlayan sistemli ve programlı hizmetler bütünü olarak tanımlandıktan sonra, korunmaya muhtaç çocukların; beden, ruh ve ahlak gelişimleri veya şahsi güvenlikleri tehlikede olan çocuklar oldukları belirtilmiştir.

...

...[G]enel idare hukuku ilkeleri ve olay tarihinde yürürlükte bulunan 2828 sayılı Yasa hükümleri değerlendirildiğinde, yürüttüğü kamu hizmetinin gereği olarak, bakım ve koruması altında bulunan, beden, ruh, ahlak gelişimlerini ve şahsi güvenliklerini sağlamakla yükümlü bulunduğu, sosyal, psikolojik ve manevi açıdan bakım ve desteğe muhtaç çocukların kalmakta olduğu yurtta, gerekli güvenlik önlemlerini almayarak, çocukların maddi, manevi ve sosyal yoksunluklarının giderilmesine yardımcı olma yükümlülüğünü gerekli dikkat ve özenle yerine getirmeyerek hizmeti kusurlu işlettiği anlaşılan idarenin tazmin sorumluluğu bulunmaktadır.

...

Olayda, davacıların çocuğunun, çocuk yuvasının bahçesinde ölü bulunduğu, idare tarafından çocukların kalmakta olduğu yurtta, gerekli güvenlik önlemleri alınmadığı gibi, gerekli dikkat ve özenin de gösterilmemesi karşısında, idarenin meydana gelen olayda ağır hizmet kusuru bulunduğu açıktır.

...[Ç]ocuklarını sokağa terk etmiş olmaları nedeniyle, davacıların yaşamış olsaydı çocuklarıyla hayat boyu bir daha ilişki kurmayacakları; ebeveyn olarak dayanışma içinde olamayacakları sonucuna varmak, hayatın doğal akışıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle davacıların, ebeveyn olarak koruma altındaki çocuklarının ölümü nedeniyle manevi acı ve üzüntü duymuş olduklarının kabulü gerekmektedir.

...”

55. Davalı idarenin karar düzeltme istemi Dairenin 29/1/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

56. Bozma kararı sonrasında başvurucu ve eşi, İdare Mahkemesine verdikleri 31/3/2014 tarihli ıslah dilekçeleri ile manevi tazminat istemlerini ayrı ayrı 25.000 TL'ye yükseltmişler, ayrıca ayrı ayrı 15.000 TL maddi tazminat talep etmişlerdir.

57. İdare Mahkemesi, davalı idarenin ağır hizmet kusurunun bulunduğu açık olmakla birlikte başvurucu ile eşinin çocuklarıyla herhangi bir duygusal bağ kurmadıkları ve ortada tazminatı gerektirecek nitelik ve ağırlıkta manevi zarar bulunmadığı gerekçesiyle önceki kararında ısrar etmiş, ayrıca ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talep edilmesinin davanın genişletilmesi yasağı kapsamında oluğunu belirterek maddi tazminat talebi yönünden hüküm kurulmasına hukuken imkân bulunmadığı sonucuna varmıştır. İdare Mahkemesinin manevi tazminat istemi hakkında yaptığı değerlendirmeler şöyledir:

“...

...Yaşam hakkını sona erdiren ölüm olayında manevî zarara, ölenin yakınları uğramakta olup; ölenin ana ve babası ile kardeşlerinin onun 'yakınları' olduğu ve bu yüzden manevî tazminat isteyebilecekleri izahtan varestedir.

...

Dava dosyasının incelenmesinden, davacıların [R.G.] isimli bebeği 18/08/2004 tarihinde sokağa terk ettikleri, söz konusu bebeğin Emniyet görevlilerince bulunarak Mardin Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğüne bağlı Musa Cihaner Çocuk Yuvasına teslim edildiği, Mardin Valiliğinin 26/08/2004 tarih ve 1347 sayılı Olur'u ile davalı kurumda koruma altına alındığı, 07/01/2005 tarihinde de kuruluş bahçesinde ölü bulunduğu, bunun üzerine davacılar tarafından manevi zararlarının tazmini talebiyle iş bu davanın açıldığı, bunun yanında bahsi geçen bebeğin bulunmasıyla ilgili olarak tahkikat başlatıldığı, tahkikat sonucunda davacı [O.Y.nin] 11/06/2003 tarihinde de aynı şekilde evinin önünde yeni doğmuş bir bebek bulduğunun anlaşılması üzerine davacılar hakkında 'Çocuğu Terk' suçundan kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sonucunda Mardin 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 22/10/2009 gün ve E:2009/215, K:2009/439 sayılı kararı ile, eylemlerinden dolayı hiçbir pişmanlık göstermeyen ve duruşmalara katılma gereği dahi duymayan sanıklar hakkında TCK'nın 59. maddesinin [takdiri indirim nedenleri ile ilgili madde] uygulanmadığı gibi, daha önce de aynı şekilde çocuklarını terk ettikleri dikkate alınarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmeyerek sanıkların (davacıların) 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hapis cezasının paraya çevrilmesine karar verildiği, temyiz aşamasında Yargıtay 14. Dairesinin 24/02/2012 gün ve E:2011/13220, K:2012/2152 sayılı kararı ile anılan kararın zamanaşımı nedeniyle bozularak cezanın düşmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Dava konusu olayda, ölüm olayında davalı idarenin ağır hizmet kusurunun olduğu açık olmakla birlikte, yaşanan bu olaydan dolayı davacıların manevi bir zararının bulunup bulunmadığının tespiti gerekmektedir.

Dava dosyasında bulunan tüm bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesinden, evlerinin önünde yeni doğmuş bebek bulmayı alışkanlık haline getiren davacıların, bebekleri [R.G.yi] sokağı terk ettikleri, bebeğin bakıldığı çocuk yuvasını hiç ziyaret etmedikleri, bebeğin ölümü üzerine dahi söz konusu kuruluşa uğramadıkları ve çocuğu terk suçundan açılan kovuşturma sırasında eylemlerinden dolayı hiçbir pişmanlık göstermedikleri ve duruşmalara katılma gereği dahi duymadıkları açık olup, tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, davacıların [R.G.] adlı bebeğin genetik olarak anne ve babası olması dışında bahsi geçen bebek ile herhangi bir duygusal bağ kurmadıkları anlaşıldığından, ortada tazmini gerektirecek nitelik ve ağırlıkta manevi zararın bulunmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.

Bu durumda, ortada tazmini gerektirecek nitelik ve ağırlıkta manevi zararın bulunmadığı sonuç ve kanaatine ulaşıldığından, davacıların manevi tazminat talebinin kabulüne olanak bulunmamaktadır.

...”

58. Başvurucu ve eşi özetle çocuklarının idarenin ağır hizmet kusuru nedeniyle öldüğünü, bu nedenle hem maddi hem manevi zararlarının karşılanması gerektiğini ve yaşasaydı çocukları ile ömür boyu iletişim kurmayacakları sonucuna varmanın hayatın olağan akışına uygun olmadığını belirterek İdare Mahkemesince verilen kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (Kurul) nezdinde temyiz etmişlerdir.

59. Kurul 10/3/2016 tarihli kararıyla İdare Mahkemesince verilen ısrar kararını onamıştır.

60. Başvurucu ile eşinin karar düzeltme istemi Kurulun 30/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

E. Başvurucunun Çocuğunun Ölümü Nedeniyle Yürütülen İdari Soruşturmaya İlişkin Süreç

61. Başvurucunun çocuğunun ölümü sonrasında Genel Müdürlüğe bağlı Teftiş Kurulu Başkanlığında görevli bir müfettiş tarafından Çocuk Yuvası yetkilileri hakkında inceleme yapılmıştır.

62. İnceleme dosyasındaki bilgi ve belgelere göre;

i. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesince düzenlenen 16/6/2003 tarihli raporda Çocuk Yuvasında koruma altında olan H.A.da orta düzeyde mental reterdasyon bulunduğu ve H.A.nın özel eğitim görebileceği bir merkezde bakım görüp barınmasının uygun olduğu açıklanmıştır.

ii. Hemşire Ö.T. tarafından Çocuk Yuvası yönetimine sunulan 16/9/2003 tarihli yazıda H.A.nın bebeklerin bulunduğu bölüme alınmasının sakıncalı olduğu ifade edilmiştir.

iii. H.A. hakkında düzenlenen 15/4/2004 tarihli sosyal inceleme raporunda H.A.nın özel eğitim görebileceği bir kuruluşa naklinin uygun olacağı belirtilmiştir.

iv. 2004 yılı Mayıs ayında Genel Müdürlük; Müdürlükten, rehabilitasyon merkezlerinin kapasitelerinin üzerinde hizmet vermesi nedeniyle H.A.nın Mardin'de faaliyet gösteren özel rehabilitasyon merkezlerinden yararlandırılmasının sağlanmasını istemiştir.

v. Çocuk Yuvasınca düzenlenen 20/9/2004 tarihli bir yazıda 0-6, 7-12 ve13-18 yaş gruplarındaki çocukların farklı psiko-sosyal gelişim gösterdikleri ve birbirlerini olumsuz etkiledikleri, yetersiz meslek elemanı nedeniyle müdahalede gecikildiği ve 13-18 yaş grubundaki çocukların sergiledikleri kural tanımaz tavırların 0-12 yaş grubunda bulunan çocuklar için olumsuz model oluşturduğu hususları ifade edilmiştir.

63. İnceleme kapsamında ifadesine başvurulan F.O.; başka hususlara ilave olarak H.A.nın bakımı ile beş yıldır ilgilendiğini, başka çocukların sık sık H.A.nın boğazlarını sıkmaya çalıştığından söz ettiklerini, H.A. ile başka çocukların bebek bölümüne sıklıkla geldiğini, kendisinin onları kovduğunu ve kapıyı içeriden kilitlese idi bebeğin yaşıyor olabileceğini beyan etmiştir.

64. Bazı çalışanlar ile koruma altındaki bazı çocukların vermiş olduğu ifadelerden H.A.nın aşırı kıskanç ve kavgacı bir yapısı olduğu, çoğunlukla boğmaya çalışmak suretiyle başkalarına zarar verdiği, evlatlık verilen bir çocuğu boğmaya çalışırken yakalandığı, olay akşamı televizyon seyrederken kısa bir süreliğine arkadaşlarının yanından ayrıldığı ve R.G.yi balkondan aşağı attığını söylediği anlaşılmıştır.

65. Yenilenmeleri nedeniyle bebek bölümünün kapılarının kilitlenmemiş olabileceğini beyan edenler bulunmasına karşın Ö.T., neden kapıları kilitlemediğini sorduğu F.O.nun “Bebeklerin ağlaması durumunda hemen müdahale etmek için kilitlemedim.” dediğini söylemiştir. Ayrıca bakıcı anne olarak görevli M.S., bebek bölümünün anahtarlarını 6/1/2005 tarihinde saat 17.00 sıralarında F.O.ya verdiğini ifade etmiştir.

66. Verdiği ifadesinde H.A.; olay gecesi F.O.nun kendisine yemek vermediğini yalnızca süt içtiğini, bu duruma kızıp R.G.yi balkondan aşağıya attığını ve o esnada F.O.nun temizlik yaptığını beyan etmiştir.

67. Anılan inceleme sonunda düzenlenen 11/2/2005 tarihli raporda özetle Çocuk Yuvasının hem çocuk yuvası hem de yetiştirme yurdu olarak hizmet verdiği, Çocuk Yuvasında yeterli personel bulunmadığı, hizmet binasının donanım ve tefrişat açısından yetersiz olduğu ve H.A.nın bir bakım ve rehabilitasyon merkezine yerleştirilmesi için gerekli yazışmaların yapıldığı ancak boş yer bulunamadığı hususlarına yer verilerek ölüm olayının meydana gelmesinde hizmet kusuru bulunduğu belirtilmiştir. Sözü edilen raporda ayrıca 0-6, 7-12 ve 13-18 yaş grubundaki çocuklar arasında kardeş ilişkisinin gelişmediği, fiziki yapısı nedeniyle Çocuk Yuvasının koğuş tipi barınma modelinden ev tipi kuruluşa dönüştürülemediği, barındırılan yaş gruplarının farklı psiko-sosyal gelişim dönemlerinin olması ve personel yetersizliği nedeniyle Çocuk Yuvasının kız yetiştirme yurdu olarak kullanılmamasının yarar sağlayacağı açıklanmıştır. Raporda son olarak Ö.T.nin yönetime sunduğu yazıdan sonra gerekli tedbirlerin alındığı (Bu tedbirlerin neler olduğu açıklanmamıştır.), ilgili personelin kusurlu olduğuna dair herhangi bir bulgu veya emareye rastlanmadığı, kişisel kusur ve kastın söz konusu olmadığı, hizmet kusurunun mevcudiyetinden hareketle idari yönden herhangi bir muamele tayininin gerekmediği ve H.A.nın durumuna uygun bir rehabilitasyon merkezine nakledilerek gerekli emniyet tedbirlerinin alınması gerektiği ifade edilmiştir.

68. Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmaya ilişkin belgelerden olaydan bir müddet sonra H.A.nın Gaziantep'te bulunan bakım ve rehabilitasyon merkezine nakledildiği anlaşılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

69. 24/5/1983 tarihli ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu'nun “Amaç” kenar başlıklı 1. maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:

 “Bu Kanunun amacı; korunmaya, bakıma veya yardıma muhtaç aile, çocuk, özürlü, yaşlı ve diğer kişilere götürülen sosyal hizmetlere ve bu hizmetleri yürütmek üzere kurulan teşkilatın kuruluş, görev, yetki ve sorumlulukları ile faaliyet ve gelirlerine ait esas ve usulleri düzenlemektir.”

70. 2828 sayılı Kanun'un “Tanımlar” kenar başlıklı 2. maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Kanunda geçen;

...

b) «Korunmaya Muhtaç Çocuk»; beden, ruh ve ahlâk gelişimleri veya şahsi güvenlikleri tehlikede olup;

...

2. Ana veya babası veya her ikisi de belli olmayan,

3. Ana veya babası veya her ikisi tarafından terkedilen,

...

Çocuğu,

...

e) Sosyal hizmet kuruluşları; bu Kanunun amacına ve belirtilen esaslara uygun faaliyette bulunan kuruluşlar olup, bunlardan;

1. «Çocuk Yuvaları»; 0-12 yaş arası korunmaya muhtaç çocuklarla gerektiğinde 12 yaşını dolduran kız çocuklarının, bedensel, eğitsel, psiko sosyal gelişimlerini, sağlıklı bir kişilik ve iyi alışkanlıklar kazanmalarını sağlamakla görevli ve yükümlü yatılı sosyal hizmet kuruluşlarını,

2. «Yetiştirme Yurtları»; 13 -18 yaş arası korunmaya muhtaç çocukları korumak, bakmak ve bir iş veya meslek sahibi edilmeleri ve topluma yararlı kişiler olarak yetişmelerini sağlamakla görevli ve yükümlü olan yatılı sosyal hizmet kuruluşlarını,

3. «Kreş ve Gündüz Bakımevleri»; 0-6 yaş grubundaki çocukların bakımlarını gerçekleştirmek, bedensel ve ruhsal sağlıklarını korumak ve geliştirmek ve bu çocuklara temel değer ve alışkanlıkları kazandırmak amacıyla kurulan ve yatılı olmayan sosyal hizmet kuruluşlarını,

...

5. «Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri»; bedensel, zihinsel ve ruhsal özürleri nedeniyle normal yaşamın gereklerine uyamama durumunda olan kişilerin, fonksiyon kayıplarını gidermek ve toplum içinde kendi kendilerine yeterli olmasını sağlayan beceriler kazandırmak veya bu becerileri kazanamayanlara devamlı bakmak üzere kurulan sosyal hizmet kuruluşlarını,

...

İfade eder.

71. 2828 sayılı Kanun'un “Genel esaslar” kenar başlıklı 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Sosyal hizmetlere ilişkin genel esaslar şunlardır:

...

e) Korunmaya muhtaç çocuklara ilişkin sosyal hizmetler, ancak bu Kanunla kurulan Kurum tarafından yürütülür.

 ...

h) Çocuk yuvaları ile yetiştirme yurtlarının korunmaya muhtaç çocukların yaş, cinsiyet, sosyal ve psikolojik özellikleri ile özür dereceleri dikkate alınarak, kaynaştırma anlayışına göre gruplandırılması ve özellikle çocuk yuvalarının, huzurevleri ile aynı mahallerde tesis edilerek dede-torun, nine-torun ilişkilerinin sağlanması esas alınır.

ı) Korunmaya, bakıma ve yardıma muhtaç kişilere hizmet sunumu insan haysiyet ve vakarına yaraşır şekilde yerine getirilir.

j) Sosyal hizmet kurum ve kuruluşlarında çalıştırılacak personelin seçim ve niteliklerinin tespitinde ve bunların hizmetiçi eğitim programlarının düzenlenmesinde bu kurum ve kuruluşların hizmet özellikleri dikkate alınır.

...”

72. 2828 sayılı Kanun'un “Kurumun görevleri” kenar başlıklı 9. maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Kurumun görevleri şunlardır:

...

b) Öncelikle çocuğun aile içinde yetiştirilmesi ve desteklenmesi için aileyi eğitim, danışmanlık ve sosyal yardımlarla güçlendirmek, korunmaya, bakıma ve yardıma muhtaç çocuk[ların] ... tesbiti, bunların korunması, bakımı, yetiştirilmesi ve rehabilitasyonlarını sağlamak üzere gerekli hizmetleri yürütmek...

...

d) Yoksulluk içinde olup da temel ihtiyaçlarını karşılayamayan ve yaşamlarını en düşük düzeyde dahi sürdürmekte güçlük çeken kişi ve ailelere kaynakların yeterliliği ölçüsünde ayni ve nakdî yardımlarda bulunmak amacıyla gerekli hizmet ve programları geliştirmek ve uygulamak.

...”

73. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “Tebligat ve cevap verme” kenar başlıklı 16. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.”

B. Uluslararası Hukuk

1. Mağdur Sıfatının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince Yorumlanması Yönünden

74. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (Sözleşme) güvence altına alınan hakların ihlal edildiği iddiasıyla başvuru yapacak kişilerin şikâyet ettiği hususlardan doğrudan etkilenmiş olduklarını kanıtlayabilmeleri gerekmektedir (İlhan/Türkiye [BD], B. No: 22277/93, 27/6/2000, § 52; Burden/Birleşik Krallık [BD], B. No: 13378/05, 29/4/2008, § 33). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre bu kriter; yargılamalar boyunca esneklikten uzak, katı ve mekanik bir şekilde tatbik edilmemekle birlikte Sözleşme’nin koruma mekanizmasının işletilebilmesi için zaruridir (Karner/Avusturya, B. No: 40016/98, 24/7/2013, § 25).

75. Ayrıca ölümünde devletin sorumluluğunun bulunduğu iddia edilen kişinin ebeveynleri gibi yakın aile üyelerinin -ölen kişinin yasal mirasçıları olup olmadıklarına bakılmaksızın- Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlalinden dolaylı olarak mağdur olduklarını iddia ederek başvuru yapabilmeleri AİHM tarafından kabul edilmiştir (birçok karar arasından bkz. Van Colle/Birleşik Krallık, B. No: 7678/09, 13/11/2012, § 86; Tsalikidis ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 73974/14, 16/11/2017). Bu bağlamda AİHM; ölen kişilerin eşleri, ebeveynleri ve yeğenleri gibi yakınları tarafından yapılan başvuruları incelemiştir (birçok karar arasından bkz. Salman/Türkiye [BD], B. No: 21986/93, 27/6/2000; Ramsahai ve diğerleri/Hollanda [BD], B. No: 52391/99, 15/5/2007; Yaşa/Türkiye, B. No: 63/1997/847/1054, 2/9/1998, § 66).

76. Öte yandan AİHM mağdur kavramını dava açmadaki menfaate veya dava açma ehliyetine ilişkin iç hukuk kurallarından bağımsız bir şekilde ve özerk olarak yorumlamakta(Gorraiz Lizzaraga ve diğerleri/İspanya, B. No:62543/00, 27/4/2004, § 35) ve yakınlarının ölümünden devletin sorumlu olduğunu iddia eden başvurucuların ölen ile yakınlıklarının ölçüsünü değerlendirerek başvurucuların dolaylı mağdur sıfatlarının olup olmadığını değerlendirmektedir. Bu değerlendirmede başvurucunun ölenin mirasçısı olup olmadığı ya da ölen ile başvurucunun resmî olarak evli olup olmadıkları gibi hususlar da tek başına rol oynamamaktadır. Nitekim AİHM Velikova/Bulgaristan ((k.k.) B. No: 41488/98, 18/5/1999) başvurusunda evli olmayan ancak uzun yıllardır beraber yaşayan bir çiftin Sözleşme’nin 8. maddesinin amaçları doğrultusunda bir aile teşkil ettiğine ve ilişkilerinin evlilik dışı olmasına rağmen Sözleşme’nin 8. maddesinin sağladığı korumadan yararlanma hakkına sahip olduğuna değinip Bulgaristan Yüksek Mahkemesinin evli olmayan partnerlere de partnerlerinin haksız ölümü nedeniyle tazminat alma hakkı tanıdığına ve yerel adli makamların başvurucunun başvuru ehliyetini sorgulamadığını dikkati çekerek başvurucunun, üç çocuğunun babası olan ve on iki yıldan daha uzun bir süre birlikte yaşadığı partnerinin yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasını incelemiştir. Trivkanović/Hırvatistan (B. No: 12986/13, 6/7/2017, §§ 48-51) başvurusunda ise ölenin, ölümünden altı yıl önce başvurucu ile boşandıkları ve ölüm anında başvurucu ile ölen arasındaki bağın başvurucunun Sözleşme'nin 2. maddesinin mağduru olması için yeterli olmadığı değerlendirilerek ölen yönünden başvurucunun mağdur sıfatının bulunmadığı sonucuna varılmış ve başvuru, başvurucunun kayıp iki çocuğuyla ilgili iddialar yönünden incelenmiştir.

2. Mağdur Sıfatının Ortadan Kalkmasına İlişkin AİHM Yorumu Yönünden

77. AİHM'e göre yerel makamlar Sözleşme ihlalini açıkça veya içerik bakımından tanımadıkça ve ardından ihlalin telafisini sağlamadıkça başvurucunun lehine verilecek bir karar veya tedbir, başvurucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırmayacaktır (Scordino/İtalya (No.1) [BD], B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 180; Gäfgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 116; Centro Europa 7 S.r.l. ve Di Stefano/İtalya [BD], B. No: 38433/09, 7/6/2012, § 88).

78. Bir bireyin mağdur sıfatına sahip olup olmadığı, ulusal mahkemeler tarafından hükmedilen tazminatın miktarına ve tazminat hükmedilmesine götüren hukuk yolunun (süresi dâhil olmak üzere) etkililiğine bağlı olabilir (Scordino/İtalya (No.1), § 202).

79. AİHM şimdiye kadar verdiği birçok kararda yaşam hakkına veya fiziksel bütünlüğe kasten zarar verilmemesi hâlinde etkili bir yargı sistemi oluşturma yönündeki pozitif yükümlülüğün her durumda muhakkak cezai yargı yoluna başvurmayı gerektirmediğini ve bu türden bir yükümlülüğün her türlü sorumluluğun ortaya konulmasını ve hukuki nitelikte tazminat tedbirlerinin alınmasını sağlayan -tek başına ya da ceza mahkemelerine başvurma imkânı ile birlikte- hukuk mahkemelerine başvurma olanağı sunması hâlinde yerine getirilebileceğini ifade etmiştir. AİHM ayrıca disiplin tedbirlerinin de öngörülebileceğini kabul etmiştir (Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 51; Mastromatteo/İtalya [BD], B. No: 37703/97, 24/10/2002, § 90; Vo/Fransa [BD], B. No: 53924/00, 8/7/2004, § 90; Lopes de Sousa Fernandes/Portekiz [BD], B. No: 56080/13, 19/12/2017, §§ 137, 215).

80. Etkili yargısal sistem kurma yükümlülüğünün tazminat almaya imkân veren idari veya yargısal başvuru yollarının başvuruculara açık olması yoluyla da yerine getirilebildiği durumlarda mağdur sıfatının ortadan kalkması için ihlali tespit eden ulusal makamların ödenmesine karar verdiği tazminatın AİHM'in benzer yaşam hakkı ihlalleriyle ilgili başvurularda ödenmesine hükmettiği miktarlarla uyumlu olması gerekir (Doğan/Türkiye (k.k.), B. No: 6866/17, 30/4/2019, § 60; Bakır/Türkiye (k.k.), B. No: 7453/16, 8/10/2019, § 65. Ulusal mahkemenin ihlali tespit ederek bir miktar tazminata hükmetmesine rağmen tazminatın uygun ve yeterli olmaması nedeniyle yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın esas bakımından incelendiği başvuru için bkz. Şahinkuşu/Türkiye, B. No: 38287/06, 21/6/2016, §§ 45, 49-63. Anılan başvuruda yaşam hakkının ihlal edilmediğine karar verilmiştir).

81. Bununla birlikte yaşam hakkının ihlal edilmesine karşın ihlalden kaynaklandığı ileri sürülen maddi tazminat taleplerinin ulusal mahkemelerce keyfî olmayan gerekçelerle reddedilmesi mağdur sıfatının ortadan kalkmasına engel oluşturmayabilir. Mesela -başka ihlal iddiası yanında- ulusal mahkemece hükmedilen manevi tazminatın yetersizliği ve maddi tazminat talebinin reddi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan Düz/Türkiye -B. No: 53388/11, 29/5/2018, § 41- başvurusu hakkında verdiği kabul edilebilirlik kararında AİHM, dosyadaki hiçbir belgenin ulusal mahkeme kararının keyfî olduğunu ya da başvurucunun aksini kanıtlamak için yeterli belge veya iddia sunduğunu göstermediğini belirterek başvurucunun maddi tazminata ilişkin şikâyetinin aşırı ve dayanaksız olduğu kanaatine varmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

82. Mahkemenin 15/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

83. Başvurucu, yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğinden yakınmıştır.

84. Anılan iddiası bağlamında başvurucu; -öz itibarıyla- geçim sıkıntısı ve çaresizlik sebebiyle çocuklarının Çocuk Yuvasına teslim edilmesini sağladıklarını, çocuklarının Çocuk Yuvası görevlilerinin ağır ihmali nedeniyle öldürüldüğünü ve yaşamı korumaya ilişkin pozitif yükümlülükleri uyarınca bakım ve koruması altındaki kişilerin beden, ruh ve ahlak gelişimleri ile kişisel güvenliklerini sağlamakla yükümlü olan devletin çocuklarının ölümünden doğan maddi ve manevi zararlarını karşılaması gerektiğini ileri sürmüştür.

85. Başvurucu bundan başka Kurulun keyfî bir yaklaşımla ve yoruma dayalı olarak hukuki dayanaktan yoksun bir karar verdiğini, çocuğunu terk etmesi ve Çocuk Yuvasında çocuğu ziyaret etmemesi gibi gerekçelerin yaşasaydı çocuğuyla ömür boyu ailevi ilişkiler kurmayacağı yönündeki ön yargıya dayandığını oysa bu yaklaşımın hukuki olmadığı gibi hayatın olağan akışına da uygun düşmediğini, hakkında çocuğu terk etme suçu ile ilgili kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü bulunmadığını, derece mahkemelerince verilen kararların keyfî olduğunu ve bariz takdir hatası içerdiğini, idarenin ölüm olayındaki ağır kusuru kabul edilmesine rağmen tazminata karar verilmemesinin adil bir yargılama yapılmadığının göstergesi olduğunu öne sürmüştür.

B. Değerlendirme

86. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü, devletin bakım ve koruması altında bulunan çocuğunun yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığına ve çocuğunun ölümünden doğan zararların tazmin edilmediğine ilişkindir. Bu nedenle başvurunun yaşam hakkı kapsamında incelenmesinin yeterli olduğu sonucuna varılmıştır.

87. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

Herkes, yaşama... hakkına sahiptir.

88. Anayasa’nın “Devletin temel amaç ve görevleri kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

89. Başvuruya konu edilen yargılama sürecinde başvurucunun manevi tazminat talebi, başvurucunun çocuğu ile herhangi bir duygusal bağ kurmadığı ve ortada tazminatı gerektirecek nitelik ve ağırlıkta manevi zarar bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu nedenle evvela başvurucunun mağdur sıfatının bulunup bulunmadığı değerlendirilmelidir.

90. Bireysel başvuru yolunu işletebilecekler esas itibarıyla ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı güncel bir kişisel hakkı doğrudan etkilenen kişiler olmakla birlikte somut olayın koşullarına ve ihlal edilen hakkın niteliğine göre doğrudan mağdur ile arasında kişisel ve özel bir bağ bulunan ve dolayısıyla da Anayasa ve Sözleşme'nin ihlalinden olumsuz olarak etkilenmiş veya ihlalin sona ermesinden meşru ve kişisel bir menfaati bulunan kimseler de dolaylı mağdur sıfatıyla bireysel başvuruda bulunabileceklerdir (Engin Gök ve diğerleri, B. No: 2013/3955, 14/4/2016, § 47). Nitekim mağdurun bizzat başvuru yapmasının mümkün olmadığı ve yakın akrabalık ilişkisinin bulunduğu kimi durumlarda -özellikle yaşam hakkının söz konusu olduğu- başvurucuların ihlalden doğrudan etkilenmemiş olmalarına rağmen ihlalden dolaylı olarak etkilenmeleri nedeniyle bu etkiye dayanarak kendi adlarına başvuru yapabilecekleri kabul edilmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014; Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014). Gerçekten Anayasa Mahkemesi bugüne değin ölenlerin ebeveynleri, çocukları veya kardeşleri gibi yakınları tarafından yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan birçok başvuruyu incelemiştir (ebeveyn için bkz. Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya, B. No: 2013/1280, 28/5/2014, § 37; kardeş için bkz. S.K., B. No: 2014/10839, 25/2/2015, § 23; eş için bkz. Ayser Demiralp, B. No: 2013/2849, 7/1/2016).

91. Somut olayda başvurucunun kendi beyanına göre şekerli su içirip üstünü giydirdiği çocuğunu evinin önüne koyduğu, başvurucunun eşinin de çocuğun başkasına ait olduğu yönünde güvenlik güçlerine bildirimde bulunduğu, buna istinaden çocuğun Çocuk Yuvasına teslim edildiği anlaşılmaktadır (bkz. §§ 10, 11, 13). Ne var ki açtığı tam yargı davasında başvurucu, geçim sıkıntısı çekseler de ayıplanma korkusu ve bazı toplumsal ön yargılar nedeniyle çocuğunu doğrudan Çocuk Yuvasına teslim edemediklerini öne sürmüştür. Başvurucunun anılan iddiası, ölen çocuğun başvurucu tarafından dünyaya getirildiği gerçeği ve ölenin doğduğu tarih ile öldüğü tarih arasında geçen süreyle birlikte değerlendirildiğinde başvurucunun ölüm olayının dolaylı mağduru olduğu açıktır.

92. Öte yandan başvurunun incelenebilmesi için başvurucunun dolaylı mağdurluk sıfatının başvurunun incelenmesinden önce ortadan kalkmamış olması da gereklidir. Bu nedenle başvuruda ikinci olarak başvurucunun mağdur sıfatının devam edip etmediği incelenmelidir. Zira Daire, Çocuk Yuvasında gerekli güvenlik önlemlerinin alınmaması, başvurucunun çocuğunun bakım ve gözetiminde gerekli özenin gösterilmemesi nedeniyle olayın meydana gelmesinde idarenin ağır hizmet kusuru bulunduğunu kabul etmiş (bkz. § 54); İdare Mahkemesi de anılan karara karşı önceki kararında ısrar etse de idarenin olayın meydana gelmesinde ağır kusurlu olduğunu Kurul tarafından onanan kararında açıkça belirtmiştir (bkz. § 57).

93. Başvuru konusu olayda olduğu gibi yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmediği hâllerde -bazı istisnaları bulunmakla birlikte- idari makamlar veya derece mahkemeleri tarafından ödenmesine karar verilen tazminatın başvurucuların mağdur sıfatını ortadan kaldırabilmesi için yaşam hakkının ihlalinin idari makamlar veya derece mahkemelerince açıkça veya en azından öz itibarıyla tespit edilmesi ve tazminat olarak ödenmesine karar verilen meblağın Anayasa Mahkemesinin benzer yaşam hakkı ihlallerinde hükmettiği meblağlarla uyumlu olması gerekir (Hasan Kılıç, B. No: 2018/22085, 27/1/2021, § 42).

94. Derece mahkemeleri, olayın idarenin kusuruyla meydana geldiğini tespit etse de başvurucunun tazminat istemini reddetmiştir. Bu nedenle başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalkmadığı ve başvuruda kişi bakımından yetkiye ilişkin kabul edilebilirlik kriteri yönünden eksiklik bulunmadığı değerlendirilmiştir.

95. Açıklanan gerekçelerle açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemez bulunmasını gerektirecek herhangi bir sebep de tespit edilmeyen yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Muammer TOPAL bu görüşe katılmamıştır.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

96. Anayasa'nın yaşam hakkını güvence altına alan 17. maddesinin kendisine yüklediği pozitif yükümlülükler uyarınca devlet, yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi altındadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).

97. Sözü edilen koruma ödevinin yerine getirilebilmesi için devletin;

i. Yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal ve idari çerçeve oluşturması (İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595, 21/4/2016, § 149),

ii. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda görevlileri aracılığıyla makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlemler alması (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53),

iii. Önceden belirlenebilir bir veya daha fazla bireyin yaşamına yönelik bir tehdit söz konusu olmasa bile kişilerin yaşamını korumak için genel güvenlik tedbirleri alması gerekir (Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya, § 59).

98. Bununla birlikte özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında sözü edilen pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53) ve yaşam hakkının gerektirdiği pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında alınacak tedbirlerin belirlenmesi, idari ve yargısal makamların takdirinde olan bir husustur. Hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması adına pek çok yöntem benimsenebilir ve mevzuatta düzenlenmiş herhangi bir tedbirin yerine getirilmesinde başarısız olunsa bile pozitif yükümlülükler diğer bir tedbirle yerine getirilebilir (Bilal Turan ve diğerleri (2), B. No: 2013/2075, 4/12/2013, § 59).

99. Pozitif yükümlülüğü kapsamında devletin yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir yargısal sistem kurma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

100. Yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük -istisnaları bulunmakla birlikte- her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

101. Bununla birlikte mağdurların başvurabilecekleri tazminat yollarının uygulamada da etkili olması gerekir. Bir başvuru yolunun ancak hak ihlalini önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi, bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

102. Daha önce de ifade edildiği gibi olayın meydana gelmesinde idarenin kusuru, derece mahkemeleri tarafından tespit edilse de başvurucu lehine tazminata karar verilmediği için başvurucunun mağdur sıfatı ortadan kalkmamıştır. Bu durumda derece mahkemelerinin tespitiyle yetinmeden Anayasa'nın yaşam hakkını güvence altına alan 17. maddesinin devlete yüklediği pozitif yükümlülükler kapsamında başvurunun incelenmesi gerekmektedir. Nitekim AİHM'in Şahinkuşu/Türkiye kararında da ulusal mahkemenin tespitiyle yetinilmemiş ve Sözleşme'nin 2. maddesinin devlete yüklediği pozitif yükümlülükler kapsamında inceleme yapılıp Sözleşme'nin 2. maddesinin ihlal edilmediğine karar verilmiştir.

103. Yapılacak incelemede değerlendirilmesi gereken ilk mesele Çocuk Yuvası yetkililerinin bakım ve gözetimleri altında bulunan ve yaşları itibarıyla savunmasız durumda olan çocukların yaşamlarının korunup esenliklerinin sağlanması yönündeki sorumluluklarını yerine getirip getirmediği, bir başka ifadeyle devletin koruması altındaki çocuklara yönelik genel koruma yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediğidir (okul gözetimi altındaki çocuklar yönünden genel koruma yükümlülüğü konusunda bkz. Kayak/Türkiye, B. No: 60444/08, 10/7/2012, §§ 59, 60).

104. Gerek Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen ceza soruşturması gerek idari soruşturma kapsamında elde edilen bilgi ve belgeler Çocuk Yuvası yetkililerinin H.A.da orta düzeyde mental reterdasyon olduğundan ve H.A.nın bebek bölümünde bulunmasında sakınca bulunduğundan haberdar olduklarını ortaya koymaktadır. Nitekim Ö.T. tarafından Çocuk Yuvası yönetimine sunulan 16/9/2003 tarihli yazıda H.A.nın bebeklerin bulunduğu bölüme alınmasının sakıncalı olduğu ifade edilmiş ve H.A.nın bir rehabilitasyon merkezine nakli için Çocuk Yuvasınca yazışmalar yapılmıştır. Hatta Genel Müdürlük, rehabilitasyon merkezlerinin kapasitelerinin üzerinde hizmet vermesi nedeniyle H.A.nın Mardin'de faaliyet gösteren özel rehabilitasyon merkezlerinden yararlandırılmasının sağlanmasını Müdürlükten istemiştir (bkz. § 62). Buna rağmen H.A. Mardin'de faaliyet gösteren özel rehabilitasyon merkezlerinden yararlandırılmamış, H.A.nın bebek bölümüne girişinin engellenmesi için bir önlem alınmamıştır. Oysa ceza soruşturması ve idari soruşturma kapsamında alınan bazı ifadeler H.A.nın daha önce bir bebeğe tokat attığını ve birkaç bebeği boğmaya çalıştığını göstermektedir (bkz. §§ 24, 64). Ayrıca olay hakkında yürütülen soruşturmalar kapsamında ifadesi alınanlardan bazıları bebek bölümündeki kapıların kilidinin değiştirildiğini ve anahtarının bulunmadığını ifade etseler de idari soruşturma kapsamında dinlenen Ö.T. ve M.S.nin beyanlarından bebek bölümünün anahtarlarının ölenin bakımından sorumlu F.O.da olduğu anlaşılmıştır (bkz. § 65). Bundan dolayı Çocuk Yuvası yetkililerinin bakım ve gözetimleri altında bulunan başvurucunun yakınının esenliğinin sağlanması yönündeki sorumluluklarını yerine getirmedikleri kanaatine ulaşılmıştır. Esasen sözü edilen sorumluluğun yerine getirilmediği derece mahkemelerince de tespit edilmiştir.

105. İncelemede değerlendirilmesi gereken ikinci mesele idarenin ölüm olayından sorumluluğunun tespit edilmesi için açılan tam yargı davasının uygulamada etkin olup olmadığıdır.

106. Derece mahkemeleri idarenin ölüm olayındaki sorumluluğunu saptamış ancak başvurucunun ölüm olayının dolaylı mağduru olduğu gözetilmeden başvurucunun manevi tazminat istemi reddedilmiştir. Diğer bir ifadeyle derece mahkemelerince yürütülen yargısal süreç yaşam hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüklere rağmen uygulamada etkili bir şekilde işlememiştir (giderimin sağlanamaması meselesinin benzer şekilde değerlendirildiği karar için bkz. İlbeyi Kemaloğlu ve Meriye Kemaloğlu, B. No: 19986/06, 10/4/2012, §§ 42-47; Sözleşme’nin 2. maddesi bakımından adli açıdan verilmesi gereken cevapla ilgili AİHM değerlendirmeleri için bkz. Cavit Tınarlıoğlu/Türkiye, B. No: 3648/04, §§ 110-126).

107. Başvurucu, çocuğunun ölümünden doğan maddi zararların da tazmin edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Ne var ki başvurucu tam yargı davası açarken maddi tazminat talep etmemiş, bireysel başvuruda dava açarken maddi tazminat talep etmesine engel olan bir husustan da söz etmemiştir. Ayrıca başvurucunun iddiasının aksine İdare Mahkemesinin ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talep edilmesinin davanın genişletilmesi yasağı kapsamında olduğu gerekçesiyle maddi tazminat talebini reddetmesi keyfî değildir. Bu bakımdan başvurucunun maddi tazminat talebinin derece mahkemelerince reddedilmesi ihlale neden olmamıştır (benzer değerlendirme içeren AİHM kararı için bkz.§ 81).

108. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

Muammer TOPAL bu görüşe katılmamıştır.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

109. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

110. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve toplamda 200.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

111. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

112. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

113. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

114. İncelenen başvuruda Çocuk Yuvası yetkililerinin bakım ve gözetimleri altında bulunan başvurucunun yakınının esenliğinin sağlanması yönündeki sorumluluklarını yerine getirmemeleri ve başvurucunun açtığı tam yargı davasının başvurucuya manevi zarar yönünden uygun bir giderim sağlayamaması nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

115. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Mardin 1. İdare Mahkemesine (E.2014/1530, K.2015/108) gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

116. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır (benzer değerlendirme için bkz. Fatma Turan, B. No: 2014/7804, 10/6/2020, § 96).

117. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Muammer TOPAL'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Muammer TOPAL'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin Mardin 1. İdare Mahkemesine (E.2014/1530, K.2015/108) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/6/2021 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY

Başvuruya konu edilen yargılama sürecinde manevi tazminat talebi, başvurucunun çocuğu ile herhangi bir duygusal bağ kurmadığı ve ortada tazminatı gerektirecek nitelik ve ağırlıkta manevi zarar bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu nedenle başvurucunun mağdur sıfatının bulunup bulunmadığı değerlendirilmelidir.

Bireysel başvuru yolunu işletebilecekler esas itibarıyla ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı güncel bir kişisel hakkı doğrudan etkilenen kişiler olmakla birlikte somut olayın koşullarına ve ihlal edilen hakkın niteliğine göre doğrudan mağdur ile arasında kişisel ve özel bir bağ bulunan, dolayısıyla da Anayasa ve Sözleşme'nin ihlalinden olumsuz olarak etkilenmiş veya ihlalin sona ermesinden meşru ve kişisel bir menfaati bulunan kimseler de dolaylı mağdur sıfatıyla bireysel başvuruda bulunabileceklerdir (Engin Gök ve diğerleri, B. No: 2013/3955, 14/4/2016, § 47). Nitekim mağdurun bizzat başvuru yapmasının mümkün olmadığı ve yakın akrabalık ilişkisinin bulunduğu kimi durumlarda -özellikle yaşam hakkının söz konusu olduğu- başvurucuların ihlalden doğrudan etkilenmemiş olmalarına rağmen ihlalden dolaylı olarak etkilenmeleri nedeniyle bu etkiye dayanarak kendi adlarına başvuru yapabilecekleri kabul edilmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014; Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014).

Öte yandan mağdur kavramı Anayasa Mahkemesi tarafından hukuk ve ceza davaları ile idari davalardaki menfaat ve ehliyet kavramlarından bağımsız bir şekilde yorumlanmaktadır. Bu nedenle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bir başvuruda başvurucunun dolaylı mağdur sıfatının olup olmadığı, başvurucu ile ölen arasındaki kişisel ve özel bağın ne ölçüde sıkı olduğuna bağlıdır. Bu bağın belirlenmesinde başvurucu ile ölen arasında kan bağının bulunup bulunmaması ya da başvurucunun ölenin mirasçısı olup olmaması gibi hususlar tek başına rol oynamaz. Nitekim;

i. Duygu Altıntaş ve diğerleri (B. No: 2015/18411, 13/9/2018, § 59) başvurusu hakkında verilen kararda; müşteki sıfatıyla soruşturmada yer alması, ölenle birlikte yaşadığını iddia etmesi ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karara ölenle müşterek çocukları olan diğer başvurucularla birlikte yaptığı itirazın mağdur sıfatı yokluğu nedeniyle reddedilmemesi dikkate alınarak ölenin eski eşinin dolaylı mağdur sıfatını taşıdığı sonucuna varılmıştır (resmî evlilik bağı tespit edilemese de başvurucunun dolaylı mağdur olarak kabul edildiği başvuru için bkz. Aisha Fares, B. No: 2015/18701, 31/10/2018, § 75).

ii. Abdülkadir Şimşek ve diğerleri (B. No: 2014/11868, 12/6/2018, § 76) başvurusu hakkında verilen kararda ise müteveffaların daha yakın akrabalarının da dosyada başvurucu sıfatıyla yer almaları ve ölenler ile yakın kişisel ilişki durumlarına ilişkin özel bir durum ortaya koyamamaları dikkate alınarak yeğenlerin, eski eşin ve eniştenin mağdur sıfatının bulunmadığı değerlendirilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin bugüne değin ölenlerin ebeveynleri, çocukları, eşleri veya kardeşleri gibi yakınları tarafından yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan birçok başvuruyu incelediği bir hakikattir. (ebeveyn için bkz. Mehmet Çetinkaya ve Maide Çetinkaya, B. No: 2013/1280, 28/5/2014, § 37; kardeş için bkz. S.K., B. No: 2014/10839, 25/2/2015, § 23; eş için bkz. Ayser Demiralp, B. No: 2013/2849, 7/1/2016). Ancak bu durum, ölenler ile ölenlerin ebeveynleri, çocukları, kardeşleri ya da eşleri arasında kişisel ve özel bir bağ bulunduğu yönündeki haklı ön kabulün sonucudur. Çünkü olağan koşullarda en yakınımız olan kişiler annemiz, babamız, eşimiz ve çocuğumuzdur. Bununla birlikte bahsedilen kişiler arasında her koşulda özel bağlar bulunduğu söylenemez. Zira aralarında hiçbir diyalog bulunmayan hatta birbirine düşman olan kardeşlerin, ebeveynler ile çocukların bulunduğu da bir gerçektir. Bu nedenle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan her başvuruda, özellikle başvurucu ile ölen arasındaki kişisel ve özel bağın varlığının şüpheli olduğu durumlarda, başvurucuların dolaylı mağdur sıfatlarının bulunup bulunmadığı dikkatlice incelenmelidir.

Somut olayda başvurucunun kendi beyanına göre şekerli su içirip üstünü giydirdiği çocuğunu evinin önüne koyduğu, başvurucunun eşinin de çocuğun başkasına ait olduğu yönünde güvenlik güçlerine bildirimde bulunduğu, buna istinaden çocuğun Çocuk Yuvasına teslim edildiği ve başvurucunun Genel Müdürlükten ayni ve/veya naktî yardım alarak kendi çocuğunun bakımıyla ilgilenmek gibi bir seçeneği değerlendirmediği anlaşılmaktadır. Ölenin nüfus kütüğüne kaydı da ancak Ceza Mahkemesinin talebi üzerine yapılmıştır. Ayrıca başvurucu çocuğu terk suçu nedeniyle yapılan yargılama kapsamında alınan ifadelerinde çocuğunu istediğini beyan etmiş ancak çocuğunu Çocuk Yuvasından almak için çaba göstermemiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen 6/5/2005 tarihli tutanakta O.Y.nin Çocuk Yuvasına giderek bebeği teslim almak istediği ancak ailesinin tespit edilmemiş olduğu gerekçesiyle bebeğin O.Y.ye teslim edilmediği belirtilse de çocuğun başvurucunun eşine teslim edilmeme gerekçesi dikkate alındığında sözü edilen müracaatın ölenin nüfus kütüğüne kaydedildiği 28/9/2004 tarihinden önce olduğu değerlendirilmiştir. Çünkü sözü edilen tarihten itibaren başvurucu ile eşinin ölenin ebeveyni olduğunu ispat edebilmelerinin önünde herhangi bir engel kalmamıştır. Bu nedenle başvurucu ile ölen arasındaki yakınlığın başvurucunun öleni doğurması ve şekerli su içirip üstünü giydirmesinden ibaret olduğu, ölenin Çocuk Yuvasına tesliminden sonra başvurucu ile ölen arasında hiçbir temas yaşanmadığı ve ölüm anında başvurucu ile ölen arasında dolaylı mağdur sıfatının kabulüne imkân verecek ölçüde özel bir bağ bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Başvurucu, çocuğunu terk etmesi ve Çocuk Yuvasında çocuğu ziyaret etmemesi gibi gerekçelerin, yaşasaydı çocuğuyla ömür boyu ailevi ilişkiler kurmayacağı yönündeki ön yargıya dayandığını, oysa bu yaklaşımın hukuki olmadığı gibi hayatın olağan akışına da uygun düşmediğini ileri sürmüştür. Ancak yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ölenin yakınlarınca yapılan başvurularda başvurucuların dolaylı mağdur sıfatlarının bulunup bulunmadığı ölüm anına göre belirlenir. Bu sebeple başvurucunun, çocuğu yaşasaydı ilişki kurabileceğine yönelik spekülasyon hakkında değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiş ve başvurucunun dolaylı mağdur sıfatının bulunmadığı kanaatine ulaşılmıştır.

Açıklanan gerekçelerle başvurunun kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna, esasta ise Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edilmediği görüşüyle usul ve esasta çoğunluk görüşüne katılmadım.

Üye

Muammer TOPAL